Türkiye'de İlan Edilmeden Yaşatılan Şeriatın, İlanında Son Viraj

Cemal Zöngür kullanıcısının resmi
Artık herkes şunu kabul etmelidir, Türkiye’de resmi bir Şeriatın ilanı an meselesi. Ve bundan en büyük zararı görecekler, öz dil ve kültürüne sahip çıkan Türkler ile Kürtler olacak.

Kim hangi mantık, düşünce ile inanırsa inansın Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslam birbirinin içerisinden, birbirine düşmanlaşarak çıkan İbrani, Süryani ve Arapların uydurma dinleridir. Her üç halk birbiriyle aynı etnik yapıdan olan kardeş toplumlar olduğundan, dini masallarının kendilerine hoş gelmesi demek, diğer toplumlarda da aynı hazzı uyandıracak diye bir mantık söz konusu edilemez. Çünkü bu dinler Allah’ın var ettiği dinler değil, üç kardeş toplumun gelişkin masalcı hikayelerinin bir ürünüdür. Söz konusu dinler, farklı etnik yapıdan toplumların öz kültür, dil ve düşüncelerine hem zıt hem de uygun düşmeyen bir yapıya sahipler. Türk’ün, Fars’ın ve Kürdün İslam’a sarılıp yüceltmesi demek, kendi öz kültürel değerlerini ve karakterini alçaltmadan, o dinin içinde yer almaları mümkün olmadı hiçbir zaman.
 
Birçok siyasi ve dini düşüncelerde olduğu gibi İslam Şeriatı, her ülke ve toplumun özgün yapısına göre mecburen farklı şekillerde uygulanma imkânı bulmakta. Arap toplumlarında uygulanan İslam Şeriatıyla, Arap olmayan Hindistan, Pakistan, Bangladeş, Cezayir, Libya, Tunus, Türkiye ve İran gibi ülkelerde daha farklı inanma ve uygulama biçiminin olması, söz konusu ülkelerin şeriatçı olmadığı anlamına gelmiyor. Sonuç olarak hepsi İslam’ın masallarını yücelterek Arap dil ve din milliyetçiliğine hizmet etmektedirler. Arap olmayan ülkeler içerisinde, sözde daha laik, seküler ülke imajı yaratarak bugünlere gelmiş Türkiye’nin, gerçek çağdaş demokratik olması gerekirken her geçen gün daha da gericileşmesi, esasında eskiden beri sahip olduğu İslam karakterini, samimice ortaya koymaktır. Tüm bunlardan şu sonuç ortaya çıkıyor.
 
Türkiye’yi var edip yönetenlerin gerçek duygu, düşünceleri her zaman feodalist bağlara dayanan Nepotizmciliktir. Bu da yüksek maddi ve kariyer çıkarlar için, her türlü ilkellik başta olama üzere, İslam’ı kullanmak mükemmel bir araçken, halkın çoğunun İslam’a inanması da kendileri açısından, bulunmaz bir siyasi, politik manevradır. Böylece hem Batılı müttefiklerinin kendilerine yönelteceği eleştirileri bertaraf edebildiler hem de gerçek çağdaşlığın temeli laik, seküler demokrasiyi sürekli halının altına süpürerek, İslam olmaktan büyük gurur duyan devşirme bir toplum şeklini aldılar.
 
Yüzyıldır Türkiye’deki tüm uygulamalar, adı ilan edilmemiş şeriat devletinden başka bir şey değildi. Devletin adının Cumhuriyet olması, Batılı laik, seküler ülkeler gibi gerçek, çağdaş, demokratik devlet olduğu anlamına hiçbir şekilde gelmedi. Bunun en sağlam kanıtları, İslam’ın devletin resmi dini olması ve her uygulamanın, İslam’a göre forma sokulmasıdır. Türkiye Cumhuriyeti’nin laik ve seküler bir devlet olamadığını, şu gerçekler daha iyi ifade ediyor.
 
