ZAMANIN RUHUNDAN ÜFLENMİŞ BİR KİTAP; SÖZLERİN İZLERİ ... Yonca Yaşar

Adil Okay kullanıcısının resmi
"Bazı kitaplar zamanın ruhundan üflenmiş gibi yolları aşa aşa, ışıkları yaka yaka yetişir imdada. Önce masaya, sonra diline oradan ruhuna yerleşir adeta mahzen kokusuyla. Sözlerin İzleri adlı kitap, olmaz denilenlerin olduğu, tam anlamıyla taşın üstünde kalmadığı işte tam da böyle bir anda geldi. Rengarenk kitap kapağıyla hem de! 40 yıldan süzülen 40 fotoğraf ve 40 şiir/şiirsel metinden oluşuyor kitap." Yonca Yaşar

                          
ZAMANIN RUHUNDAN ÜFLENMİŞ BİR KİTAP; SÖZLERİN İZLERİ
 
Buraya ne zaman ve nasıl geldiğimi bilmiyorum. Baktığım her yer tek renge kesmiş. Bir sis bulutu içinde. Atacağım her adım boşa gelecekmiş gibi.  Ağzım neden bu kadar kuru?
Mutlaka bir tanıdık çıkar diyorum. Daha dün Antakya’da, Asi Köprüsü’nden Saray Caddesi'ne gidiyordum. Sonra bütün ışıklar söndü. Aldırmadım. Ezberimdeydi bu şehrin taşları. Elimle koymuş gibi bulurum, dedim. Bir uğultuya doğru öylece yürüdüm. Sesler yükseleceğine azaldı.
Bir el dokundu sırtıma. Nefesim dondu kaldı. Öldüm sandım. Ay ışığı belirdi sonra. Yüzünü aydınlattı. Sigarasından tanıdım.  Cemal Süreya’ydı. Eğildi. ”Öyle bir yerdeyiz ki; hiçbir sokağın adı yok” dedi. İçimden tekrar ettim. Üçüncü tekrarımda gök gürledi.  Zeus’un kulakları zorlayan sesi duyuldu. “Öyle bir yerdesin ki; bul bulabilirsen izleri” dedi.
Bir ışık huzmesiyle  yıkılmış evleri, dağılmış eşyaları ve hareketsizce duran insanları farkettim. Yokladım bildiklerimi. Balığıyla konuştuğum denizi, yaprağını saydığım ağacı, anneanemin duasını. Hiçbir taş yerinde değildi. Takvim yaprakları karıştı. Cemal Süreya’ya döndüm “Sadece adı değil kendisi de yok sokağın.” dedim.
Söz biter miydi? Bitti. Başımı ellerimin arasına aldım.
Yaklaşan ayak sesleriyle doğruldum. Ellerinde kandiller ile gelenleri seçmeye çalıştım. Kitabı tutuşundan anladım, Adil Okay’dı.  Sağında fotoğraf makinasıyla Özcan Yaman, solunda çantasında; taş, heykel ve boya kalemleri ile Tülin Şahin Okay vardı.
Ay diğer yarısını tamamladı. Işıktan bir yol yaptı. Zaman sarkacı kaydı, takvim yaprakları sırasını buldu. Cemal Süreyya selamlarıyla dizelerini bıraktı, gitti. Zeus sustu.  Heybelerinde 40 yıldan süzülen  40 fotoğraf, 40 şiiri/ şiirsel yazıyı taşıyan kitap vardı. Onlar tepeden uzağa bakarken,  ben Sözlerin İzleri kitabında kalakaldım.
 Uzağa bakmaktan başka bir şey gelmez elden bazen. O kadar çokları kaymıştır ki avucundan. Her kayıp bir diğerini ararken ortada oluşan boşluğa yuvarlanır ardı sıra sorular.  Kimdin, neye ağlıyordun, nereye gidiyordun? Cehaletin kucağında büyütülen felaketler, hırs uğuna yapılan çevre tahribatları, yok sayılan insan onuru, ayarı bozulan adalet terazisi... Yapılan her hak ihlali ile lambası patlayan bir sokak, bir sokak daha ve karanlıkta izleri kaybeden insan.
Bazı kitaplar zamanın ruhundan üflenmiş gibi  yolları aşa aşa, ışıkları yaka yaka yetişir imdada. Önce masaya, sonra diline oradan  ruhuna yerleşir adeta mahzen kokusuyla.
