İnsan Doğasındaki Dostluk, Ahlak ve Sosyal Duyguyu Kimler Nasıl Öldürdü?

Cemal Zöngür kullanıcısının resmi
Örneğin uygarlık ve çağlara göre konuyu ele aldığımızda, “İlkel, Komünal, Feodal” toplumsal yapılar, teknik modern dönemlere göre her ne kadar ilkel olsalar da henüz, her şeye ticari gözle bakmadıkları ya da bakamadıkları için, insani ahlak yapısı doğal da olsa gelişim içerisindeydi.

Bu da şu anlama geliyor, her şeye teknik ve modern ticari araç gözüyle bakmak, insandaki egoist hayvani duyguya tavan yaptırıp, ahlaki duygunun öldürülmesi demektir. İşte günümüzde hiçbir kural tanımayan dejenerasyonist ahlaksız bataklığın mimarları, para ve teknolojiye tanrı gibi tapınan din, inanç, siyasi, ekonomik vb. yapılardan başkası değildir. Hangi çağ ve toplumsal yapı da olunursa olunsun, teknoloji ve parada dahil varlıklara sınırlı, yerinde, ölçülü kullanıldığı sürece, insanlığa her zaman daha çok fayda sağlar. Teknolojinin nere de ne zaman ne kadar kullanılmasını bilmeyen, bilip de bunu önemsemeyen çağımız insanı, ilkel topluluklardan daha hayvani karaktere sahip olduğunu artık herkes kabul etmelidir. Gelelim kısa insanlık tarihine.
İnsan denen canlıda, egoist içgüdüsel hayvani duygu kadar, insani ahlak ve dostluk duygusu da mevcuttur. Dualist karaktere sahip bu insan, doğru ve yeterli eğitildiğinde her zaman insani ahlaki yapısı, hayvani özelliğinin önüne rahatlıkla geçebiliyor. Ancak insani ahlak yapısının her toplumda her zaman önde olabilmesinin tek bir anahtarı vardır. Oda maddiyat başta olmak üzere, her şeye belirli sınırlar ölçüsünde sahip olmanın şart olduğunu kavrayabileceği eğitim ve kültürle mümkündür. Bu eğitim ve kültür göstermelik ya da yanlış şekilde verildiği sürece her birey, toplum egoist hayvani güdüleri önde olacak şekilde davranıp yaşar. Çünkü maddi manevi neyin nerede ne zaman ne kadar, gerekli olduğunu kavrayacak kültürden yoksun olanlar, yaşamı yalnızca maddiyata göre ölçen otomatik içgüdüsel hayvani bilince sahiptir.
 
İnsanlık tarihi boyunca insani ahlaki yapının gelişmesinde, tüm engel ve eksikliklere rağmen bunun tarihteki ilk aktörleri kral tanrılar, peygamberler başta olmak üzere her dini ve siyasi yapı, kendi amacına uygun olacak şekilde bilinçli bilinçsiz katkı sağlayanlardır. Tabi ki bunların çoğu bir sürü olumsuzlukları da beraberinde yaşatıyordu. Bu yüzden evrensel ahlak (Etik) kuralları, bir türlü dünyanın her yerinde etkin kılınamadı. Aşağı yukarı her anlayış ahlaki yapıdan yana olduğunu çekinmeden ifade etse de büyük küçük herkes, kendi egoist duygularına hitap edecek normlarda ahlaka anlam yükledi, yüklüyor. Çağ öncesi mevcut düşünceler, ahlaki yapının gelişmesine yeterli özeni göstermedikleri halde, istisnaların dışında açıktan ve planlı düşmanca tavır içerisinde de olmadılar. Ta ki 1990’lı yıllardan itibaren canavar serbest piyasacı tüccar anlayışın tanrı yerine konup, gereğinden fazla teknolojiye tapınılmaya başlandığı döneme kadar. Bu tarihten itibaren sağı, solu, dinlisi, dinsizi, inançlısı, inançsızı, zengini, fakiri birlikte, ahlak ve dostluk duygusunun mezara gömülmesinde adeta iş birliği yaptılar.
 
