İnsandaki Bencillik ve Yıkıcılığın Ana Kaynağı

Cemal Zöngür kullanıcısının resmi
Dünyanın her ülkesinde devletler toplumların üst aklı olup, insanların çoğunluğu devletin bu siyaset ve adalet yapısına göre karakter kazanırlar.

 
Bir devlet yönetim sisteminde tek dil, tek din, tek ırk, tek düşünce, tek kültür, tek kişi ukalalığı yaşam ilkesi yapılmışsa, vay haline o toplumun! Bu tür devletlerde bencillik, yıkıcılık ve ahlaksızlığa karşı olan kişiler, hep aşağılanıp dışlanır. Dışlamayı devlet başlatır, toplum uygular.
İnsan kişiliği üzerine net düşünce belirtmek her zaman zor ve meşakkatlidir. İnsan denen canlı varlık, evrenin sonsuzluğuna benzer. Evrendeki galaksi, yıldız ve gezegenlerin oluş, hareketleri nasıl ki tam bilinmiyorsa, insanın derin duygu ve doyumsuzluğunun anlaşılması da aynı şekilde zordur. Ne zaman, ne kadarla doyuma ulaşacağı bilinmeyip, sürekli karakter değişikliği göstermesi, insanla ilgili teorileri çoğu zaman çürütmektedir. Belirli bir aşamaya kadar anlaşılmaya çalışılan insan, başka bir zaman farklı duygu ve tavırla ortaya çıkması, insanın daha derin incelenmesini gerektiriyor. Bu yüzden insan biyolojik düşünce avantajıyla, çok daha derin ve gizemlidir. Önümüzde böyle bir insan gerçekliği varken, bencil ve yıkıcılığını anlamanın yolu psikolojik, sosyolojik olarak, ana karnından itibaren incelemekle mümkündür.
 
Her şeyden önce insanı acımasız yıkıcı karaktere sahip kılan temel yapı, can ve açlık korkusuyla birlikte doyumsuzluğudur. İnsandaki her üç güdü, düşünceyle organize şekle dönüştüğünde, tam bir canavar olup çıkıyor. Can ve açlık korkusu insana yakışır şekilde öğretilip kavratılsa, doyumsuzluk diye bir şey kalmaz. Doyumsuzluk konusunda her insan, kendisinin mütevazi ve ölçülü olduğunu düşünür. Bir kere adaletin fahişe yapıldığı ülkelerde, sosyal imkanlara göre büyük ya da küçük şekilde doyumsuzluk her insanda vardır. Bunun farkında olup bilinçli sorgulama, kültür disiplini ve temel ihtiyaçların dışında diğer saplantılar öldürülmeden, kimse ben temizim diyemez. Başkaları gibi benimde her şeye sahip olma hakkım var düşüncesi, üç üniversite bitiren her insanda bencil ve yıkıcılığı yükseltiği bilinmelidir.
 
Kişinin yaşadığı aile, çevre ve devlette, her türlü baskı, korku, haksızlık, diz boyu ise, toplum vahşileşmiş sürüden başka bir şey değildir. Üstelik bağnaz, geri, modern doyumsuz toplumlarda, bencil ve yıkıcılık tanrı, din, devlet kutsallığıyla büyütülmesi, melek gibi insanları bile yoldan çıkarmıştır. İnsanla ilgili olumsuzlukların ana karnından itibaren başladığını, şu şekilde ifade edebiliriz.
 
Bebek doğurmaya aday bir annenin, bebeğinin iyi bir karaktere sahip olabilmesi, önce anne ve babanın insani standartlara yakın eğitim, kültür ve maddi imkana sahip olması şarttır. Bununla birlikte yaşanılan ülke yönetimi de evrensel demokratik kurallardan uzak olmamalıdır. İfade edilen standartlara uygun olmayan aile, çevre ve devlette, istisnaların dışında çocuklar, bencil yıkıcı karakterin alt yapısıyla üç aşamada şekillenmektedirler.
 
