Neccar'ın hurma bahçesi

Haydar Karataş kullanıcısının resmi
Artık bir parkta oturmuş kitabınızı okurken, ya da arkadaşınızla sohbet ederken bahçenin diğer köşesinde genç bir kadının ya da erkeğin hıçkırıklarını duyabilirsiniz. Belki de hıçkırıkların en çok duyulduğu Zürih’teki eski botanik bahçesine gitmemin nedeni de bu.

Eski Mısırlılar kendilerinden önceki dünyayı üç çağa ayırırlarmış. Tanrılar çağı, kahramanlıklar çağı ve insanlar çağı. Dünyanın üzerindeki medeniyetleri de üçe ayırırlardı; buğday medeniyeti, mısır medeniyeti ve pirinç medeniyeti.

Sağ olsun buğdaydan beslenen insanlar mısır medeniyetinin kökünü getirdi. İnkalar’dan geriye kala kala Machu Picchu dağı kaldı. O dağa her yıl yüz binlerce insan gider, meraklı gözlerle o eski insanların bu dağın başında neden bu şehri kurduklarını anlamaya çalışır. Karık edilmiş dağ yamaçları, birbirine bakan taş duvarlar yok edilmiş bir medeniyetin gizini fısıldar hala...

Sofrasını pirinçle kuran güneydoğu Asya en çok oğul veren medeniyet oldu. Arı kovanı gibi serpildi, yeryüzünün yarıdan fazlası onlar. İslam ve Hıristiyanlık Hint ve güney Asya’yı yok edemedi. Yılanlar, kertenkeleler hala yarı tanrı sayılır. Geçenlerde Neu Zürcher Zeitung adında bir gazetede okudum, aynı zamanda bir kilise papazı ve Yoga öğretmeni olan Dr. Werner Vogel 30 yıldır yogayı Katolik kilisesine entegre etmeye çalışıyormuş. Avrupa’nın elli yıl içinde din değiştireceğini; daha bireysel, dışarıdan müdahalenin olmadığı, kişinin kendi kendisiyle meditasyon yaptığı bir maneviyata yöneldiğini söylüyor. Pek çok teolog da bu fikri paylaşıyordu. Bazı kiliseler bahçelerini yoga meditasyonu için düzenledi, aslında bir süreden beri bu böyle. Din çağa uyum sağlamaya çalışıyor.

Artık bir parkta oturmuş kitabınızı okurken, ya da arkadaşınızla sohbet ederken bahçenin diğer köşesinde genç bir kadının ya da erkeğin hıçkırıklarını duyabilirsiniz. Belki de hıçkırıkların en çok duyulduğu Zürih’teki eski botanik bahçesine gitmemin nedeni de bu. Eski botanik bahçesinde her ağacın yaşı, göç edip geldiği memleket var. Bizim Dersim’in “glünk” otunun olduğu Avrupa’daki tek botanik bahçesi de sanırım bu park. Bu bahçeyi kuran doğa tutkunu misyonerin, bizim Dersim bitkisinin tam arkasında bir heykeli var. Adı Conrad Gesner. Dersim’in renk renk çiçekler açan bu bitkisi 1564 tarihinde göçüp gelmiş. Demek ki o gün bugündür kök veriyor. Kenardaki bankta oturur bu bitkiye bakarım. Hava güneşli olmasın, mübarek bin bir arı iç içe üst üste biner. Uğuldar. Sanki göç edip gelirken bu arılar da o dağlardan peşine verip gelmiş. Orada pek çok hıçkırık duyarsınız, yalnızlığın hıçkırıkları...