Daha net ifadede etmek gerekirse din, inanç, kapitalizm, sosyalizm ve siyasi olan olmayan tüm düşünceler maddiyat, kariyer uğruna, insandaki ahlaki yapıyı öldürmekte en ufak sakınca görmediler. Bu ahlak katilliği üst düzeyden en alttaki birey ve katmalara kadar, dünyanın tüm toplumunda normal bir şeymiş gibi görüldü ve görülmeye devam ediyor. Ahlak duygusu ve kültürü çökmüş ya da zayıflamış bir topumda, insanlık aramak, Einsten’ın “Delilik, aynı şeyi tekrar tekrar yapıp farklı sonuçlar beklemektir ifadesindeki gibi, günümüz toplum ve bireylerinin dibe vurmuş halidir. Tarihte var olmuş düşünce anlayışları içerisinde, hangilerinin insani ahlaki yapıya daha çok özen gösterip gelişmesini sağladıklarını, özetiyle vermiş olduğumuz insanlık tarihinden daha net anlaşılacaktır.
 
Örneğin uygarlık ve çağlara göre konuyu ele aldığımızda, “İlkel, Komünal, Feodalist” toplumsal yapılar, teknik modern dönemlere göre her ne kadar ilkel olsalar da henüz, her şeye ticari gözle bakmadıkları ya da bakamadıkları için, insani ahlak yapısı doğal da olsa gelişim içerisindeydi. Bu da şu anlama geliyor, her şeye teknik ve modern ticari araç gözüyle bakmak, insandaki egoist hayvani duyguya tavan yaptırıp, ahlaki duygunun öldürülmesi demektir. İşte günümüzde hiçbir kural tanımayan dejenerasyonist ahlaksız bataklığın mimarları, para ve teknolojiye tanrı gibi tapınan din, inanç, siyasi, ekonomik vb. yapılardan başkası değildir. Hangi çağ ve toplumsal yapı da olunursa olunsun, teknoloji ve parada dahil varlıklara sınırlı, yerinde, ölçülü kullanıldığı sürece, insanlığa her zaman daha çok fayda sağlar. Teknolojinin nere de ne zaman ne kadar kullanılmasını bilmeyen, bilip de bunu önemsemeyen çağımız insanı, ilkel topluluklardan daha hayvani karaktere sahip olduğunu artık herkes kabul etmelidir. Gelelim kısa insanlık tarihine.
 
İnsan denen canlı; milyon yıllar öncesinde sahip olduğu hayvani içgüdüsel yaşamdan, M.Ö. 65 bin yıllarından itibaren ateş, taş, kemik vb. maddeleri avlanma aleti olarak kullanmasıyla, tahminlerden de düşük nitelikte bir düşünce egzersizi ile yaşama adım attı. Tarihteki bu insan anatalarımız, henüz konuşma yeteneğini geliştiremediğinden, daha çok el ve fizik hareketlerin yanında bozuk, düzensiz seslerle iletişim kurması, doğal olarak düşüncesi ve ahlaki yapı kaplumbağa hızında gelişim gösteriyordu. Düşünce ve konuşmanın milim milim gelişmesi, insana kendisinin hayvandan çok farklı bir özelliğe sahip olduğu his ve duygusunu uyandırıyordu. Bu yapı Neolitik Çağda önemli bir sıçrayış göstermiş olsa da esas devrimci niteliğe, kral tanrıcı uygarlıkların resim (Hiyeroglif) ve daha sonrasındaki çivi yazsının icadıyla, akıllara durgunluk verecek şekilde hız kazanıp gelişti.
 
Her geçen gün çoğalarak çivi yazını kullanmaya başlayan uygarlıklarda eğitim gören insanlar, artık kendilerinin çok şeyi belirleyen aktör olduğunu anladılar. Böylece belirli bir ölçüde doğadaki canlı, cansız varlıkların birbirinden farklı özelliklere sahip olduğunu, Totem, Animizm, Anatanrıçalık ve Kral tanrıcılıkla, insani özelliğin önündeki birtakım doğal engelleri tek tek aşıyorlardı. Söz konusu ilkel devrimci gelişim, bilindiği gibi Sümer Kral Tanrı yönetim anlayışı ile, toplumun sosyal, siyasal, inançsal duygu gereksinimlerini, merkezi mekanları olan tapınaklarla (Ziguratlar) gideriyordu. Kral tanrılar edindikleri bilgi ve tecrübelerine dayanarak iyiliği, ahlakı, namusu, insanlığı, güçlü, zengin, tanrı mantığına göre tanımlayıp şekil verdiler. Doğal olarak eğitimin yok denecek kadar sınırlı olduğu çağ gerçekliğinde, kral tanrıların bu insanlık anlayışına büyük bir çoğunluk tapınarak, sosyal ve ruhsal psikolojisindeki boşluğu doldurduğu için bundan büyük mutluluk ve haz alıyorlardı. Çağın insan toplumları birçok şeyin farkında olmadan, inandıkları din, kral, kurum ve bireylere, saf duygularla bağlılık gösterip çevresiyle bu duygu, düşünce doğrultuda ahlaki ilişkiler kuruyorlardı. İlerleyen tarihsel süreçlerde, ekonomi başta olmak üzere yaşamsal diğer pratiklerin gelişim göstermesiyle, kral tanrıların düşünüldüğü kadar tanrısal dürüstlüğe sahip olmadıklarını anladıklarında, buna karşı çeşitli dini felsefi düşüncelerle alternatifler icat ettiler.
 
