FELSEFENİN DİPSİZ KUYUSU II

Görülmüştür kullanıcısının resmi
"Havalandırmada voleybol oynarken ayağımı burktuğum bir gün, herkes açık sahaya gitmişken, ben yatakta uzanmış kitap okuyordum. Bunu öğrenen hain bir farenin birdenbire yatakhaneye girmesiyle kendimi ranzanın üst katında bulmam bir oldu. Değil burkulmuş bir ayak, tekerlekli sandalyeye mahkum bir kötürüm de olsaydım sonuç değişmeyecek, anında üst kata fırlayacaktım. Beni bir tek farefobikler anlar. Fare, attığım çığlıktan ürküp bir dolabın altına girdi. Haa, unutmadan hani bu Yayla beni güya fare ile korkutacak ya, onun da ödü kopar fareden. Öyle ki attığı çığlıkla bir farenin canına mal olmuştur. Vallahi, billahi, vanın altında fırlayan fareyi görünce öyle bir çığlık koparmıştı ki, tüm koğuş uykudan fırlamıştı. Gülistan Ana imdada koşmuş ama zavallı fareyi kovanın hemen yanında ölü olarak bulmuş ve teşhisi koymuştu; “Korkudan kalbi durmuş!” Leyla Atabay E-Tipi Cezaevi Elbistan/Kahramanmaraş