Ve ben Muhammed okurum. Aylardır bu adamın hayatını, ne bileyim sözlerini okurum, bir Almanca, bir Türkçe. Acı “glünk” otunun etrafında döner dururum. Bu yıl içim dışım İslam, okudukça kendimi alıp bir yerden atasım geliyor. Ey tanrım diyorum, güzellikten yana yok mudur bize söyleyeceğin. Hep titremek, cehennemde yanmak, düşman ilan etmek midir istediğin? Eve gelir gelmez de vaaz dinler halde bulurum kendimi. Şeyhlere ait defterler tuttum, hangi kelimeleri kullanırlar. Bu vaizlerin sesini kısarak da dinlemek gerekir. Muazzamdırlar, bence görüntü sesten daha büyük bir hikaye. İhsan Eliaçık söyler ya, Kuranı Kerim’de sekiz kez adalet kelimesi geçer diye. Sekiz adaleti 154 ile çarpın o kadar da öldürme, cariye nasıl alınır, esir ve cehennem geçer. Sevgi, aşk, merhamet ise yoktur. Adalet tartısı zayıf ama zalimlik derin.

İtirafım: Aslında bunları yazarken kendimden utanırım da, bence benim gibi Alevi kökenden gelenlerin İslam’a bakışı epeyce ötekileştiricidir. Ne yaparsam yapayım İslam’ın aydın yorumunda kendime bir yer bulamıyorum.

Saflık işte, bazen inanırım İslamcı yazarlara, derim işte olay budur. İslamcı bir yazar da insanları eşit görüyor, adaleti, hakkaniyet ve barışı savunuyor. Sonra beni kandırdıklarını fark ediyorum.

Bir kimya uyuşmazlığı da denebilir buna. Hatta bırakın bunu, şu laik eğitim tartışmasında dahi Alevilerin ne işi var diyorum? Laiklik tartışması modern Müslümanlarla, muhafazakar İslam’ın kavgası, Aleviler o tartışmayı çoktan kapatmıştır? İslam’da kadın ve erkek ayrımı vardır, ibadette dahi ayrıştırılır oysa Alevilikte ibadet esnasında “eril” ve “dişil” yok “can” vardır. Türkiye’de her tarikatın okulları var, Gülen’in okul sayısı binlerce, Nakşilerin, Süleymancıların en küçük tarikatın dahi otuz kırk okulu, koleji var. Aleviler’in yok. Bu inancın okulları olsa, bilmem kim türbanlı kim değil, kadın erkek bir mi ayrı mı tartışması olur mu, olmaz? Laik denen eğitim dahi bize gece gündüz dua ezberletti, zorla namaz kıldırdı.

Mesela Muhammed tartışması da öyle. Kırk Alevi ereni Muhammed’i kırklar ceminde yargıladı. Onun kendisine atfettiği bütün “üstünlükleri” aldılar ve fakir bir kul olarak kırklar cemine kattılar.

İslam aydınlarının sözleri dahi insan ruhuna büyük bir eziyet.

Ve tabii ki İslam, sahi İslam nedir? Öcalan İŞİD’in arkasında Yahudiler var dedi, kahroldum. Aklı başında bir Kürt bilgini bari sen yapma demedi. İhsan Eliaçık, İŞİD’in esir ve cariye alma şeklinin İslam’la bağdaşmadığını söyledi. Ahmet Hakan başka bir güzelleme yaptı.

İŞİD’in ruhu İslam’ın hep içindeydi, Müslüman Türk ve Kürt aydınları bu ruhla açık yüreklilikle hesaplaşmadılar. Türkiye’deki azınlıklara, Alevilere sorsalar İŞİD’in bazen devlet, bazen sokakta insan yakan çılgın bir kalabalık. Maraş’ta çocuk kafası kesen bir militan. 6-7 Eylül’de eli baltalı bir kasap olduğunu söylerlerdi. O ruh Ermeni olaylarında ve Dersim’de kadınları ve küçük kızları cariye olarak alıyordu. Almadı mı?

Ağaçlar değişti bin yılda, ormanlar büyüdü, çocukların oyunları dahi değişti. İslam değişmedi. Dün neydiyse bugün o. Eylemi, hikayesi, düşmanı, nefreti dahi aynı..

Cami dediğin neden başkasının bahçesini sever?

