Bir Cezaevinde, Tecritteki Adamın Mektupları

Savaş Erdoğan kullanıcısının resmi
Bir Cezaevinde, Tecritteki Adamın Mektupları



Senin adını 

kol saatımın kayışına tırnağımla kazıdım. 

Malum ya, bulunduğum yerde 

ne sapı sedefli bir çakı var, 

(bizlere âlâtı-katıa verilmez), 

            ne de başı bulutlarda bir çınar. 

Belki avluda bir ağaç bulunur ama 

gökyüzünü başımın üstünde görmek 

                                                   bana yasak... 

Burası benden başka kaç insanın evidir? 

Bilmiyorum. 

Ben bir başıma onlardan uzağım, 

hep birlikte onlar benden uzak. 

Bana kendimden başkasıyla konuşmak 

                                                                yasak. 

Ben de kendi kendimle konuşuyorum. 

Fakat çok can sıkıcı bulduğumdan sohbetimi 

                                            şarkı söylüyorum karıcığım. 

Hem, ne dersin, 

o berbat, ayarsız sesim 

                      öyle bir dokunuyor ki içime 

                                                      yüreğim parçalanıyor. 

Ve tıpkı o eski 

        acıklı hikâyelerdeki 

yalnayak, karlı yollara düşmüş, yetim bir çocuk gibi bu yürek, 

mavi gözleri ıslak 

kırmızı, küçücük burnunu çekerek 

                senin bağrına sokulmak istiyor. 

Yüzümü kızartmıyor benim 

              onun bu an 

                              böyle zayıf 

                                       böyle hodbin 

                                                 böyle sadece insan 

                                                                                oluşu. 



Belki bu hâlin 

fizyolojik, psikolojik filân izahı vardır. 

Belki de sebep buna 

                     bana aylardır 

                     kendi sesimden başka insan sesi duyurmayan 

                                                                bu demirli pencere 

                                                                     bu toprak testi 

                                                                          bu dört duvardır... 



Saat beş, karıcığım. 

Dışarda susuzluğu 

                               acayip fısıltısı 

                                            toprak damı 

ve sonsuzluğun ortasında kımıldanmadan duran 

                                                         bir sakat ve sıska atıyla, 

yani, kederden çıldırtmak için içerdeki adamı 

dışarda bütün ustalığı, bütün takım taklavatıyla 

ağaçsız boşluğa kıpkızıl inmekte bir bozkır akşamı. 



Bugün de apansız gece olacaktır. 

Bir ışık dolaşacak yanında sakat, sıska atın. 

Ve şimdi karşımda haşin bir erkek ölüsü gibi yatan 

                                                                 bu ümitsiz tabiatın 

ağaçsız boşluğuna bir anda yıldızlar dolacaktır. 

Yine o malum sonuna erdik demektir işin, 

yani bugün de mükellef bir daüssıla için 

yine her şey yerli yerinde işte, her şey tamam. 

Ben, 

ben içerdeki adam 

yine mutad hünerimi göstereceğim 

ve çocukluk günlerimin ince sazıyla 

suzinâk makamından bir şarkı ağzıyla 

yine billâhi kahredecek dil-i nâşâdımı 

seni böyle uzak, 

seni dumanlı, eğri bir aynadan seyreder gibi 

                                                                kafamın içinde duymak... 

  



Dışarda bahar geldi karıcığım, bahar. 

Dışarda, bozkırın üstünde birdenbire 

taze toprak kokusu, kuş sesleri ve saire... 

Dışarda bahar geldi karıcığım, bahar, 

dışarda bozkırın üstünde pırıltılar... 

Ve içerde artık böcekleriyle canlanan kerevet, 

                                              suyu donmayan testi 

ve sabahları çimentonun üstünde güneş... 

Güneş, 

artık o her gün öğle vaktine kadar, 

bana yakın, benden uzak, 

sönerek, ışıldayarak 

                               yürür... 

Ve gün ikindiye döner, gölgeler düşer duvarlara, 

başlar tutuşmaya demirli pencerenin camı : 

                                                     dışarda akşam olur, 

                                                     bulutsuz bir bahar akşamı... 

İşte içerde baharın en kötü saatı budur asıl. 

Velhasıl 

o pul pul ışıltılı derisi, ateşten gözleriyle 

bilhassa baharda ram eder kendine içerdeki adamı 

                                                              hürriyet denen ifrit... 

Bu bittecrübe sabit, karıcığım, 

                                         bittecrübe sabit... 





Bugün pazar. 

Bugün beni ilk defa güneşe çıkardılar. 

Ve ben ömrümde ilk defa gökyüzünün bu kadar benden uzak 

                                                  bu kadar mavi 

                                                  bu kadar geniş olduğuna şaşarak 

                                                  kımıldanmadan durdum. 

Sonra saygıyla toprağa oturdum, 

dayadım sırtımı duvara. 

Bu anda ne düşmek dalgalara, 

bu anda ne kavga, ne hürriyet, ne karım. 

Toprak, güneş ve ben... 

Bahtiyarım...



1938



Nazım Hikmet Ran

Kategori: 

Bunları Okudunuz mu?

04/18/2024 - 15:42
04/09/2024 - 18:27
04/09/2024 - 14:09
01/30/2024 - 12:13
01/29/2024 - 19:13

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Hapishane Dergisinin 51. Sayı...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Nisan-Mayıs-Haziran 2024 tarihli 51. sayısı...
TEK KİŞİLİK HÜCREDE YAZILAN BİR ÖYKÜ: DE...
               Mahallenin kimi çocukları ondan hem korkar hem de onunla uğraşmaktan vazgeçmezdi kargalar...
Duvarları delen çizgiler
Balıkesir Burhaniye yakınlarında yaşayan arkadaşlara davet. 10 Aralık'ta Insan hakları haftasında, Burhaniye Yerel Demokrasi ve Insan Hakları Gündemi...

Konuk Yazarlar

Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
  Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...
Utanmak/ Sıdo için/ Sevda KURAN
  Fakiri, zengini, orta hallisi, Alevi’si, Sünni’si, Ermeni'si, hacısı, hocası, orospusu, delisi ve de pavyon kabadayıları, sarhoşlarıyla...
Girit Leblebisi
  Ben vakitlice davranmış, gün batımını da izlemek için kahvelerin gürültüsünden uzakça bir bankı gözüme kestirip oturmuştum. Bir süre sonra,...