
Bir akşamüstüydü. Eşim telaşla eve geldi.
"Dün gece geç saatlerde bizim binaya polis gelmiş!" dedi.
"Niçin gelmişler peki?" diye sordum kendisine.
"Hani bizim üst kattaki komşumuz Yogo var ya, o; polisi çağırmış…"
"Niye ki"
"Bir sarhoş gece kapısına dayanmış…"
"Ee.."
"Kadın kapıyı açmış… Adam zilzurna sarhoş, paldır küldür eve girmek istemiş! Kadın korkuyla kapıyı kapamış ama sarhoş durmadan kapıyı tekmelemiş…"
"Kadının kocası evde yok muymuş?"
"Yokmuş"
"Sonra?"
"Polis çağırmış kadın. Alıp götürmüşler, ama adam kendinde değilmiş."
"Peki adam Ausländer (yabancı) mi?"
"Hayır, İsviçreli."
Derken, birkaç gün sonra trenle eve dönüyordum. Oturduğum kompartıman koltuğunda, Herisau'da oturan öykü yazarı Necmettin Yalçınkaya'yla telefonda konuşuyordum.
Karşı koltukta, pek kendinde olmayan adamın biri, kendi kendine geveliyor, ama ne gevelediğini anlamıyordum.
Tren, oturduğum İgis Bahnhof'unda durdu. Ben indim, o da kompartımanın öteki ucundaki kapıdan indi. Eve doğru telden konuşarak ilerliyordum. Kaldığım binanın önünde yolumuz yine kesişti.
O binaya girdi ama hangi katta oturduğunu bile bilmiyordum. Yaklaşık kırk dairesi var binanın. Bırakın kırk dairesi olan binada oturanların kim olduklarını; bu ülkede aynı kattakileri dahi bilmiyorsun…
Telefonu kapatıp eve girdim. Karıma:
"Hani geçen 'üst kattaki komşunun kapısına bir ayyaş dayanmış' demiştin ya!" dedim.
"E, ne olmuş!"
"Bugün tarif ettiğin kişiye benzeyen biri benimle aynı trenle İgis'te indi. Yolda yürürken dahi geveliyor, telefonla konuşurken ağzıma öykünüyordu!"
"Belki de odur. Bundan sonra kapımızı her zaman kilitlemek gerek."
"Bence de."
Mevsim mayısın sonu olmasına rağmen havalar soğuk geçiyordu.
Derken, adamla karşılaşmamın üzerinden birkaç ay geçti. Yemekten sonra genelde akşamüstü, eşimle bir saat kadar yürüyüş yapmaya çıkarız. Binanın koridorunda kesif kokular geliyordu. Koridorun camını açık bıraktık. Ancak bu koku her geçen gün biraz daha artmaya başlamıştı. Bir ara Auswart'a (Kapıcıya) söyleyelim diye düşündük aramızda.
“Yaza girdik. Sıcaklardan olabilir” diye söylemekten vazgeçtik nedense.
Haziranın ilk haftasını geride bırakıyorduk. Eşim:
"Polisler binaya giriyor yine…" dedi.
Oğlum hemen balkona koştu.
"Ellerinde eldiven takılı baba" dedi heyecanla. Gözleri şaşkınlıktan ışıldadı.
"Binada birileri ölmüş olmalı" dedi eşim. "Ya da hırsız girmiş olabilir!”
“Bak bu olabilir” dedim, “bu sıralar bina yabancılarla doldu."
O sırada yandaki komşumuz balkondan eşime Almanca;
"Bina da alkolik biri ölmüş" dedi.
"Biz de yaklaşık bir haftadır koridordaki bu kötü koku nedir, diye düşünüyorduk." dedi eşim.
"Peki ne zaman ölmüş?" diye sorduk.
"29 Mayıs akşamı aşırı alkol içmekten ötürü, eşikte ölü bulunmuş!"
"Peki, kimi kimsesi yok muymuş?"
"Yokmuş. Yapayalnız tek başına yaşıyormuş"
Bütün dış kapılar ve katlardaki pencerelerin hepsi her tarafa sinen ölü kokusu tamamıyla çıkana kadar açık bırakıldı.
İçeriye salona geçtik. Eşim yüzüme baktı sevgiyle. Ben de ona. Sonra oğlum oturdu aramıza. Sarıldık birbirimize. “İyi ki bir aradayız; yalnız değiliz” diye sevinirken, yalnızlıktan ölen tanımadığımız komşumuza üzüldük.
İsmail Güner