Kral tanrıların ahlak ve insanlık düşüncesine karşı ilk bilinen alternatif, Hz. İbrahim’in tek ve gök tanrı çıkışı önemli bir örnektir. Bu dönemde Hz. İbrahim gibi on binlerce insan olduğu halde, ancak Hz. İbrahim tarihe damga vurmasıyla öne çıkmıştır. Ve devamında tek tanrıcı din olan Yahudiliğin icadı, İbranilerin kendi dinsel ve ırksal mantalitesine göre insanlığı, namusu, ahlakı yorumlayıp, dünyaya egemen kılmaya çalıştılar. Tek tanrıcı dini anlayışlar ortaya çıkmadan çok daha önce, Mezopotamya ve Asya’nın birçok yerinde, kralın tanrı ya da peygamber olamayacağını öne süren, filozofların var olduğunu bilmek gerekir. Bu filozoflardan Zerdüşt, Buda, Konfüçyüs, insana tanrı lazımsa o da her insanın kendisi ya iyilik ya da kötülük tanrısı olduğunu ifade etmişlerdir. Yarı paganist yarı materyalist bu inançsal düşünceler, diğer tüm düşünce ve inançlardan daha hümanist, doğacı, ahlaki kültüre sahiptiler. İlerleyen aşamalarda gelişen eğitim, ekonomiyle birlikte, Helenli felsefeciler bunu ileriye taşıyıp modernize ettiler. Böylece dünya insanlığına yeni, somut, bilimsel bir insani yaşam ve ahlak anlayışını öğretmiş oldular.
 
Helen felsefecilerin teorilerinden ilham alan batılı modern bilim insanları,1500 yıllarından itibaren modern teknolojik yaşamsal kültürü geliştirirlerken, ahlaki (Etik) felsefeyi asla basite almadılar. Hatta her türlü teknolojik bilimselliğin insanlığa doğru şekilde faydasının olabilmesinin, ahlaki felsefeyi yüceltmekle mümkün olduğunu ifade ediyorlardı. Ne yazık ki batılı çoğu bilim insanları da dahil, toplumların yaşamına yön verenler, daha çok maddiyata sahip olmak için, adeta 1990’lı yıllardan itibaren, etik felsefeyi hep birlikte çöpe attılar. En ufak kural tanımayan ticaret ahlaksızlığı ve sınırsız teknoloji en büyük tanrı, din, inanç, kültür görülerek, bunu bir çağ atlamışlık saydılar. Eğitimsiz ve kültürsüz insan sürüleri ise, bunu fırsat bilip ganimet bulmuş savaş mağribi gibi her şeye ahlaksızca sahip olmayı insanlığın bir gereği bildiler. Haberleri yo ki, daha önceden kendilerinde var olan insani duyguyu tamamen öldürdüler. Basit bir örnek vermek gerekirse; komünist, sosyalist, dinci, dinsiz, inançlı inançsız, kapitalist olan olmayanların hepsi de dahil, iki öz kardeş basit menfaat uğruna, birbirlerine yapmadıkları ahlaksızlığı bırakmamaları, bu ifadelerimizi fazlasıyla kanıtlıyor. Günümüzde böyle bir gerçeklik her tarafımızı sarmışken ahlak, namus, insanlık ve ideolojik dürüstlükten bahsetmek üçyüzlülüktür. İnsanlığın yok oluşun en büyük sorumluları tek tanrılı dinlerden tutalım, inançlar, sol, sağ ideolojik tüm siyasi yapılardır. Hiç kimse kendisini temize çıkarmaya kalkmasın, tüm pratikler her şeyi kolayca deşifre ediyor.  Çözüm olarak şimdilik şu kadarını önerebiliriz.
 
