Şiir Üstüne-5

Barış Erdoğan kullanıcısının resmi
"Şiir Benim!" Diyen Var, "Benim Şiirim" Diyen Var

Şiirin düztabanı ilk dizede, topalı ikinci dizede tökezler; körünün elinden tutmazsan yola çıkmaz, çıkanı da yarı yolda bırakır. Kırık dökük dizeler kazaya neden olur, çalıp çırpmalar belaya.
Şiir bir yolculuk işidir, bir ömrün yolculuğudur; şairle birlikte okur da yol alır şiirin ovasında, dağlarında. Kimi yeşillikten yanadır kimi gözyaşından. Sonuçta herkesin şiiri kendi emzirdiği çocuğudur.
Ben yolculuğunu kulaktan beyne yapan şiirden yana değil, beynin süzgecinden geçip kalbin tahtına oturan şiirden yanayım. Bu şiir uzunmuş, kısaymış aldırmam. Dev gövdelere saklanmış minicik yürekler vardır; ürkek, güven vermez… Dev yüreklerde bir dirhem ete kemiğe bürünmüş gövdelere bakarım. Eğer Akdeniz’in fellik fellik baş döndüren yollarına benzeyen şiirlerle karşılaşmışsam kapağını kapatıveririm oysa aynı yolu aheste aheste alan şiir varsa sarhoş olurum.
Öyle şiirler de vardır ki Konya ovası yolculuklarına benzer; uyutur, kazaya neden olur. Şiir depremdir dostlar, Everest’e tırmanan dağcının zafer çığlığıdır. Ha şunu da söylemeden geçemeyeceğim: Şiirlerin yaşı yoktur, yürekleri vardır. İnsanoğlu nasıl kendini hissettiğim yaştayım, diyorsa şiir de okunduğum yaştayım, çağdayım, der.
Yazıldığı gün kuruyan şiirler vardır; tohumu atılıp gövermeyi bekleyen gibi… Manşetlere taşınmış nice yıldız nice sanatçı sabah güneşiyle kaybolmuşsa, şiir de öyle… Kan basıncı deveran etmeli şiir okunurken.
Şiirin de hayatın da insanın da taptaze, kupkuru olduğu zamanlar vardır. Bir yazar şöyle diyordu: “Daha 50 yaşına gelmemiştim. Zengindim, ünlüydüm, sağlığım yerindeydi, aklı başında çocuklarım vardı. Birdenbire hayatım duruverdi. Soluk alabiliyor, yiyip içiyor, uyuyordum. Ama yaşamak değildi bu. Hiçbir şeyi istemiyordum artık. İstenecek hiçbir şey olmadığını biliyordum. Hayat, birinin yaptığı saçma bir şaka gibi geliyordu bana. Kırk yıl boyunca çalış, didin, ilerle; sonra da ortada hiçbir şey olmadığını gör!”
Hayatın güzelliklerini meğer ben de biriktirip durmuşum yıllarca. Ben aksine ellisini geçince göveriverdim, hayatım birdenbire dallanıp budaklanıverdi şiirden sonra. İçimdeki hapishanede şiir günleri düzenledim, kendi gölgeme okuttum şiirleri. Günü geldi şiir havuzum duvarlarını çatlattı, sular taştı, şimdi yüreğimde ve akıl süzgecimde Niagara şelalesi. Yıllar yıllar önce “Ne zaman seni düşünsem/bir ceylan su içmeye iner” şiirini görünce benim mısraları kim aşırdı deyiverdim, sonrası kös kös şiir yurduma döndüm. Yaşadığım yerin hiç mi önemi yok, elbette var ancak iyi şiir doğanın kucağında yazılır diye bir şey yok. Şiir iç sesinizi boğduğunuz yerde yazılır. Cennette cehennem şiiri yazanların olduğu gibi.
Şehirlerin şairler üstünde elbette etkisi vardır, burası çocukluğun vadisiyse, dostlukların masasıysa.. Ben de bir zamanlar bir yazarın dediklerini fısıldadım sağa sola: “Ankara’da kendini hemen göstermeyen bir güzellik vardır. Bundan dolayı, şehrin kimilerine hiç de çekici gelmeyen doğasıyla ilgili ilginç izlenimler aktarılır. Örneğin şair Yahya Kemal Beyatlı’nın “Ankara’nın en çok İstanbul’a dönüşünü severim.” sözü de bunlardan biridir. İstanbul’dan gelmiş öğrencilerin dillerinde de henüz bu şehri keşfedememişlikten gelen, “çorak”, “bozkır” sözleri dolaşır. Oysa Ankara, kendiliğinden değil, ancak dikkatli bakışlarla gizini açığa çıkarır.” Bozkırda gül şiiri yazılmaz diye bangır bangır bağırırken şimdi deniz kıyısında bozkırı yazıyorum.
“Gönlüm müdür dalgalanan/Bu eski burçlarda böyle” diyen Ceyhun Atuf Kansu’nun, “Bu yıl erken bastırdı kış/ Yağmur yağıyor, yağmur yağdıkça seviyorum seni” (Şubat Ayında Ankara’da) diyen Özdemir İnce’nin burnunda Ankara tüter; “İşte kurşun kubbeler şehri İstanbul’dasın/Havada kaçan bulutların hışırtısı” diyen İlhan Berk’in, “İstanbul’da, Boğaziçi’ndeyim/Bir fakir Orhan Veli/Veli’nin oğlu/Tarifsiz kederler içindeyim.” (İstanbul’u Dinliyorum) diyen Orhan Veli’nin, “İstanbul deyince aklıma martı gelir/Yarısı gümüş, yarısı köpük” diyen Bedri Rahmi’nin burnunda İstanbul tüter; “941’de İzmir, bela çiçeği/sahil boyu karanlık/sevdalı bulutların hali/yağmur da ne kadar tembel yağıyor” diyen Attila İlhan’ın burnunda İzmir kokar. Evet, her şehrin şairi, her şairin şehri vardır. Ayak izlerimin olmadığı şehirler benim değildir, bir dost için gezdiğim şehirler de vardır ama ruhumu nakşetmeden bir türlü çerçevelere oturtamam bir şehri.Yazıyı iki dizeyle bitirme zamanı geldi:
.
cezayir'de olgun yemiş dalına nişan aldılar
bir akdeniz köşesinde şiirimi kuruttular
.
Şiiriniz bol olsun, şiir saatiniz çok olsun.
.

Kategori: 

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Hapishane Dergisinin 51. Sayı...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Nisan-Mayıs-Haziran 2024 tarihli 51. sayısı...
TEK KİŞİLİK HÜCREDE YAZILAN BİR ÖYKÜ: DE...
               Mahallenin kimi çocukları ondan hem korkar hem de onunla uğraşmaktan vazgeçmezdi kargalar...
Duvarları delen çizgiler
Balıkesir Burhaniye yakınlarında yaşayan arkadaşlara davet. 10 Aralık'ta Insan hakları haftasında, Burhaniye Yerel Demokrasi ve Insan Hakları Gündemi...

Konuk Yazarlar

Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
  Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...
Utanmak/ Sıdo için/ Sevda KURAN
  Fakiri, zengini, orta hallisi, Alevi’si, Sünni’si, Ermeni'si, hacısı, hocası, orospusu, delisi ve de pavyon kabadayıları, sarhoşlarıyla...
Girit Leblebisi
  Ben vakitlice davranmış, gün batımını da izlemek için kahvelerin gürültüsünden uzakça bir bankı gözüme kestirip oturmuştum. Bir süre sonra,...