Akitbo

Alihan Demir kullanıcısının resmi
Pürüzsüz cildin üzerinde kayan jiletin parlaklığı, hayatı daha anlamlı kılıyordu adeta. Bu jilet, öyle böyle bir jilet değildi. Yazıklar olsun, bu jileti almayana ve kullanmayana. Tamam. Reklam amacına ulaşmıştı. Her erkek bu jiletten almak isterdi artık. Zaten jileti üreten firma da memnun olmuştu bu reklama.

Reklam bir iki ekranlarda dönmeye başlayınca firma hemen istatistiklerini yoklamış ve reklamın başarısı konusunda reklam şirketine tam puan vermişti.  Antlaşmanın şartlarına göre ilk ödemeyi de hemen yapmışlardı. Jilet reklamının yaratıcı fikri ise Semih’ten gelmişti. Stajyer olmasına bakmaksızın günlerce kafa yormuş ve bu işin altından kalkabilmişti. Patron şirketin yaptığı ilk ödemeden küçük de olsa bir payı Semih’e ödül olarak vermeyi düşünüyordu. Yoksa bunun şirketin çok önemli yeni bir reklam teklifi almasıyla alakası yoktu. Patron, bu yeni teklif karşısında yerinde duramıyordu ve Semih’in kendisini kurtaracağını hele hele bu ödülle birlikte uçuracağını biliyordu. Tekrar tekrar aynı tuşa basıyor ve cildin üzerinde kayak yapan jiletin Allah’ın son lütfu olduğuna inandığı gibi milletin de inanmasını bekliyordu. Dikkati kapı sesiyle dağıldı. Gelen Semih’ti. Semih, şu şirkette üç aydır çalışıyordu ama ilk defa bu odaya girmenin heyecanıyla ellerini nereye koyacağını bilmeden duvarın dibinde bekledi.
“Gel Semih, gel canım. Şöyle otur. Şu tıraş reklamına bakıyordum.”
‘Ohoooo!  Gel dedi bir de otur diyor. Canım da cabası. Nasihat edip kibarca kovacak aklınca. Oğlum patron sana boşu boşuna canım demez.  Yok bu işte yenisin, zamanla toplumun neleri isteyeceğini öğrenirsin. Yaptığımız aslında bir makyaj . Biz burada bir sanat yapıyoruz. Tüm toplumun ruh halini anlamalıyız falan filan. Bir kamyon laf getirecek bu yaşlı kurt şimdi. Hayır da diyemem ki. Zaten ben hayatımda kime hayır dedim ki. Ah ulan Meltem. Senin yüzünden düştüğüm hallere bak. Bunlar hep senin yüzünden. Reklamcı olmak isteyen sendin. Bana ne oldu da ben reklamcı oldum anlamadım. Oysa Beşiktaş’ın yıllardır orta sahasında düzgün bir adam yok. Ben kendimi ona hazırlıyordum. Beni baştan çıkarmasaydın belki şimdi takımı toplamıştım bile.’ Düşüncelere dalmasıyla çıkması bir oldu. Kendine gelince:
“Efendim, beni çağırmışsınız. Konu şu jilet reklamı değil mi? Biliyorsunuz ki vaktimiz azdı yoksa çok daha iyi bir reklam çıkaracağımdan eminim. Eğer fırsat verirseniz…”
“Evet, Semih. Konumuz senin yaratıcı fikrinle çektiğimiz son reklamımız.”
‘Yaratıcı demek. Kinaye yapmak suretiyle adamı canlı canlı gömmek ha. Alacağın olsun! Şimdi ‘firma beğendi beğenmesine de ben pek beğenmedim. Çok eksiğin var. Daha çok çalışmalısın.’ Ne bu ‘pürüzsüz ciltler’ yalanları. ‘Millet artık inanmıyor bunlara. Bu son aldığımız bilgisayar işi de böyle olmasın. Bu adamlar büyük para yatırıyorlar bu işe. Bu işte yenisin biliyorum ama bu işin altından kalkarsın inanıyorum sana. Öyle bir reklam yapmalısın ki izleyen herkes bu tenekeyi arzulamalı. Anlıyorsun değil mi? Yalansa yalan. Ne gerekiyorsa yap ve bu bilgisayarı millete sat. Artık okuldan öğrendiklerini de bir kenara bırak. Asıl üniversite burası. Toplumun istediğini ver onlara. Onlar kandırılmak mı istiyor veya söylenen yalanlara kanıyor mu? Sen de öyle devam et bu yolda. Reklamın kurgusunu iyi düşün. Sonuçta firma beğenirse köşe olduk demektir. Bunu asla unutma!’
“Efendim çok haklısınız da bilgisayarı araştırdım bildiğimiz Çin malı bu. Yani demem o ki…”