Sözlerin İzleri kitabı, olmaz denilenlerin olduğu, tam anlamıyla taşın üstünde kalmadığı işte tam da böyle bir anda geldi. Rengarenk kitap kapağıyla hem de!
40 yıldan süzülen 40 fotoğraf ve 40 şiir/şiirsel metinden oluşuyor kitap. Kokusu üstünde. 2023 yılının Haziran ayında Klaros Yayıncılık tarafından basılan kitabın kapak ve sayfa tasarımı, Tülin Şahin Okay’a ait. 
Yaptığı çok sayıda kitap tasarımı, taş ve heykel ustalığının yanı sıra yer aldığı sosyal projeler ile  de adından söz ettiren Şahin Okay; “Su da Susar (50 haiku ve 50 fotoğraf)” isimli kitapta topladığı özgün fotoğraflarıyla da sanat severlerin yakından takip  ettiği bir isim.
Sözlerin İzleri kitabının kapak fotoğrafında; farklı renkteki ipleri taşıyan iğne, bembeyaz sayfanın göğsüne saplanıyor. Bir anlamda feleğin çemberi niyetine iğne deliğinden geçen farklı düşünceleri imleyen iplerle, insanlığa dair bir yırtığın  yanyana ve aşkla dikilebileceğinin umuduna işaret ediliyor. Çok yönlü bir çağrışımı harekete geçiren kapak fotoğrafı,  az sonra girilecek söz mahzeninin iki kanatlı yüksek kapısının gıcırdayan sesini duyuruyor.
 Kitapta yer alan sözler ise;  Adil Okay imzasını taşıyor. 70’li yıllardan günümüze  yakın tarihe ilişkin hafızamızı, sayısı yirmiyi aşkın şiir, anı, tiyatro, öykü, belgesel türündeki kitabına borçlu olduğumuz Okay, evrensel değerler adına adanmış bir hayatın insanı.  Ondan gelecek her sözün; savaş meydanlarında koşmuş,  kah demir parmaklıkların içinde kah dışında onurlu bir dünya düşünün peşinden sürüklenmiş, sanatın anayurdunda beslenmiş, dünyayı gezmiş de eğilip bükülmeden kalmış olduğu gerçeği, okurun kendisini bir söz mahzeninde hissettirmeye yetiyor.
Sözlerin İzleri, Adil Okay’ın sözlerle fotoğrafları buluşturduğu üçüncü kitap. Konuşan Fotoğraflar'dan (2008) sonra, Şair Kapıları adıyla 2015 yılında yayınlanan çalışmasında; Afrika, Asya ve Avrupa’dan çektiği fotoğrafları, şairler tarafından kapılar için özel olarak yazılmış şiirlerle sunmuştu. Okay, Sözlerin İzleri isimli  kitabında; bu kez de  fotoğraf sanatçısı emektar  Özcan Yaman’ın seçkin fotoğraflarıyla kendi sözcüklerini buluşturuyor. İki kitabın kırk fotoğraftan oluşmasının tesadüf olmadığını, kırk sayısının kendince önemini şöyle dile getiriyor;
“Kırk sayısını özellikle seçtim. Kırk, bir metafor ülkemizde. Çocuk doğar kırkı çıkar, ölülerin kırkı olur. Hacı Bektaş’ta farklı inanç gruplarında kırklar meydanı, kırklar kapısı, kırk evliya, kırklar dağı gibi çeşitli nitelemeler var.”
Fotoğraf mıydı sözleri ayartan yoksa sözler miydi görüntüyü yoldan çıkaran bilinmez ama  ikisinin buluştuğu yerden, insan bilincinin yedi kat altındaki saklı imgeler kaynak suyu gibi fışkırıveriyor. Her sayfada sanatın, güzelliğin peşinden koşan iki kadim yoldaşın dilinden, gözünden yakın tarihimizin hafızası yoklanarak tekrar ve tekrar kayıt altına alınıyor.
 Sözlerin İzleri, her sayfasıyla kendisine dayatılan hızlı ama hazsız yaşam içinde, sokağını bulmak isteyenlere, yıkılan sokağını yeniden inşa edip ismini kendi  koymaya soyulmuş cesur insanlara bir fener uzatıyor. Uzatırken de kulağına ilk sayfasında fısıldadığı sözcükleri, arka kapakta da tekrar ediyor. 
 
