Ancak bu coğrafya üzerinde yaşayan insanlar din ve milliyet zırhıyla zehirli bir fanusun içinde tutsak. Bu fanustan çıkması elbette kolay olmayacak, çıkabilecek mi? Emin değilim. Bu nedenle Ortadoğu’da yaşam hem zahmetlidir hem meşakkatlidir hem de hazin doludur. Ortadoğu insanının çektiği sefalet ve yaşanan vahşet ciğerimi parçalar ve öyle parçalar ki yaşanılan gerçek cehennem gibi gelir bana.
İnsanların neler yaptıklarını görüyorum. İtin ite yapmadığını insanın insana yaptığını görüyorum. Burada Tanrının ne yaptığını bir türlü göremiyorum. Gece uykumuzdayken alnımızın yazgısına bir el dokunur ve kendimizi cehennemim ortasında uyanır buluruz. Bu yazgıyı değiştiren Tanrı mı insanlar mı tam olarak kavramıyorum.
Bu kış soğuk sert geçecek, rüzgâr şiddetli esiyor, gök gürlüyor, birkaç dakika sonra yağmur yağacak. Mülteci bir kadın çimlerin üstünde bir palmiye ağacının dibine sığınmış. Kucağında küçücük bir bebek, memesini göğüs bağlantısına dek çıkarmış bir yandan bebeği emziriyor, bir yandan da üşüyen ellerini uzatmış para dileniyor. Gözlerindeki parıltı ise merhamet dileniyor. Çocuk annesinin memesine asılıp duruyor. Kadının memeleri dışarıda, töresini, dinini cehenneme dönen ülkesinde bırakmış, bütün kutsallarından uzak kendi derdinde…
Ne olurdu sanki Tanrı bir kerecik gelse, bu ana ile çocuğunu evine götürse biraz sıcaklık, biraz sevgi-şefkat verse. Dileğime gülüyorum. Tanrı suskun... Tanrı suskunsa bana gülmek değil, ağlamak düşer. Usuma doldurulan lekeleri silmek istiyorum ve Tanrının dışına kaçmak...
Ona buna, şuna ötekine, aşağıya yukarıya küfür etmek geliyor içimden. Kendime ve bütün insanlığa tükürmek istiyorum. Gökyüzünden kadının üstüne inmek isteyen yağmura, sağlı sollu sert esen rüzgâra, savaşlara, ölümlere, haksızlıklara ve zulümlere sebep olan zalimlere küfrediyorum. Siz de küfür edin, göremediklerini görür gibi kesin bir inançla bağlanan delilere, gördükleri acı gerçekleri görmezden gelerek yan çizen şerefsizlere. Küfredin…
İnsanlık taş yürekliyse, bana yüreğimin derinliğine kurşun gibi saplanan acıları çekmek düşer. Vicdanım, yılan gibi ruhumun boğazına sarılır. İnsanlığımı hatırlarım. Dışımdaki hayatların hüznü duygularımı yaraladığı zaman varlığımı hissederim. Tutsak olurum başkalarının perişanlığına, özgürlüğümü feda ederim ötekilerin gözyaşlarına. Önüme çıkan nice engelleri cesaretle aşabildim. Şimdi duygularımın önüne çıkan vicdan engelini aşamıyorum. Çekip gidemiyorum. Dikili kalmışım olduğum yerde, cansız ama dehşet verici kaygılarımla. Neyleyim ki hayat kısa ve hazin.
Gözlem ile eylem arasında seçim yapmak zorundayım. Ben eylemi seçiyorum. Benim eylemim bir tas çorba, bir battaniye, bir ekmek ve biraz umut. Sokaklarda nara atmak değil, nutuklar çekip insanları kışkırtmak değil, halkların arasında fitnelik-fesatlık sokmak değil, benim eylemim sadece vicdanımı rahatlatma eylemidir.