Muhsin Bey
Benim babam öldü.
Ben öldürdüm. Gözümü kırpmadan hem de. Sümbül'ün ablası, babamın ilk göz ağrısıydım.
Pişman mıyım?
Hayır!
Bugün olsa yine aynını yaparım…
Babamdan olma, Sümbül'den doğma, dünya güzeli yeğenimden mektup aldım bugün. Çöpten bacaklı çocuklar çizmiş kâğıda; gülüşleri kafalarından büyük... Okuma yazma da öğrenmiş bu yıl.
"Çok Sevgili Teyzeciğim. Nasılsın, iyi misin?" diye başlamış mektubuna.
"Annem anlattı; çok güzel bir köyün varmış senin, çok da arkadaşın. Mutluymuşsunuz orada; bırakıp gelemiyormuşsun arkadaşlarını.
Tek kelime etmeden dinledi Adam. Söylenecek kelimeler anlamsızdı. Susku gözlerine pusu kurmuştu. Söylenecek her kelime; cam kırığıydı şimdi.
Birkaç damla gözyaşı aktı aralarından birbirinden gizlenen. Geçmiş zamana, geçmiş hayatlara. Sessizlik bıçaktı, Kadın çıkardı o bıçağı saplanan vakitten.
Aşkperest bademlerin pembe beyaz taç yaprakları uçuşuyor havada, gömüleceğim çukur kelebeklerle kaplı sanki… Rüzgâr ılık ılık öpüyor uçuşan çiçekleri, gökten konfeti yağıyor mübarek… Güneş yakıp kavurmadan usul usul sarmalayıp kucaklıyor kabristanın ev sahibi mermer başlıkları… Sis mi desem çiğ mi desem hafiften buğuya batmış her yer. Fonda Maria Callas’tan Casta Diva var; rap motifler akıyor aralardan, Sagopa Maria ile flörtleşiyor…
Tarkovski’yi kıskandırırdı şu sahne; ya Usta, bak şu doğanın harika fragmanına… Fragman değil gerçi, son sahne bu. Film bitti.
Salyangoz Hıdır, köpek Cano, Bulut ve ben dört yıldır bu köydeyiz. Bir de Hevse Ablamız var yemeklerimizi yapan, evi çekip çeviren. Sorgusuz sualsiz Bulut’u kucaklayan kocaman bir kalbi var… Esin? Esin yok!