 “Bu kitap ile amacımız sadece ve sadece yitip giden aşkların, kuruyan akarsuların, kirlenen denizlerin çölleşen dünyanın, katledilen güzel insanların arkasından ağıt yakmak  değildi elbette. Başka bir dünyanın da mümkün olduğunu göstermekti.”
 Sayfa sınırından dolayı yaşam öyküsünü meraklı okurun çabasına bıraktığım Adil Okay, (kendi değimiyle) bir ömüre bin yıl sığdırmış bir aydın. ´Görülmüştür Kolektifi´nin kurucusu. Yurt içinde ve yurt dışında açtığı ´İçeriden ve Dışarıdan´ isimli sayısız sergilerle sağırlaşmış kulaklara ses vermeyi sürdürürken ardındakilere de başka bir dünyanın ip ucunu Sözlerin İzleri´ndeki bu dizelerle veriyor;
“yaz bitti/yazla kışın dengede durduğu/falcıların terazi vakti olan eylül/ekimle akrepleşti/derken kasım göründü uzaktan/ kırgın/solgun ve yaralı/aralık mı/o iki canlı/yeni yıla gebe/ o halde hazır olmalı/ ütopyalarımızı bilemeli”
Karanlığın içinde ütopyaları bilemek üzere çıkılan yolu, karşı sayfadaki fotoğraftan yansıyan ay ışığı görünür kılıyor. Özcan Yaman, kitabın ilk sayfası için seçtiği fotoğrafıyla gerçeğin en çıplak halini gözler önüne seriyor.
Kitap, otobüsü yakalamaya çalışırken yahut para üstü beklerken veya dilinin ucuna yapışan küfüre kızarken, susup tırnağını yerken ya da durup dururken; Ne oldu da böyle bir zamana geldik?  Neye ağladık ve unuttuk,  neye sustuk ve unuttuk!’ diye soranlara bir hatırlatma niteliğinde.
Sayfalarda yol alan okur; bir kolunu sözcüklere diğer kolunu fotoğraflara kaptırıyor. Soluk soluğa geldiği her durakta fenerle aydınlanan sokağa bakıyor.  Dudağını ısırıyor bazen. Bazen  başını eğiyor, kimi zaman göğe kaldırıyor bakışlarını, kimi zaman içine gömdüğü çığlığını işitiyor.
Sahne sanatı fotoğrafçılığından, belgeselciliğe, gazete yazarlığından üniversite hocalığına uzanan çalışma hayatı boyunca objektifine takılan insanlığın türlü hallerini ölümsüzleştiren Özcan Yaman, bakabilen gözler için pek çok iz bırakıyor  fotoğraflarında.
Yaman'ın kitaba aldığı kağıttan gemiyi içeren karede; Adil Okay’ın küçürek öyküsüyle birlikte kendine yer bulanlar için Akdeniz’de nesiller boyu sürecek zorlu bir yolculuğun seyir defteri saklı örneğin.
Elinde pankartı, kalemi Adil Okay, fotoğraf makinesiyle Özcan Yaman; nerede bir yangın, nerede bir insan çığlığı onlar orada. 
Adil Okay; “Bekleyiş sonsuz bir yokluktu/ hayatı baştan sona yakan”  dese de her Cumartesi  Galatasaray’da, ya da “ bir insan, bir insan daha kurtaralım diyerek” gözün gözü görmediği Madımak'ta, Ankara Gar meydanında.
Bir sayfada; “Bekleyin beni. Çok yakında binbir renge bürünecek dallarımla, yeniden kucaklayacağım sizleri” diyen kesilmiş ağacın, diğer bir sayfada ise; “Ama direneceğiz/başka çaremiz yok”. diyen su birikintisinin başındaki kedinin mırıldanışını duymak mümkün.