Aslında mesele de Validebağ’a ne bileyim Gezi Parkı’na cami neden yapılıyor meselesi değildir. İslam’ın ilk mescidi bir bahçeyi işgal ederek kuruldu. Validebağ direnişi de aslında 1400 yıl önce başladı. O gün bugündür insanlar bahçelerini camilerden korumaya çalışıyor.

Tayyip Erdoğan’ın ‘haddini bil terbiyesiz’ halleri dahi aynı. Öfke aynı öfke, nefret aynı nefret.

İhsan Eliaçık Bedir Savaşını çok seviyor.

Komedi bu ya, sahi şu Bedir Savaşı kime karşı yapıldı dersiniz? Muhammed kendi öz be öz kuzeni ve aynı zamanda süt kardeşi Ebu Süfyan’a karşı yapmadı mı? Ebu Süfyan kimdi, bir şair. Muhammed tanrının kendisine vahiy gönderdiğini söyleyince, Ömer Hayyam gibi onu tiyiye alan şiirler yazdı. Ebu Süfyan bir hiciv ustasıydı, bilgeydi. Muhammed ordusunu aldı Ebu Süfyan’ın üzerine yürüdü, beyaz entarili, deve ve atlar sırtında tozu dumana kattı. Ebu Süfyan’ın Henzel ve Amr adında delikanlı iki de oğlu vardı. Gelen orduyu onlar karşıladı, teslim olmadılar. Savaştılar. Henzel öldürüldü, Amr ise pek kişi ile beraber esir alındı. Süt kardeşinin oğullarından birini öldürmüş yani diğer yeğenini esiri almış bir dini düşünün, yetmez diyorsanız. Bu esirlere damadını ekleyin derim. Evet damadını da bu savaşta esir aldı.

Hatice’nin kolyesi ve İslam’da esir?

Ağlanacak halimize güleriz. İslam’da esire iyi davranılır denir ve gerekçe olarak da gene Bedir Savaşı gösterilir. İyi de esir aldıkları akrabalarıydı, damadı, yeğeni, kuzeni. İyi davrandı dedikleri de iplerini gevşetir. Bu savaşın gerekçesi açıktı, başkaları dahi onun dinine saygı gösterirken Ebu Süfyan nasıl kabul etmezdi? Ey Allahım! Ebu Süfyan biraz da zengindi, mal davarı, kadın ve kızları rehin aldı Medine’ye dönüldü. Orada ilk cami kurulacak ve bugünkü İslam devletinin ruhu şekillenecekti. Cami için neresi seçildi, elbette bir bahçe.

Eğer cami yapılacaksa bu cami tabii ki, insanların gölgesinde oturup dinlendiği, derin kuyusundan soğuk bir suyun çekildiği Neccar’ın hurma bahçesi. Şehrin en güzel köşesi orası.

Neccar, bahçesinden başka bir yer olamazdı.

Neccar, bahçesini işgal etmiş Muhammed’i görünce, “Bahçeyi iki yetime verdim” dedi. Yetim hakkı yenmez. “Hayır” dendi ve güzelim hurma ağaçları kesildi. Büyük bir isyan çıktı, Neccar’ın ata ve dededen kalma ağaçları bir bir devrilip camiye çatı, duvar oldu. Bahçe sahibinin yüreği dayanmadı muhacir oldu, şehri terk etti. Medine barış!

Söylemesi ayıp Müslüman ağaç dikmeyi sevmez, ağacı kesmeyi ise o günden beri sever. Avrupa’ya gelir Müze görür, şöyle der: “Zenginliklerimizi çalıp getirmişler.” Be mübarek heykel sende putperestlik değil mi, Muhammed Mekke’deki o güzelim heykelleri ne yaptı? İsrail çölde cennet yaratı, sizler bağ bahçe olan, Suriye, Yukarı Mezopotamya ve Anadolu’yu çöle çevirdiniz. Tarihi bir tapınağın, bir kilise kalıntısının duvarlarını dahi altın var diye kemirdiğiniz. Yeşermesin diye ağaçların dahi köklerini söktünüz. Anadolu çöl.