1- Ana Karındaki Aşama: Ana rahmine düşüp el ayak ve cinsiyeti belirlenen bebek, o andan itibaren annenin yaşadığı olumlu olumsuz tüm duygularla birlikte, beslenme şekli direkt yavruyu etkileyip karakterin izlerini oluşturur. Bu dönemde annenin yaşadığı sıkıntıların yansımasının dışında, bebek bir sudan daha temiz ve masumdur. Annenin haricinde ne babanın, ne sistemin, ne tanrının, ne de dinin direkt hiçbir etkisi söz konusu değil bebek üzerinde. Dokuz ay sonra sade temiz bir şekilde doğan bebek, doğumdan sonra anne, baba ve ailenin günlük faaliyetlerindeki olumlu olumsuz ses, koku, renk ve ışık gibi olaylar, bebeğin bilinçaltına etki etmeye başlar. Şayet aile maddi, kültürel, siyasal olarak evrensel değerlerin altında sürekli problemlerle yaşarsa, çocuğun bencil ve yıkıcı karakterden uzak olacağı düşünülemez.
 
Bebeğin ailesi doğru eğitim, yeterli ekonomik imkana sahipse, bebek fazla olumsuzlukla karşılaşmadan bu dönemini biraz daha uygun tamamlayabilir. Normal aile ortamında büyüyen bebeklerin, ileride daha sakin ve engin bir kişilik kazanması mümkün olsa da, adaletin fahişeleştiği demokrasi dışı toplum ve ülkelerde, bunun hiçbir garantisi yoktur. Çatışma ve kaos ortamında büyüyen bebekler, doğal olarak duygusal, fiziksel ve düşünsel açıdan agresif, negatif enerji ile dolarlar. Agresif enerjiyle dolu çocukların içerisinden çok azı, ileride olumlu bir karaktere sahip olabilir. Bebeklikte oluşan karakter izleri, çocukta yaklaşık altı ve yedi yaşına kadar devam etmiş olup, bu dönemden sonra okulla birlikte ikinci aşamaya geçilir.
 
2- Çocukluk Aşaması: Bu dönem genel olarak 4 ile 12 yaş arasını kapsar. Çocuğun bu evresinde iki yapı belirleyicidir. Ailenin yaşam şekli, kültür, inanç yapısı birinci faktördür. İkinci faktörse okul eğitimi, öğretmenleri ve arkadaş çevresi. Çocuk iki yapıdan genelde eşit şekilde etkilense de, hem eğitimin vermiş olduğu güçle hem de yaşının ilerlemesiyle, birisinden daha çok etkilenip karar verir. Söz konusu dönemde yine en çok etkili olan yapı, devletin eğitim sistemi ve adalet anlayışıdır. Aile, çevre ve okul, devlet yapısına doğrudan bağlı olduğundan, hepsinin karakteri devlete benzer. Türkiye gibi demokratik ilkelerden uzak adaletsizliğin diz boyu olduğu toplumlarda, insanlar üzerinde devletin etkisi daha fazladır.
 
3- Gençlik ve Olgunluk Aşaması: Çocuklar yaklaşık on iki yaşlarından itibaren artık gençlik evresine adım atmaya başlar. Çocukluğunda aile, okul ve çevreden aldıklarının çoğunu ya silip süpürür veya hepsini sentezleme yapar. Yinede her şartta bir gencin karakterini, ya ailenin maddi manevi güçlü olması belirler veya devlet yapısı. Her ülkede ailelerin %90'ı karakter ve kişilik olarak devlete göre şekillendiğinden, çocuk ister aileye bağlı olsun isterse devlete, çok fazla bir şey değişmiyor. Her şeyi belirleyen devlette, gençlerin çoğu devletin bencil ve yıkıcı karakterine sahip olurlar. Bir çocuğun; aile ve devletin anormalliğinin dışında farklı bir karakterle ortaya çıkması, devrimci materyalist felsefeye sahip olmasına bağlıdır.
 
İlköğretimden üniversite bitimine kadar erişkinlerin öğrendiği, gözlemlediği ve yaşadığı olaylar, devletin siyasi politikalarının bir sonucudur. insanların olumlu olumsuz karakter şekillenmesinde direkt devlet sorumludur. Hele Türkiye gibi demokrasi dışı feodalizm, oligarşi ve teknoloji ile iç içe girmiş adaletin fahişeleştiği devlet yönetimlerinde, insanların bencil yıkıcı olması doğal karşılanan bir durumdur. Çünkü devlet her şeye hükmeden anormal bir yönetimi sürekli büyütmektedir. Genç bir insanın bu devleti aşacak karakteri ortaya koyması oldukça zor bir olay.
 
