Aysel

Edebiyat Bahcesi kullanıcısının resmi
İpek sabahlık akıyordu üzerinden, bu hisse bayılıyordu Aysel. Geniş aydınlık mutfağa açılan koridorun solundaki büyük boy aynasında kendini “günaydın”ladı mutlulukla. Aynayı çerçeveleyen ahşabın pürüzsüzlüğünde gezindi parmakları birkaç saniye. Saçının dalgalarına döndü sonra, kestane kumralı saçlarına. Süzdü iyice bir kendini aynada. ‘Beli kalınlaşmış mıydı biraz? Doğumdan sonra olacak o kadarcık!’ diye geçirdi içinden. Yan dönüp göbeğini çekti içine; göğüslerini toparladı sütyenine sokuşturarak. “Yok ya, hiç de fena değildi.”

Aynadaki Aysel’e gevrek sulu bir öpücük atıp mutfağa geçti. Mutfağa girince gidip kahve makinesinin düğmesine bastı. Mutfağa yayılan kahvenin kokusunda demledi ruhunu… Birkaç tabak, bardak vardı lavaboda, onları makineye yerleştiriverdi el çabukluğuyla. Elinde kahve fincanıyla bahçeye açılan kapıya yöneldi dans eder gibi. Bahçenin taze serinliğindeydi artık. Rattan şezlonglardan birine uzanmıştı ki doğruldu, aklına önemli bir şey gelmiş gibi içeriye girdi aceleyle. Bahçeye dönüşünde Vivaldi’nin notaları yayılıyordu her yere. Kaliteli bir ses sistemi sayesinde sanki bahçede bir orkestra kurulu gibiydi. Keyifle şezlonguna uzanıp kahvesini yudumladı. Gülümsüyordu; kahve iyi gelmiş, sabahına lezzet katmıştı. Bahçeyi seyre daldı bir süre. Havuzu çevreleyen ahşap çiçekliklerden salkım salkım mercanlar dökülüyordu, en sevdiği renkti mercan kırmızısı. Duvar dibindeki ortancalar coşmuş, tepeleme tomurcuk doluydu üzerleri. İyi ki ortancaları diken bahçıvanla inatlaşıp buraya aldırmıştı onları. Az buçuk anlıyordu peyzajdan. Canlı, diri çim alana kaydı gözü; ‘Mevsimlik bir şeyler dikmeli buralara, hercai olur mesela…’ diye geçirdi içinden. İlerdeki yuccalar, sikas ve benjamin de sevmişler yerini, uzaktan keyifleri yerinde gözüküyordu. Kahvesini bu cenneti izleyerek zevkle bitirdi. Gözlerini kapatıp Vivaldi’nin Yaz Konçertosu’nu içine doldurdu; bir süre müziğin sihrine takılıp gitti… Sihri bozan ürperen vücudu oldu. Kalktı salona geçti; içerisi olması gerektiği kadar sıcaktı, koltuğun sırtına bırakılmış bahçe şalını alıp sarındı. Uzun deri koltuğa bıraktı kendini usulca. Yattığı yerden orta sehpasının üstündeki dergilere kaydı gözü. Yeni dergileri fark etti hemen, birini alıp göz gezdirdi şöyle bir; ilgisini çeken bir şey bulamadı. Dergiyi bırakıp uzun uzun salonda dolandı, sol duvarı kaplayan ahşap kitaplıkta eski basım ciltli kitaplar çoğunluktaydı. Kitapların bazıları yerde üst üste duruyordu. ‘Bunları yerleştirmeli bir ara’ diye geçirdi içinden, karşısına denk gelen duvara dayalı antika yemek konsolu başlı başına bir sanat eseriydi.  Salonun modern mobilyalarıyla hiç sırıtmamış, salona elegant bir hava katmıştı. Konsolun üzerinde aile fotoğrafları sergilenmişti. Parmaklarıyla çerçevelerin tozunu kontrol etti zarifçe. Salonun bahçeye açılan pencereleri gabardin perdelerle süslenmişti. Modern tasarım koltuklar salona ayrı bir hava katmış, hiçbir aksesuar sırıtmamıştı. İşinin ehli birinin elinden çıktığı belli olan dekorasyon insana huzur ve dinginlik veriyordu.
Vivaldi’nin Kış Konçertosu’na geçtiğinde göz kapakları hafiften ağırlaşmıştı, bırakıverdi kendini koltuğa… Yüzünde huzurlu bir gülümseme takılı kalmıştı…
Çevrilen anahtarın sesini duymamıştı bir kez daha!
“Körolmayasıca! Sidikliğine daş durasıca! Bu kaçıncı be! Yine kovuldun değil mi? Boyu devrilesice Aysel! Evin hanımı olmak sana mı düştü a aklı kıt kızım!”
 
*Aysel benim ilk müşterilerimdendi; içi kıpır kıpır bir genç kızdı o zaman. Çok sık işten kovulduğu doğruydu, iş yapacağına evin hanımının kıyafetleriyle ortalıkta salınmak sebebiyle… Çok masumca gelmişti bana yaptıkları, çok da güldürmüştü. Annesinden gizli saklı, elindeki üç kuruş birikimiyle bana gelmişti hevesle. “Bana kraliçe tacı çizer misin? Bir de kalbimin üstüne içi boş bir kalp…” Ne yaptıysam, ne ettiysem de onu başka bir motif çizmeye ikna edememiştim. Çünkü Sırtının ortasına; -anasından saklamak zorundaydı- ayrıntısı çok güzel bir kraliçe tacı çizdim. Boş kalbin içi dolunca, dolduranın adını yazdıracakmış haspam! Almadım para ondan; “Arada gel ortalığı topla, siliver, tamam.” dedim. Hayatının en ciddi mesaisini benim yanımdayken yapmıştır sanırım… Yıllar sonra minibüs şoförü kocasıyla çıktı geldi.
“Kalbimin sahibini buldum; Fatmazel Abla, yaz kralın adını…”

Yorumlar

Ebru Yeşilova kullanıcısının resmi

Ebru Yeşilova tarafından tarihinde gönderildi

Füruzan Hanım, çok güzel bir öykü olmuş. Aristokrat öyküsü derken içinden çok tatlı bir hikâye çıktı. Kısa olması da iyi çünkü bazen uzun olunca okumaya vakit (o anda) bulunamayabiliyor. Necmettin Yalçınkaya sayesinde takibinizdeyim.
Sevgiler.

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Hapishane Dergisinin 51. Sayı...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Nisan-Mayıs-Haziran 2024 tarihli 51. sayısı...
TEK KİŞİLİK HÜCREDE YAZILAN BİR ÖYKÜ: DE...
               Mahallenin kimi çocukları ondan hem korkar hem de onunla uğraşmaktan vazgeçmezdi kargalar...
Duvarları delen çizgiler
Balıkesir Burhaniye yakınlarında yaşayan arkadaşlara davet. 10 Aralık'ta Insan hakları haftasında, Burhaniye Yerel Demokrasi ve Insan Hakları Gündemi...

Konuk Yazarlar

Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
  Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...
Utanmak/ Sıdo için/ Sevda KURAN
  Fakiri, zengini, orta hallisi, Alevi’si, Sünni’si, Ermeni'si, hacısı, hocası, orospusu, delisi ve de pavyon kabadayıları, sarhoşlarıyla...
Girit Leblebisi
  Ben vakitlice davranmış, gün batımını da izlemek için kahvelerin gürültüsünden uzakça bir bankı gözüme kestirip oturmuştum. Bir süre sonra,...