      Karın altında yürümek ve hakikati bulmak maksadıyla dışarıya çıktım. Gözlerimi manzaraya kapatıp iç evrenime yöneldim.
      “Kendini bil! Kimsin sen? dedim kendime.
      “Asıl sen kimsin?” dedi kendim bana.
      “Burada soruları ben sorarım!” dedi kibirli benim.
      “Peh! Havalara bak! Soran da sensin cevaplayan da!”
      “Ee? Hem soran hem cevaplayan aynı kişi ise kim kimi bilecek?”
      “Onu ben bilemem!” dedi kendim.
      “Tövbe! Tövbe! Ee? Kime soracağım o zaman? Sen benim ötekim değil misin?”
      “Ben senim! Öteki dışarıda, zihnimizin dışındakidir”
      “Sen de ötekimsin! Hatta bazen dışımdaki ötekinden daha uzak ve yabancısın!”
      “Bu senin sorunun!”
      “Senin sorunun benim de sorunum!”
      “Amma da şirretmişsin be!”
      “Ben şirretsem sen de öylesin! Zira sen bensin! Ne haber!”
      “Yürü git!”
      Yayla’nın havalandırmaya gelmesiyle rahat bir nefes aldım. Zira kendi kendimi yumruklamama ramak kalmıştı!
      Yayla selam verdi ve beraber yürümeye başladık.
      “Ben, ben, diyoruz ama ben dediğimiz şey nedir, bilmiyoruz. Bir öz var mı? Ben daimi bir şey mi? Hiç bilmiyoruz. Ben nedir? Ard arda gelen bilgilerin, hatıraların toplamı mı? Hafıza mı?” dedim.
       “....”
      “Dinliyorsun değil mi, Yaylacığım? Ben, ben diyoruz ama bu ‘ben’ dediğimiz şeyde bizim payımız ne kadar acaba? Aslında öğrendiklerimizden, duyduklarımızdan, okuduklarımızdan oluşuyor benlik”
      “Çok okuyanın benliği daha büyük.”
      “Hergünkülük içinde yitiyor varlık. Ben dediğimiz başkalarıdır esasta. Heidegger haklı. Varlıktan düşüş...”
      “Öğle yemeğinde balık geliyor”
      “Yani günlük yaşamın hay huyunda varlık sorununu unutuyoruz. Gerçi insan daime varlık sorunuyla yüz yüze olursa yaşamını idame ettiremez. Kaygıdan kurtulamaz. Ama düşünmekten kaçınsak da, var olmanın kaçınılmaz bir kaygı hali olduğunu Kierkegaard’dan biliyoruz”
      “Yok canım! Niye kaygılanıyorsun ki? Kaygı insanı yaşlandırır, kırışıklık yapar!”
      “İnsan olarak ölümün bilincindeyiz ya, kaygı ister istemez varoluşumuza eşlik ediyor. Varlık probleminin en temel...”
      “Limon da vardır, herhalde”
      “Limon mu? Evet, evet, o da vardır. Ama limon varlık problemi, kaygısı çekmez”
      “Balık limonsuz olmaz”
      “Tabii, tabii. Bir varlık başka bir varlıkla bağlantılıdır. Biri öbürüyle açıklanır. Akıl onları kategorize ediyor. Balığı hayvanlar, limonu bitkiler sınıfına alıyor. Aristo’nun bir...”
      “Turp da varsa, tamamdır”
      “Turp mu?”
      “Balıkla iyi gider”
      “Akıp giden bir zaman var. Varlık dediğin de bu zaman içinde değişiyor. Ben bir kaç saniye öncekinin beni değilim. Öte yandan ben benim!”
      “Aynı deliler gibi konuştun!”
      “Öz ve görünüm ayrımı nasıl yapılabilir ki? Nietzsche görünen neyse o, diyor. Görünenin ötesinde bir şey arama! Öz yok! Ama öz yoksa benlik de olamaz. Zor! Çok zor! Mesela görünümü kaz. Altında öz değil, yine bir görünüm çıkar. Yüzeyin altında yine yüzey var.”
      “Ayy, aman! Fare! Fare!”
      “Yemezler canım! Bu karda fare mi olur? Hiç boşuna numara çevirme! Felsefe konuşacağız işte”
      Burada bir parantez açarak, fare fobim hakkında bir iki şey söylesem iyi olacak.
      Fareden korkarım. Öyle böyle değil. Adı bile geçince anında yüksek bir yere sıçramak için hazır olur bedenim.
      Günlerden bir zindan günü Gülistan Ana ile oturmuş sohbet ediyorduk. Ona çocukken yaptığım yaramazlıkları anlatıyordum. Tam cesaretimle övünerek, destansı bir dille nasıl beyaz bir çarşafa bürünüp, yüzümü de pudralayarak annemi, kardeşlerimi ve komşuları korkuttuğumu anlatıyordum ki, Yayla elindeki pembe bulaşık süngerini (dikkatini çekerim sevgili okuyucu, PEMBE!) ayaklarımın dibine atarak “Fare! Fare!” diye bağırdı. Kendimi bir anda masanın üzerinde tepinirken buldum. Yayla’nın kahkahalarıyla kendime geldim ama iş işten geçmiş, karizmam yerle yeksen olmuştu bile. Gülistan Ana manalı manalı gülerek (ki manalı manalı gülme konuşunda kimse onun eline su dökemez) “Kahramanımıza bakın hele!” deyince “Fil de fareden korkar, ne haber!” gibi klişe bir yanıtla gururumu kurtarmaya çalıştıysam da işe yaramadı. Pembe bir fare olamayacağını akıl edememe mi yanayım, Gülistan Ana’nın günlerce yöneltmeyi sürdüreceği alaycı bakışlarına ve “Peh! Peh!”lerine mi yanayım, bilemedim.
      Bu kadarla kalsa akıl tutulmam, iyi! Ama bendeniz kedi taklidiyle fare kaçırtacağını düşünen bir insanım. Evet, evet! Hakikaten kedi gibi miyavlayarak fareyi korkutacağımı sandım.
      Olay şöyle oldu. Havalandırmada voleybol oynarken ayağımı burktuğum bir gün, herkes açık sahaya gitmişken, ben yatakta uzanmış kitap okuyordum. Bunu öğrenen hain bir farenin birdenbire yatakhaneye girmesiyle kendimi ranzanın üst katında bulmam bir oldu. Değil burkulmuş bir ayak, tekerlekli sandalyeye mahkum bir kötürüm de olsaydım sonuç değişmeyecek, anında üst kata fırlayacaktım. Beni bir tek farefobikler anlar.