Genç ve olgun insanlar ister serbest çalışsınlar ister de özel veya kamuda, hayatı idame ettirmenin tek yolu devletle iyi geçinmeye bağlıdır. Adalet iktidarların fahişe basında metresi olursa, devleti pezevenkler yönettiği için, genç kuşakların farklı karaktere sahip olması, dahice zekayla ancak mümkündür. Her insan üstün zekalı olamayacağına göre, devletin karaktersizliği genç ve olgun insanların üzerinde hep etkili olmuştur.
 
Bir devlette asırlarca belirgin ve etkili şekilde zengin fakir ayrımının uçurum derecesinde yaşanması. Zenginin her dediğini devletin yerine getirmesi. Her türlü yolsuzluk yapanın hiçbir şekilde cezalandırılmadığı. İslam Arap kültürüyle toplum bilinci işlemez duruma getirilip, demokrasiyi yalnızca oy kullanmada görmek. Erkeğin her türlü egemen olduğu İslami toplumda, bencillik ve yıkıcılığın temeli, ana rahminden itibaren atılmış demektir.
 
Dünyanın her ülkesinde devletler toplumların üst aklı olup, insanların çoğunluğu devletin bu siyaset ve adalet yapısına göre karakter kazanırlar. Bir devlet yönetim sisteminde tek dil, tek din, tek ırk, tek düşünce, tek kültür, tek kişi ukalalığı yaşam ilkesi yapılmışsa, vay haline o toplumun.! Bu tür devletlerde bencillik, yıkıcılık ve ahlaksızlığa karşı olan kişiler, hep aşağılanıp dışlanır. Dışlamayı devlet başlatır toplum uygular.
 
Konuyla doğrudan örtüşen şu deyim her şeyi daha net ifade ediyor. “Balık baştan kokar”. Bir devlet kokuşmuşsa, toplum baştan ayağa kokmuş demektir. Kendisini tanrı kadar kutsal, Ejderha kadar büyük gören devletlerde, her türlü ahlaksızlıklar dönmeden ayakta kalınması imkansızdır. Halkın çoğunluğu bunun hiçbir zaman farkında olamaz. Halbuki adaletin oturmadığı ülkelerde hırsız yönetimler, kendi yaptığı ahlaksızlıkları sürekli birilerinin üzerine atarak hedef şaşırtırlar. Halk ise devletten aşırı derecede korktuğu için, hesap sormak yerine topluluğu suçlar. Böylece bencil ve yıkıcılığın ana kaynağı devletin suçu bilinçli olarak buharlaştırılarak, hırsız devletlerin ömrü uzatılmış olur.

Kategori: 

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Hapishane Dergisinin 51. Sayı...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Nisan-Mayıs-Haziran 2024 tarihli 51. sayısı...
TEK KİŞİLİK HÜCREDE YAZILAN BİR ÖYKÜ: DE...
               Mahallenin kimi çocukları ondan hem korkar hem de onunla uğraşmaktan vazgeçmezdi kargalar...
Duvarları delen çizgiler
Balıkesir Burhaniye yakınlarında yaşayan arkadaşlara davet. 10 Aralık'ta Insan hakları haftasında, Burhaniye Yerel Demokrasi ve Insan Hakları Gündemi...

Konuk Yazarlar

"BİZ BAŞKA TÜRLÜ SEVERDİK BİRBİRİMİ...
Derken, Galata Yokuşu'nun oralarda, yeni kurulmuş bir ajansta iş buldum. Burada getir götür işlerine bakacak ve Tünel'den başlayıp, Levent'e...
Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
  Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...
Utanmak/ Sıdo için/ Sevda KURAN
  Fakiri, zengini, orta hallisi, Alevi’si, Sünni’si, Ermeni'si, hacısı, hocası, orospusu, delisi ve de pavyon kabadayıları, sarhoşlarıyla...