Her cami yüz yaşında, eski tapınakların yerine kurulan, şimdi ulu cami denen kiliseden devşirme camilerin çevresi dışında etrafı ağaçlı bir cami yok. Ordudan sonra en büyük asalak zümre ise bu imamlar ordusu; yan gelip yatarlar, toprağa kazma dahi vurmazlar. İmamsan bari aynı zamanda okulda öğretmen ol, o da yok. Yılda bir tane ağaç dik. Suyunu ver, köküne işesen dahi caminin yanında on iki yılda on iki ağaç olur.

Dedim ya Bedir Savaşı’nda damadı Ebu’l As’ı da esir almıştı diye. Ebu’l As Zeynep’in kocasıydı, Zeynep baktı din iman yok, varını yoğunu topladı Muhammed’e fidye olarak gönderdi. Annesi Hatice’nin evlendiği gün boynuna taktığı kolyeyi de en üste koydu. Derler ki Muhammed Hatice’nin kolyesini görünce duygulandı. Komutanlarına, “Bırakıyorsanız bırakın, kolyeyi de geri verin” dedi. Ebu’l As’ı çağırdı ve büyük oyunu oynadı. Dedi, “Kolyeyi ve paraları al, adamlarım seni sağ salim götürecek, ama kızım Zeynep beni ziyarete gelsin.” Ebu’l As onu göndereceğine söz verdi.

Zeynep geldi ve Allah’ın Resul’ü ona şöyle dedi : “Vahiy, Müslüman bir kadının, müşrik bir erkekle evli kalmayacağını emrediyor...” bırakmadı.

Size şu kadarını hatırlatayım: Türkiye’deki İslam’ın en iyi yüzlerinden biri Ahmet Hakan’dır. Çarşamba sohbetlerinde Prof. Dr. Mustafa İslamoğlu’na sormuş: “Müslümanın Müslümanı öldürmesi nasıl mümkün olabilir? Nasıl bir motivasyonla yapılır bu?” her şeyin özeti gibi. İslam’ın en ilericisi böyle düşünmekte; Müslüman Müslümanı öldürebilir mi? Türk’ün Türk’ü öldürmesi kendi iç meselesidir, kardeş kavgası yapmayın denir, kınar ama Türk’ün Kürd’e, Ermeni’ye davranışı bir insanlık meselesidir. İnsanlık kendimizden olmayana bakışla ölçülür. Terazisi odur. Yoksa sizin kendi kardeşinizle kavgalı olma hikayesi değil durum.

İslam ağaç dikmeyi sevmiyor, ama başkasının bahçesine, kadınına, kızına göz dikiyor. Kendi bahçesini kuramayan bir medeniyet bu. Buğday atsan buğday, mısır atsan mısır tutmuyor. Pirinci diş kırıyor... Ekmez, dikmez, suyunu vermez ağacın. Müslümana ağaç dikme cezası verilsin... Parklar, bahçeler kurtulsun, insanlık da kurtulur.

Kategori: 

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Hapishane Dergisinin 51. Sayı...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Nisan-Mayıs-Haziran 2024 tarihli 51. sayısı...
TEK KİŞİLİK HÜCREDE YAZILAN BİR ÖYKÜ: DE...
               Mahallenin kimi çocukları ondan hem korkar hem de onunla uğraşmaktan vazgeçmezdi kargalar...
Duvarları delen çizgiler
Balıkesir Burhaniye yakınlarında yaşayan arkadaşlara davet. 10 Aralık'ta Insan hakları haftasında, Burhaniye Yerel Demokrasi ve Insan Hakları Gündemi...

Konuk Yazarlar

Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
  Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...
Utanmak/ Sıdo için/ Sevda KURAN
  Fakiri, zengini, orta hallisi, Alevi’si, Sünni’si, Ermeni'si, hacısı, hocası, orospusu, delisi ve de pavyon kabadayıları, sarhoşlarıyla...
Girit Leblebisi
  Ben vakitlice davranmış, gün batımını da izlemek için kahvelerin gürültüsünden uzakça bir bankı gözüme kestirip oturmuştum. Bir süre sonra,...