Yıllar içersinde tanışarak dost olduğum bilim adamları ilk aylar-yıllarda “bu yıldız bizden binlerce ışık yılı uzakta şu yıldız için güneşimizden milyonlarca kat daha büyük” dediklerinde söylenilen rakamları reel hesaplamanın zorluğunu çekiyordum. Her eve dönüşümde yabancı bir ülkede hem Kürt hem de Kürt sorununa angaje olmuş bir fert olarak, günlük yaşamda karşılaştığım sorunların boyutunun yıldız merkezinde gördüklerimle mukayese edildiğinde gülünçlüğümün rahatlığını yaşayan ben oldum.
Ve bende kendime bir evren oluşturdum: Mikro kozmos! Küçük evren! Benim evrenim. O dünyamın göklerine yıldızlarımı yerleştirdim. Gece ormanda, balkona çıkıp sükunete kavuşmak, varlığımı yakıp kavuran memleket hasret acısını bir dirhem de olsa dindirmek için bakıyordum. Yıldızlarımla kâh sohbet eder kâh dert yanar kâh mutluluğumu paylaşırdım. Ve algı organlarımın sınırlılığının sefaletinde o yıldızların hep o koyduğum yerde kalacaklarını zannederdim. Bu kökten hatalı algılama yaşamak zorunda kaldığımız reel dünyada yaşayabilmenin gereksimi miydi? Emin değilim! Günlük yaşamın rutin sorunlarından kendimi azat kılıp yıldızlarımla beraber gerektiği kadar olamamaktı belki de.
O bana ait dünyamın göklerine itinayla koyduğum yıldızlardan birisi de Veysi’ydi.
Bir gün değerli Eşref Tarhan kardeşimle yazışırken ona Veysi’yi sordum. “O, artık yok!” dedi. “Ağabeyi İbrahim de yok artık,” diye ekledi. “Art arda göç ettiler”... Vakit geceydi. Panikledim, boğulur gibi oldum, koşar adım balkona çıktım. O benim dünyamın göğünde Veysi kardeşimle , İbrahim abiyi aramaya...
Orta Avrupa’da en eski en büyük yıldız araştırma merkezi köyün tepesinde ben de ormanın altındaydım. Evin etrafını kaplayan uzun çam ağaçlarının dalları arasından onları benim gökküremde aradım, ama yoktular...Birer kuyruklu yıldız olup benim gökküremden ebedi yolculuklarına çıkmışlardı. O kuyruklu yıldızların gökküremde parlayan kıvılcım taneleri kalmıştı, zifiri karanlıktaki ateş böcekleri gibi parlayan. İtinayla titreyen ellerimle onları incitmemek için teker teker toplayıp Hindistan’ın en güzel ipeğiyle örülmüş, Kürt dağlarının, ovalarının, nehir kıyılarının çiçek desenleriyle süslü mendile bıraktım. Ve varlığımdaki gizemli kasaya koyup kapısını korkuyla kapattım.
İtinayla kapattığım gizemli kasanın hiç beklenilmediği bir ortamda, tahmini bile mümkün olmayan bir zaman diliminin x anında kendiliğinden açılacağını ve o ışık taneciklerinin varlığımdaki tüm dokuların her bir hücresini yakıp, kanatacaklarını Kürt hayatı bana defalarca yaşatmıştı.
***
İki yıl önce Kürt PEN Kulübünden bir davet aldım. Bir hafta sonu Alman Anayasasının resmen tanıdığı 4 azınlıktan birisi olan Sorbenlerle edebiyat günü düzenlemişlerdi. Hem konu bana çok yakındı hem de seminerin hazırlandığı kent. Yani Dresden, Sachsen eyaletinin sanat, mimarisiyle, tarihiyle ün yapmış başkenti.
O gün Rojavalı, mimarlık okuyan ve evimde kalan Loranla kente gittik, 2 günlük seminerin olacağı binaya vardık. Araçtan indik, geri kalan 100 metreyi yürürken, bizim gibi seminere gelen, yıllardır görmediğim dostlarımı tekrar görmenin mutluluğunu yaşarken, benden birkaç yaş küçük, iyi giyimli bana yaklaşıp “Siz Dr. Yekta değil misiniz?” diye sordu kibar bir dille. “Evet, benim.” dedim. Tokalaştık. “Ben Cemal Bulut.” dedi. Bende memnun olduğumu dile getirdim. Ardından “Ben rahmetli ağabeyinizi tanıyordum…” deyince acaba yine o kıvılcımların saklı olduğu kasam mı açılacak paniğine girmeye bile zaman olmadan, "Ben arkadaşınız Veysi’nin kardeşiyim.” dediği saniyeden çok daha kısa zaman diliminde olan olmuş, kasam açılmış, tüm kıvılcımlar varlığımın tüm dokularının her bir hücresine girmiş ve her hücre hem yanan hem de kanayan olmuştu...Sina Yarımadası’nda 55-60 derece güneşin altında uzandığınızda nasıl ki birden vücudunuzun her noktasından ter damlacıkları fışkırıyorsa bu da öyle bir kanamaydı bende.