“Bırak ulan kibarlığı! Ben sana ne diyorum sen bana ne zırvalıyorsun! Makinenin kalitesinden bize ne! Bizim işimiz onun kalitesi değil topluma beğendirilmesi. Bu toplum aldığı her şeyde kaliteye mi bakıyor zannediyorsun? Reklam diyorum sana ya, arzu diyorum, psikoloji diyorum…”
Daha çok şey dedi. Semih kapıyı usulca dışarıdan kapatırken gözleri hâlâ patrondaydı ve ‘’Aman, sakın ha!” sözleri devam ediyordu patronun. Masasına giden en kısa yolu en kısa sürede bitirerek dosyaya vardı. İçindeki ses ona yeni bir destan yazdıracaktı ama önce propagandaya maruz kaldı. İçinden gelen ses onu tahrik ediyordu:
“Akitbo ne lan? Böyle bilgisayar markası mı olur? Ne yapacağım ben şimdi? Akitbo, Akitbo… Klasik yöntemi denesem işe yarar mı acaba? Kısaltma olur desek… Önceliğimiz kalite olacaktı. Aradığınız kalite işte tam burada oğlum, desek olmaz. Biz bunu sadece oğlanlara satmıyoruz ki. Pekâlâ, bir yaşlı teyze de gidip alabilmeli. Reklam da bu değil mi zaten? Herkesi zehirlemeliyim ben. Yoksa kim alır bu traktörü? Ne olabilir ki bu başka! Düşünmeliyim. Aradığınız kalite işte tam burada olmalı desek. Bu da gereklilik kipiyle bitiyor yani aslında burada olmayabilir de mesajı veriyor. Bu hiç olmaz. Tam yerine tercih kelimesini koysam nasıl olur? Evet. Aradığınız kalite ise terhiniz bu olsun. Evet, bu daha iyi oldu sanki emir dili işte. Alacaksınız yani. Bunu kullanacağım şimdi de bir kurgu yaratmalıyım. Müzik de olmalı. Ne demişti patron ‘psikoloji ve zaaflar…’ Adam utanmadan ‘konfor’ diyor ya bir de. Elimizdeki malzeme dört çekirdek bile değilken. Kaliteye bakmayacaktık tamam. Çıplak bir ten şöyle çekici, özellikle kadın olsa. Hareketli bir müzik gençler için. Bilgisayara ulaşma hırsı, konfor, yalanlar, aşk. Aşksız olmaz zaten. Düşün, düşün…”
Semih, patronun odasında huzursuz huzursuz kıvranıyordu. Bunun sebebi sadece koltukların çok rahat olması değildi. Patron bu reklamı beğenmezse bu koltuklara bir daha hiç oturamayacaktı. Patron artık yağ bağlamanın da ötesine geçip özerkliği ilan etmiş koca göbeğiyle eğilmiş videoyu kopyalıyordu. Fikri enteresan bulmuş ama bir de son haline bakacaktı. Görüntü ekranda belirdi. Gözler ekrana döndü.
Onlarca güzel kadın ve yakışıklı erkek bir dağın yamacından zirveye ulaşmak için ilerliyor. Buna ilerleme denmez ya yarışıyorlar. Kimisi koşuyor kimisi tırmanıyor kimisi sürünüyor ve kimisi düşüp yok oluyor. Yok olanların o güzel bedenleri parçalanıyor ve gerçek maskeleri ortaya çıkıyor. Düşen, pes eden, duran veya yorulan herkes bir canavara dönüşüp yok oluyor. Alt fonda verilen ‘’Görevimiz Tehlike”  müziğiyle zirveye ulaşmaya çalışanlar bir bir eriyip yok olurken içlerinden çok azı zirveye yaklaşıyor. Şimdi zirveye ulaşabilen sadece bir kadın ve bir erkek kalıyor geride. Bu iki kişi zirvede Fransız müziği eşliğinde göz göze geliyor. Birbirlerine yaklaşıyorlar. Kadın erkeğin kulağına doğru uzanıyor:
“Yoksa sen de mi Akitbo?”
“Başka ne olabilirdi ki?”
Leonardo Di Caprio tipli erkek ile Adriana Lima çakması kadın zirvede öpüşürken bedenleri parlak bir bilgisayara dönüşüyor. Ardından dağın yamacına kocaman harflerle yazı beliriyor: Aradığınız Kalite İse Tercihiniz Bu Olsun. Diğer harfler yavaşça silindikten sonra geriye sadece AKİTBO kalıyor. Güçlü bir erkek sesiyle reklam bitiyor: Teknolojinin aşkla buluştuğu kalite. Aradığınız kalite ise tercihiniz bu olsun…