      Fare, attığım çığlıktan ürküp bir dolabın altına girdi. Haa, unutmadan hani bu Yayla beni güya fare ile korkutacak ya, onun da ödü kopar fareden. Öyle ki attığı çığlıkla bir farenin canına mal olmuştur. Vallahi, billahi, vanın altında fırlayan fareyi görünce öyle bir çığlık koparmıştı ki, tüm koğuş uykudan fırlamıştı. Gülistan Ana imdada koşmuş ama zavallı fareyi kovanın hemen yanında ölü olarak bulmuş ve teşhisi koymuştu; “Korkudan kalbi durmuş!”
      Evet, çığlığımdan korkan fare dolabın altına girdi. Ama birkaç saniye sonra yeniden çıktı. Bir de utanmadan ortalıkta bir tur attı. Yalnız olduğumu ve çok korktuğumu bildiğinden, babasının evindeymiş gibi keyifli keyifli dolaşmaya başladı. Trafikte cezayı göze almış arabalar gibi drift bile attı psikopat.
      O her tur attığında, yerimden zıplayıp zıplayıp bağırıyordum. Ama takan kim? O an gözüme duvarda asılı kedi kartposttalı çarptı. Ve aklıma dahiyane bir fikir geldi. Kartı alıp, vampire sarımsak doğrulta bir kurban edasıyla fareye doğru tuttum. Tabii ki, bana mısın, demedi. Süper zekam eksik olan şeyi hatırlattı; kedi sesi! Ve kartın arkasına yüzümü gizleyerek miyavlamaya başladım. Kartı yüzümden çekip de farenin orada olup olmadığına baktığımda kıkır kıkır güldüğünü gördüm? Kim demiş hayvanlar gülmez diye! Pozitivizm, deneycilik, zooloji, bilim vız gelir. Ben o farenin güldüğünü kendi gözlerimle gördüm.
      Tam o esnada kapı açıldı ve onlarca kadının bir ağızdan konuşmalarını neden olduğu dehşet bir gürültü koğuşa dolunca, fare anında tabanları yağladı. Ben “Fare! Fare!” diye bağırınca koğuşun fare avcıları ellerine birer çekpas alırken, benim gibi farefobikler soluğu yüksek yerlerde aldılar. Kahraman fare avcıları sağa sola baktılar ama elleri boş döndüler. Fare çoktan yuvasına dönmüş ve muhtemelen etrafındaki farelere halimi anlatıp kahkahalarla gülüyordu.
      Yayla'yla sohbetimize dönersek, bu Hacivat Karagöz diyaloğu, görüşten gelen arkadaşların koğuşa girmesiyle sona erdi. Yedi kişi gitmişti görüşe ve bu yedi kişi koğuşa girdiğinde Cengiz Han7ın ordularının çıkardığı gürültüden daha büyük bir gürültü kopararak, her bir ziyaretçiyle olan diyaloglarını anlatmaya koyuldular. Bu hal, en az üç böyle sürecekti. Evet, burada bazı bilimsel açıklamalarda bulunmak şart. Malım, biz kadınlar konuşmayı severiz. Eh, ünlü antropolog Evenly Reed’e göre konuşmayı biz kadınlar icat etmişiz. İnsanlık bizlere ne kadar teşekkür etse az. Erkekler avlanmaya gidip de haftalarca ortalıkta görünmeyince bizler de yabani otları, kökleri ve meyveleri toplayıp ev işlerini de yani mağara işlerini de bitirince, kalan o boş zamanımızda toplanmışız ateşin başına ve başlamışız konuşmaya. O gün bu gündür de susmayız. Yani şimdi erkekler ne yapsın? Garibim, ormanda, avını pusuya düşürmek için sessiz durmak zorunda. Nasıl geliştirsin konuşmayı? Nasıl keşfetsin kelimeleri? “Pışş” dese kendisini vahşi bir hayvanın pençeleri arasında bulacak. Eh, iş başa düşmüş, biz geliştirmişiz konuşmayı. Unutmamak gerekir ki, dil eşittir düşünce! “Dil varlığın evidir” diyor Heidegger. Bu evi, cinsi latif kendi elleriyle kurmuş, ilgililere duyurulur.
      Gelelim zindana. Aman! Aman! Altı üstü on dakika olan bir telefon görüşmesinin bile anlatılması ve her defasında yeni eklerle yeniden anlatılması (malum, her hatırlayış ve anlatış yeni bir yorumdur!) saatleri bulur Einstein’ın E=m.c2 formüllü bile, zamanın bu kadar genleştirilip, dallandırılıp budaklandırılabilmesinin sırrını açıklayamaz.
DEVAM EDECEK
Fotoğraf: Adil Okay
 

Kategori: 

Bunları Okudunuz mu?

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Hapishane Dergisinin 51. Sayı...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Nisan-Mayıs-Haziran 2024 tarihli 51. sayısı...
TEK KİŞİLİK HÜCREDE YAZILAN BİR ÖYKÜ: DE...
               Mahallenin kimi çocukları ondan hem korkar hem de onunla uğraşmaktan vazgeçmezdi kargalar...
Duvarları delen çizgiler
Balıkesir Burhaniye yakınlarında yaşayan arkadaşlara davet. 10 Aralık'ta Insan hakları haftasında, Burhaniye Yerel Demokrasi ve Insan Hakları Gündemi...

Konuk Yazarlar

"BİZ BAŞKA TÜRLÜ SEVERDİK BİRBİRİMİ...
Derken, Galata Yokuşu'nun oralarda, yeni kurulmuş bir ajansta iş buldum. Burada getir götür işlerine bakacak ve Tünel'den başlayıp, Levent'e...
Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
  Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...
Utanmak/ Sıdo için/ Sevda KURAN
  Fakiri, zengini, orta hallisi, Alevi’si, Sünni’si, Ermeni'si, hacısı, hocası, orospusu, delisi ve de pavyon kabadayıları, sarhoşlarıyla...