Aşkperest bademlerin pembe beyaz taç yaprakları uçuşuyor havada, gömüleceğim çukur kelebeklerle kaplı sanki… Rüzgâr ılık ılık öpüyor uçuşan çiçekleri, gökten konfeti yağıyor mübarek… Güneş yakıp kavurmadan usul usul sarmalayıp kucaklıyor kabristanın ev sahibi mermer başlıkları… Sis mi desem çiğ mi desem hafiften buğuya batmış her yer. Fonda Maria Callas’tan Casta Diva var; rap motifler akıyor aralardan, Sagopa Maria ile flörtleşiyor…
Tarkovski’yi kıskandırırdı şu sahne; ya Usta, bak şu doğanın harika fragmanına… Fragman değil gerçi, son sahne bu. Film bitti.
Tanrıyla alıp veremediğim yok, iyi anlaşırdık, bundan sonrasını o bilir! Güzel yaşamayı becerebildim mi bilmem lakin güzel ölmeyi başardım bence, aferin bana! Seçmeli ölüm şıklarımız olsaydı yine böyle ölmeyi seçerdim. Aslında ölümünü seçme hakkı olmalı insanın, en azından seçeneklerimiz olmalı.
Herkes burada, ne kadar çoklar, benim Huysuz İhtiyar’ın işidir bu, örgüt de yeter ona, komitacı serseri! Dur bakayım, o elindeki de ne? Hay Allah’ım ya, badem fidesi dikecek mezarıma… Annemi babamı da getirmişler, yazık cancağızlarıma. Kızım, damat, kardeşim, dostlarım, komşularım, köyün hepsi neredeyse…
Fondaki Maria coştu Sagopa Kajmer’le valsteler, duyuyor musunuz?
Tanrım bin şükür yarattıklarına, bin şükür verdiğin hayata! Bu şansı iyi kullanmışımdır umarım.
Durun bir dakika; şu ileride, herkesten uzakta, ağaca yaslanmış duran kim? Lanet olsun bu o! Neden şimdi? Niye?
Bu sahneyi yeni baştan çekelim, beğenmedim.
Motor