Odadaki gergin suratlar yumuşamıştı. Birkaç defa ayrıntılar incelenerek tekrar izlendi. Stajyerin performansı etkileyiciydi. Firma da reklamı beğenmiş ilk ödeme gönderilmişti bile. Hatta bu ödemeden Semih’e ödül olarak ayrılan para hesabına gönderilmişti bile. Semih de aldığı paranın büyük bölümünü hemen oradan annesine gönderdi. İki aylık kira borcu olduğunu annesi kendisinden sakladıysa da kardeşinden öğrenmişti. Artık ev sahibi ters ters bakmayacaktı ailesinin yüzüne. İşler böyle giderse ileride ev bile alırdı ya bakalım. Bir anda tüm ekranlarda dönen reklam Allah’ın bu son lütfunu kullanmadan ölmemeyi emrediyordu. Lanet olsun o AKİTBO kullanamayana. Yer yarılsa da içine girse çocuğuna AKİTBO almayan baba. AKİTBO kullanmadıktan sonra diğer kullandıklarının ne anlamı vardı ki zaten?
Şimdi Meltem burada olsaydı da görseydi reklam nasıl yapılırdı. Sahi bu reklamı çektiğimi duyarsa bana ‘evet’ der mi artık? Yıllardır bir burun kıvırıyor bana anlamadım bir türlü.  Kimi ‘inat’ diyor kimi ‘naz’ diyor. Bakalım bu hafta sonu memlekete gideyim de bu işin adını bir koyalım artık. Annemin sürpriz dediği de neymiş bakalım. Parayı alınca ne sevindi kadın. Kesin bu sevinçle gidip karşı komşumuz Edibe Teyze’yle konuşmuştur. Gençler artık büyüdü falan filan. Edibe Teyze de benden iyisini mi bulacak! Elinde büyüdük yani. Gidip de kızını tanımadığı bir serseriye mi verecek? Gönlü nasıl razı olur böyle bir şeye. ‘Artık iş güç sahibi eve para bile gönderiyor,’ demiştir annem. Demek sürpriz ha!  Ah anne! Kırk yılın başı bana sürpriz yapıp çağırıyorsun ya. Sanki ben bir şey bilmiyorum. Onu sevdiğimi bilmeyen mi var? Hafta sonu gittiğimde işi salaklığa vurayım da şaşırmış gibi yapayım sevinsin garibim.’
Eve giden varoş sokaklar biterken aklında sadece Meltem vardı. Her köşede bir anı onu yakalamayı başardı. Eve dönen sokağın girişindeki  caminin önünde bekledi bir süre. Caminin bahçesindeki çiçeklere su veren yaşlı imamı hemen tanıdı. Ağır aksak yürüyen bu adam duaları en çok kendisi için okumuş olmalı. Meltem ile bahçenin duvarlarına yazı yazdığı zaman kendilerini kovalamayacak kadar yaşlı olan imam, hâlâ o bahçede bekçilik yapıyordu. Su verdiği fidanlar koca ağaç olmuş, minareyle yarışıyordu neredeyse. Anıları canlanınca yüzü güldü. “Bu imamları demek Allah koruyor.’’ Evin önüne varıp yukarı kata baktı. Annesinin eskimiş sofra bezi asılıydı telde. Yandaki balkona baktı. Teller boştu. Pencerelerde perde bile göremedi. Geriye doğru birkaç adım attı. Daire boştu. Yüzü düştü birden. Hızlıca merdivenlerden yukarı çıktı. Zile bastı. Karşısında güler yüzüyle annesi belirdi. Annesinin elini öpüp babasına sarıldı. Salona geçtiler. Semih annesine döndü birden:
“Anne Meltemlerin evi mi boş? Perdeleri mi yıkamışlar, hayırdır?” diye sordu.
Anne, bu anlamsız ve zamansız soruya ne cevap vereceğini bilemedi. Cevap gecikince oğlunun yüzünün allak bullak olduğunu görünce zoraki de olsa:
“A oğlum boş ver o salağı. Geçen hafta taşındılar da bir elvedayı bile çok gördüler bize.” dedi.
“Ne salağı anne ya. Niçin taşındı o salak pardon Meltem?”
“Oğlum asıl salak sensin. Evlendi o geçen güz. Sonra ailece taşındılar İstanbul’a işte. Sen de hâlâ ‘Meltem, Meltem!’ de dur.”
Yaz sıcağı Semih’in yüzünde ter damlalara dönüştü. Yüzünü elinin tersiyle sildi. Annesine döndü. Onun da yüzü düşmüş yere bakıyordu. Daha ilk dakikadan onu üzmeye hakkı yoktu. Bu acıyla sonra hesaplaşacaktı. Konuyu değiştirmek ve bu kasvetli havayı dağıtmak istedi:
“Anne ya. Sen ‘sürpriz’ dedin de merak ettim şimdi. Nedir sürpriz?”
Annesi bu söz üzerine canlandı. Hemen gidip içeriden bir kartonu alıp salona getirdi. Genişleyen yüzüyle oğluna tebessümle baktı. Usulca kartonu yere bıraktı. Semih, kalktı kartona eğilip bantlarını yırttı. Ömründe ilk defa karton içinde bir hediye aldığını düşündü. Elleri titredi ama belli ettirmedi. Kartonu iyice açtı. Yazıyı okumak için hafif eğildi. Okudu: “Aradığınız Kalite İse Tercihiniz Bu Olsun: Akitbo.  Teknolojinin aşkla buluştuğu kalite…”