Kitapta; ufak tefek bir kadının ıslığıyla aşkın örgütlenebildiğine  tanıklık etmek de olası, tüm pasaportların, tel örgüleri üreten fabrikaların yakılıp şarap atölyelerine dönüştürülebileceğine inanmak da.
 Adeta  bir heykelin ölümsüzlüğünü kitaba giydiren Tülin Şahin Okay’a, en zorlandığı sayfayı sorabilseydim eğer alacağim yanıt "hepsi" olurdu büyük ihtimalle.
Onca kez ölümle karşılaşıp ona meydan okuyan Adil Okay'a; parmaklarını en çok sızlatan dizeleri sorabilseydim "depreme dair olanlar" derdi şüphesiz. Çünkü O da 06 Şubat’ta ailesinden yedi kişi ile birlikte çocukluk şehrini enkaz altında bırakmış Antakya'lı bir depremzede aslında.
Keşkelerle geçiyor ömür/maşallahtan rahmetliye dönüyor hava/ağla ağabey ağla/ erkekler de ağlar/her insan kendi ölüsüne daha çok ağlarmış/ iyi ama ben hangisine yanayım/Hürriyet ile Nurten yarı yolu geçmişti/ya güzeller güzeli Melahat, Aylin, civanım Berkay, yiğit Onur, çocuk Nil”
Antakya’da, enkaz arasında fotoğraf çekerken kamyondan sarkan bir demir cubuğa takılıp düşen ve aylarca hastane odalarında kalan Özcan Yaman’a kursağım düğümlenir belki de soramazdım; hangi fotoğraftı sizi en terleten diye. Ama o suskunluğumu anlayıp kitabın son fotoğrafını küçük bir tebesümle açar, çiçeklenmeye yüz tutmuş patladı patlayacak bir sabırsızlıktan umuda işaret ederdi belki de.
Kitabın son sayfasını şükranla çevirirken; arka kapağında yer alan aşağıdaki sözlerin yankısıyla irkildim. Ellerinde kandilleri karşıki tepede; üçü de oradaydı. Kandilleri  dileklerimize kaldırdık.
"Ama biliyoruz ki; her eser yarım kalır. Sizlerin tamamlaması dileğiyle"
Yonca Yaşar
* Lacivert s. 113
 
                             
 
 
 

 
 

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Hapishane Dergisinin 51. Sayı...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Nisan-Mayıs-Haziran 2024 tarihli 51. sayısı...
TEK KİŞİLİK HÜCREDE YAZILAN BİR ÖYKÜ: DE...
               Mahallenin kimi çocukları ondan hem korkar hem de onunla uğraşmaktan vazgeçmezdi kargalar...
Duvarları delen çizgiler
Balıkesir Burhaniye yakınlarında yaşayan arkadaşlara davet. 10 Aralık'ta Insan hakları haftasında, Burhaniye Yerel Demokrasi ve Insan Hakları Gündemi...

Konuk Yazarlar

"BİZ BAŞKA TÜRLÜ SEVERDİK BİRBİRİMİ...
Derken, Galata Yokuşu'nun oralarda, yeni kurulmuş bir ajansta iş buldum. Burada getir götür işlerine bakacak ve Tünel'den başlayıp, Levent'e...
Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
  Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...
Utanmak/ Sıdo için/ Sevda KURAN
  Fakiri, zengini, orta hallisi, Alevi’si, Sünni’si, Ermeni'si, hacısı, hocası, orospusu, delisi ve de pavyon kabadayıları, sarhoşlarıyla...