Biraz olsun dünyayı, insanlığı, kendisini sorgulayıp, insanlık nereye gidiyor? düşüncesiyle yüksek ahlaki kültüre inananlar, her alanda mütevazi yaşamsal pratik göstererek bunu çevrelerinde kanıtlamalılar. Ve çağımızdaki en etkili siyaset, ahlaki duruş mütevazi, sınırlı yaşamaktır. Belki kısa zamanda bu mütevazi, yüksek ahlaki duruşun etkisi hissedilmese de ilerleyen süreçlerde insanların çoğunluğu bunu fark edip sahipleneceklerdir. Ancak dünya böyle bir anlayışın egemen olmasıyla gerçek ve en güzel yaşam alanı olmaya başlayacak. Yoksa diğer her şey laftan ve yalandan ibarettir. Kimse dininin, inancının ve siyasi düşüncesinin yüceliğinden, ahlaklı olduğundan bahsedip kendisini ve çevresini aldatmasın. Her şey karşı taraftan çok net bir şekilde görünüyor.
 
Tüm dini ve siyasi düşünceler ahlak, namus, şeref, onur, dostluk ve yarenliği o kadar ölçüsüz, hunharca kullandılar ki, maddi ve paradan başka hepsine doyup bitirdiler. Ama çağın tanrısı para ve makama bir türlü doymadılar. Bu doyumsuzluğun adı, en hafif ifadeyle canavarlaşmaktır. Şimdi anlaşıldı mı her şeyi kimlerin nasıl öldürdüğü?
 
Cemal Zöngür 
Kaynaklar:
Doğan Cüceloğlu- İnsan ve Davranışı. Remzi Kitapevi
Abdullah Öcalan- Uygarlık. Mezopotamya Yayınları.
Alaeddin Şenel- İnsanlık Tarihi. İmge Kitapevi.
Alaeddin Şenel- İlkel Toplumdan Uygar Topluma. Birey Toplum Yay.
Charles Keiht Maisels- Uygarlığın Doğuşu. İmge Yay.
Ali Kemal Meram- Padişah Anaları. Toplumsal Dönüşüm yay.
J.M. Roberts- Avrupa Tarihi. İnkiap Yay.
Ali Şeriatı- Dinler Tarihi. Seçkin Yay.
İ. Zeki Eyüpoğlu- Tarikatlar ve Mezhepler Tarihi. Der Yay.
İhsan D. Dağı-Ortadoğu’da İslam ve Siyaset. Boyut Yay.
Felicien Challeye-Dinler Tarihi. Varlık Yay.
Willian M.  Mc Neil-Dünya Tarihi. İmge Yay. 
İlin- E. Segal-İnsan Nasıl İnsan oldu. Say Yay.
Mircea Eliade-Dinsel İnançlar ve Düşünceler Tarihi 3 Cilt. Kabalcı Yay.
Sigmund Freud- Günlük Yaşamın Psikolojisi. Payel Yay.
Eugene Enriguez-Sürüden Devlete. Ayrıntı Yay.
Cemal Zöngür- Kadın Erkek Eşitsizliği ve Toplumsal Yozlaşma. Ozan Yayıncılık.
 
 

Kategori: 

Yorumlar

Bektas TOSUN kullanıcısının resmi

Bektas TOSUN (doğrulanmadı) tarafından tarihinde gönderildi

Canavarlaşmaktan ötesinide dinlemek isterim.
Sonucu çok güzel bağlamışsın yoldaş. Yüreğine sağlık.

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Hapishane Dergisinin 51. Sayı...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Nisan-Mayıs-Haziran 2024 tarihli 51. sayısı...
TEK KİŞİLİK HÜCREDE YAZILAN BİR ÖYKÜ: DE...
               Mahallenin kimi çocukları ondan hem korkar hem de onunla uğraşmaktan vazgeçmezdi kargalar...
Duvarları delen çizgiler
Balıkesir Burhaniye yakınlarında yaşayan arkadaşlara davet. 10 Aralık'ta Insan hakları haftasında, Burhaniye Yerel Demokrasi ve Insan Hakları Gündemi...

Konuk Yazarlar

Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
  Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...
Utanmak/ Sıdo için/ Sevda KURAN
  Fakiri, zengini, orta hallisi, Alevi’si, Sünni’si, Ermeni'si, hacısı, hocası, orospusu, delisi ve de pavyon kabadayıları, sarhoşlarıyla...
Girit Leblebisi
  Ben vakitlice davranmış, gün batımını da izlemek için kahvelerin gürültüsünden uzakça bir bankı gözüme kestirip oturmuştum. Bir süre sonra,...