Her şeyden önce gerçek “Laik, Seküler ve Demokratik Bir Devlette’ devletin dini İslam’dır diye en ufak Anayasal madde ve ibareden asla söz edilmez. İkinci önemli ayrıntı, Türkiye’de yaşayan toplumun %99’u Müslümandır ifadesi, devlet eliyle resmi olarak yalanı meşrulaştırmaktır. Daha da anormali; Türkiye’de yaşayan herkesin, Türk olduğunu yazan Anayasa ve yasa maddeleri, doğrudan din ve etnik ırkçılık iken, bu Arap İslam’a hizmet eden bir ırkçılıktır. Söz konusu ırkçılığın sonucu olarak, İslam’a mesafeli duran Türk’e, Kürt’e, Ermeni’ye, Süryani’ye, Çerkez’e, Gürcü’ye, Laz’a, Hemşin’e, Rum vb. halklara sürekli tehdit, baskı, asimilasyon ve katliamlar, İslam için uygulanmadı mı? Benzer şekilde Cumhuriyetin en sadık, bir numaralı savunucuları Aleviler, bilerek veya bilmeyerek kendilerini Şii İslamcı gördükleri halde, devletin katliamlarından bir türlü kurtulamamalarını nasıl açıklamak gerekir? Yine ilköğretimden, ortaöğretim ve yüksekokullarda, İslam Arap tarihini, Türklük ve Türk Tarihi olarak okutulup öğretilmesi, Türkiye’de yaşayan halklara ihanettir. Bu tür gerici, ırkçı uygulamaları saymakla bitiremeyiz. Özet olarak Türkiye devletindeki gerçekler bunlar iken, Birinci Dünya Savaş’ın dan sonraki ortamda, Mustafa Kemal ve arkadaşları neden gerçek bir demokratik devlet kuramadıklarının cevabını, dürüstçe vermek hayati önemdedir.
 
Osmanlı’nın altı yüzyıl egemenliğinde yaşayan halkların okuma yazma oranı %10’u geçmiyordu. Ve bu toplumun %98’i yalnızca Arap İslam masallarıyla uyutuldu. 1918 Mondros Ateşkes Antlaşmasıyla, Türkiye Devleti’nin oluşumu başlatılırken, Mustafa Kemal ve arkadaşlarının öyle ifade ettikleri gibi gerçek çağdaş ve laik, demokratik bir devlet kurmaları ne kültürel olarak ne de askeri ve ekonomik açıdan hiçbir şekilde mümkündü. Selçuklular ve Osmanlı tarafından Arap İslam gericiliği ile kültürel olarak bitirilmiş halkların, son dünya savaşıyla tamamen ortadan kalkması, güçlü devletlerden yardım almadan ve onların direktiflerine uymadan, bir düzen gerçekleştirmek tüm siyasi düşünceler için mümkün değildi. Aynı dönemde bizlerde olsaydık, bu bizler için de geçerlidir.
 
Üstelik Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşları hem Osmanlı’nın İslamcı devşirme düşüncesine hem de şeriatçı yönetimine, muhalefet edecek felsefi, siyasi birikime sahip değillerdi. 1915’lerde Anadolu’da yalnızca Mustafa Suphi ve arkadaşları, Komünist Parti adıyla muhalefet etmeye çalıştılarsa da bu düşünceyi kavrayacak, o demende halk tabanı yoktu. Bu yüzden Mustafa Suphilerin muhalefetinin bir etkisi ve anlamı olmadı. Mustafa Kemal ve arkadaşları mecburen toplumsal niteliğe en uygun sistemin, Türk İslam Sentezi denilen uydurma ile, İslam’ı dışlamadan ve Batılıların desteğini alacak, laik vb. söylemlerle herkese mavi boncuk dağıtan yapıyı ancak oluşturdular.  Böylece resmi Devlet İslamcılığı ile, Türkçenin Dilbilgisi (Gramatik) dışında, diğer tüm kültür ve dilleri dejenerasyona uğratan İslamcılık, Osmanlı şeriatının kısmi şekilde yontulmuş haliydi. Neden böyle olduğunu irdelediğimizde, şu gerçekler ortaya çıkıyor:
 