Cemal’den bir yanım uzaklaşmak isterken diğer yanım orda kalıp onu kucaklamak istiyordu.Göğsümde Veysiyi his etmek için Cemal'i kucakladım. U haline getirilmiş masaların olduğu salonuna nasıl vardığımı hatırlamıyorum. Salondakiler benden çok uzaktılar, kâh Cemal’in elini tutup sıktım kâh kolu onu omuzuna sarıp kendime doğru çeker oldum. Veysi’ydi o, o an... benim gökküremden kayıp giden, canım, ciğerim, kardeşim çocukluktan arkadaşım, yol yoldaşım, dostum Veysi...
İki gün sürecek seminer, dostane sohbetlerden, beraber olmak istediğim kadim dostlarımla yeniden buluşmanın "zevkini” yaşayacak ne güç ne takat ne de arzu-heves bırakmıştı bende. 3 saat sonra mola verildiğinde Cemal’le eğer 100 metrelik yol güzergâhında o dostlardan birisi tesadüfen ona el uzatıp "xatıre te" demeseydi, ben kendime gelemiyecektim. Arabaya nasıl bindiğimi hatırlamıyorum.Loran’ın “Abi eve vardık” dediği ana kadar ben kanayan yaralarımla baş başaydım... iki gün benim Veysiyle olan anılarımı o ışık zerrecikleriyle toplayıp yine ipek Kürt renkleriyle desenli mendili kasama bıraktığımda tamamen tükenmiştim. Balkona koştum bir yıldız kaydı, akıp giden Veysi'ydi.
devam edecek
Akıp giden yıldız; Veysi Bulut
29 yıldır, 1895 yılında Avusturya İmparatorluğu tarafında kurulan Astroloji Merkezi’nin bulunduğu köyün ormanında yaşıyorum. İmparatorluk 1918’de parçalanmasıyla Çekoslovakya kuruldu. 1993’te bu kez de Çekler ve Slovakya birbirinden ayrılınca, Çarls Üniversitesi’nin Astroloji Merkezi Çekya’da kaldı. Ta 1895 yılında böyle bir merkezin burada kuruluş nedeni, köyün bu noktasında yıldızların çok görünüyor olmasıydı. Köy ahalisinin çoğunu, bu merkezde çalışan bilim adamları, merkezin teknik bakımından sorumlu uzmanları oluşturuyor. Ben 29 yıl önce sonu olmayan sürgün acılarımın ilacını bu merkezde buldum. Bulutların olmadığı geceler burası benim sığınağım oldu.
Kategori:
Bunları Okudunuz mu?
Hapishane Edebiyatı
Ümüş Eylül Dergisinin 53. Sayısı Yayınla...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan
Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Ekim-Kasım-Aralık 2024 tarihli 53. sayısı...
Düşünsel özgürlüğün Sınırsız Kütüphanesi...
Görülmüştür Kolektifi, Redfotoğraf grubu ve Karşı Sanat, “içerdekilerle dışardakileri buluşturan” ortak bir sergiye daha imza atıyor. Fotoğrafçılar,...
SINIRSIZ KÜTÜPHANE
SINIRSIZ KÜTÜPHANE
Tutsakların içeride yazdığı yüzden fazla kitap, resim ve karikatür ile fotoğrafçıların bu temada çektiği / yaptığı fotoğrafları...
Konuk Yazarlar
ZİNE/ Nazir Atila
Zine birden telaşlandı. İçini derin bir üzüntü kapladı. Yüreği korkuyla karışık bir heyecanla atmaya başladı.
“Korkma Zine, okulun reviri var,...
"BİZ BAŞKA TÜRLÜ SEVERDİK BİRBİRİMİ...
Derken, Galata Yokuşu'nun oralarda, yeni kurulmuş bir ajansta iş buldum. Burada getir götür işlerine bakacak ve Tünel'den başlayıp, Levent'e...
Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...