Kategori: 

Yorumlar

Alihan Demir kullanıcısının resmi

Alihan Demir tarafından tarihinde gönderildi

Burada değerli insanlar arasında olmaktan mutluyum. Bana bu imkanı sağladığınız için teşekkür ederim.Öykü ile ilgili yorumlarınızı buraya yazarsanız sevinirim. Bu yorumlar daha nitelikli eserler üretmek çin bize ışık olacaktır.
 

Bunları Okudunuz mu?

04/20/2024 - 16:37
03/31/2024 - 21:39
03/21/2024 - 04:53
01/14/2024 - 19:15

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Hapishane Dergisinin 51. Sayı...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Nisan-Mayıs-Haziran 2024 tarihli 51. sayısı...
TEK KİŞİLİK HÜCREDE YAZILAN BİR ÖYKÜ: DE...
               Mahallenin kimi çocukları ondan hem korkar hem de onunla uğraşmaktan vazgeçmezdi kargalar...
Duvarları delen çizgiler
Balıkesir Burhaniye yakınlarında yaşayan arkadaşlara davet. 10 Aralık'ta Insan hakları haftasında, Burhaniye Yerel Demokrasi ve Insan Hakları Gündemi...

Konuk Yazarlar

Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
  Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...
Utanmak/ Sıdo için/ Sevda KURAN
  Fakiri, zengini, orta hallisi, Alevi’si, Sünni’si, Ermeni'si, hacısı, hocası, orospusu, delisi ve de pavyon kabadayıları, sarhoşlarıyla...
Girit Leblebisi
  Ben vakitlice davranmış, gün batımını da izlemek için kahvelerin gürültüsünden uzakça bir bankı gözüme kestirip oturmuştum. Bir süre sonra,...