Anadolu’da yaşayan halkların eğitim, kültür niteliği çağın en gerisinde olduğundan, Mustafa Kemal ve arkadaşlarının isteseler de farklı bir sistem gerçekleştirmezlerdi. Toplumdaki niteliksizliğin hâlâ devam etmesi, bizleri haklı çıkarmaya yetiyor. Mustafa Kemal Atatürk’ün arkadaşları içerisinde, dünyadaki siyasi gelişmeleri ve toplumların nitelikleriyle ilgili bilimsel, felsefi düşünüp, tartışabilen entelektüel, aydın olsaydı, sahte laiklik ve sahte Türklük yerine, gelişmemiş federal yapı oluşturabilirlerdi. Örneğin herhangi bir Anadolu halkının dili, üst kültür (Ulusal Dil) olarak seçilip, diğer dillerin öğrenilmesi resmi olarak tanınıp okutulabilirdi. Devamında İslam ya da başka bir dini, devletin resmi dini yapmak yerine, insanların bireysel yaşamlarında inançlarını icra etmelerini sağlayan ortamın yaratılması yeterli olurdu. İfade edilenler uygulansaydı, laikliğin şekilcilik değil, din ve devlet işlerinin gerçekten birbirinden ayrı bir mantık olduğunu herkes görüp kavrayacaktı.
 
Gelişmemiş bir federal yapı, o dönemin şartlarına göre tek uygun modeldir. Bu yapıyla dahi Türkiye’nin kısa sürede ileriye gitmesi pek mümkün değildi. Buna engel oluşturan kaynaklar hem iç kültürel ve feodalist gerilikler hem de Batılı devletlerin birtakım engelleridir. Yine de gelişmemiş bir federal yapı dahi, sahte laik ve sahte demokratik Türkiye’den çok daha iyi bir sistem olurdu. Ve Türkiye’de sürekli şeriat vb. tehlikeler kolayca yaşanmazdı. Son yıllarda yaşananlardan anlaşılacağı gibi, Türkiye’de bir şeriat devletinin ilanı an meselesi. Öz dil ve tarihsel gerçek kültürüne sahip çıkmak isteyen halklar, zaman kaybetmeden demokrasi çatısı altında birleşerek, İslam şeriat tehlikesini ortadan kaldırmalıdırlar. Bu yapılmadığı sürece, durum düşünülenden daha tehlikeli ve son viraja gelindiğini herkes bilmelidir.
Cemal Zöngür

Kategori: 

Yorumlar

Bektaş TOSUN kullanıcısının resmi

Bektaş TOSUN (doğrulanmadı) tarafından tarihinde gönderildi

Henüz o kadar kolay değil. Hiç bir rejim kansız değişmez.
Azı çoğu olmayacak bu değişimin ama mutlak bir kavgası verilecektir.
Bahçeli salavatını verdi, son sözü Tayyip Erdoğan söyleyecektir.
Kurumların yönetimini idari olarak ele almış olabilir ama kurumları
hepten yok etmek kolay olmayacaktır.
Korku salmak değil de, direnmek ve kazanmanın yollarını önermek daha doğru olur diye düşünüyorum yoldaşım.

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Hapishane Dergisinin 51. Sayı...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Nisan-Mayıs-Haziran 2024 tarihli 51. sayısı...
TEK KİŞİLİK HÜCREDE YAZILAN BİR ÖYKÜ: DE...
               Mahallenin kimi çocukları ondan hem korkar hem de onunla uğraşmaktan vazgeçmezdi kargalar...
Duvarları delen çizgiler
Balıkesir Burhaniye yakınlarında yaşayan arkadaşlara davet. 10 Aralık'ta Insan hakları haftasında, Burhaniye Yerel Demokrasi ve Insan Hakları Gündemi...

Konuk Yazarlar

Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
  Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...
Utanmak/ Sıdo için/ Sevda KURAN
  Fakiri, zengini, orta hallisi, Alevi’si, Sünni’si, Ermeni'si, hacısı, hocası, orospusu, delisi ve de pavyon kabadayıları, sarhoşlarıyla...
Girit Leblebisi
  Ben vakitlice davranmış, gün batımını da izlemek için kahvelerin gürültüsünden uzakça bir bankı gözüme kestirip oturmuştum. Bir süre sonra,...