Alacağın olsun Mardinli

Necmettin Yalçınkaya kullanıcısının resmi
Televizyondaki belgesel beni koltuğa adeta mıhladı. Meğerse bu dünyada bilmediğimiz ne çok şey varmış. Bunları gün ışığına çıkaranlara, emek verenlere bin selam olsun ayrıca. Kutup ayıları ve penguenler kutuplarda yaşayan canlılar.

Kutup ayıları etle beslendikleri halde neden penguen yemezler, diye daha önce hiç düşünmemiştim. Meğerse penguenler Güney Kutbu’nda, kutup ayıları ise Kuzey Kutbu’nda yer alıyormuş. Aralarında binlerce kilometre olduğu için birbirlerini görme şansları yokmuş. Kutup ayıları ve penguenleri birkaç fincan kahve eşliğinde izlerken gözlerimde uyku akmıyor değildi.
Nihayet belgesel bitti, yatak odasına yollandım. Neredeyse gün ışımak üzereydi. ‘Pazardı, nasılsa uyurdum,’ diye düşünmüştüm. Sabah önce alarm çaldı: “Tansiyon ilacını unutma!” diye zır zır ötüyordu. Mecburen kalkıp ilacımı aldım. Tam başımı yastığa koyuyordum ki bu kez telefonum çaldı. Arayan Lokman’dı.
“Hacı abi, hazırlanın, kahvaltıya gidiyoruz,” deyip bana konuşma fırsatı vermeden kapattı telefonu.
Kızıma sordum:
“Baba bugün pazar, üstelik çok yorgunum. Sen git, hem senin için değişiklik olur,” dedi, başının yorganın altına gömdü.
Lokman’ı aradım.
 “Tamam, ben geliyorum, ama Ezgi kalıyor,” dedim.
Arkada karısı Gurbet’in sesi duyuldu:
“Vallahi Ezgi gelmiyorsa ben de gelmiyorum!”
Telefonu Lokman’ın elinden kapıp “Hacı baba, telefonu Ezgi’ye götür,” dedi bana.
Ezgi bu kez “hayır” diyemedi. İstemeye istemeye kalkıp elini yüzünü yıkayıp giyindi.
Hazırlanıp indik arabanın yanına.  Önce Lokman geldi. Bir elinde Kadir, diğer elinde Emir vardı. Ardından kızlar ve Gurbet geldi. Arabaya yerleştik. Araba dokuz koltukluydu ama biz on kişiydik. Yerlerimize yerleşince araba hareket etti. Ön koltuğa yanıma Dilan oturdu. Kulaklığını takıp müzik dinlemeye başladı. Torunum Yiğit’in çok sevdiği “Sütü annemden büyümesi benden,” şarkısı çalınca hüzünlenmedim değil. Konu konuyu açtı sonra. Lokman:
“Hacı abi,” dedi, “bir çocuk küçükken ne ise büyüyünce de aynı.”
Yüzüne boş boş baktığımı görünce:
“İlkokuldaydım. Hani bir kuş şarkısı var ya; ‘Mini mini bir kuş donmuştu, pencereme konmuştu, aldım onu içeriye cik cik cik cik ötsün diye pır pır ederken…’ Çocuklar bu şarkıyı söylerlerken ben sıcacık bir evde, harıl harıl yanan sobanın üzerinde o kuşu pişirip yemeyi hayal ederdim. Ondan bir kuzu görsem hemen içimde onu gril yapmak geliyor.” dedi.
Zoraki gülümsedim.
Sınıra yaklaştık. Kuyruk vardı, ama kontrol yoktu. Arabada bir kişinin inmesine gerek kalmamıştı. İsviçre sınırından Avusturya sınırına geçerken, Lokman:
“Herkes telefonunu uçak moduna almayı unutmasın!” dedi yüksek sesle.
“Baba, benim telefonumda uçak modu tüneye,” dedi Nisa yarı Türkçe yarı Kürtçe ağlamaklı bir halde.
Onun imdadına Nezo yetişti:
“Ağlama, ağlama, şimdi ben uçak moduna alırım telefonunu,” dedi. Sevgiyle sarılınca, Nisa’nın gözlerinin içi güldü, yanağındaki gamzesi belirdi.
Dornbirn levhasını kaçırınca birkaç kilometre fazla yol aldık. Mısır tarlalarının arasından geçerken, özgürce otlayan iki eşek ve bir sıpayı gören çocuklar, “Sıpaya bakın, sıpaya bakın!” diye bağırdı sevinçle.
Nihayet İmamoğlu Pastanesine vardık. Arabayı park edip içeriye doluştuk. İki masayı birleştirip oturduk. Pastane sahibi sipariş almaya geldi. Lokman, Küçük Emrah’a öykünerek: “Yıllardır çok acım, abi,” dedi ve ekledi. “Bir işkembe çorbası, mıhlama ve büyük çay.”
“Çorbadan sonra getireyim,” dedi siparişi alan.
“Yok abi, çok acım, hepsini getir.”
Biz de verdik siparişlerimizi. Çok geçmeden siparişlerimiz geldi. Lokman büyük bir iştahla yiyordu. Çorbaya kattığı acı genzini yakınca bir şişe su istedi. Gülüştük.
Ön masada Türk bir aile vardı. Bol çocuklu. Çocuklar yemeğini yemeyince, garsonu çağırdı masadan biri. Garson gelip çocuklara kızdı.
“Çok güzel hizmet veriyorlar Hacı abi,” dedi Lokman, “baksana kızma servisleri bile var.”
O sırada Nezo ile Nisa didişince garsonu çağırdı Lokman:
“Şunlara bir kızıver,” dedi.
 Garson da kızdı, ama ikisi de tınlamadı garsonu.
Keyif çaylarımızın ardından hesap ödemek için kasaya yanaştı Lokman. Ben de yanına gittim. Dilan da yanımızda bitiverdi birden. O sırada pastane sahibi çocukları göstererek:
“Bunların hepsi senin mi?” diye sordu.
“Evet, altısı da benim,” dedi Lokman. “Üçü ilk eşimden, üçü de yeni eşimden. İlk eşim vefat etti.”
Adamın yüzünün şekli değişti birden. Üzüldü.
“Başınız sağ olsun.” dedi. “Üçünün hesabı benden.”
Lokman’la dışarı çıktık. Arabayı parktan çıkardığımız sırada pastane sahibinin Gurbet’le bir şey konuştuğunu gördük. Adam küskün bir ifadeyle yanımıza kadar geldi.
“Alacağın olsun senin Mardinli!” dedi, “iyi kandırdın beni.”
 

Kategori: 

Bunları Okudunuz mu?

04/20/2024 - 16:37
03/31/2024 - 21:39
03/21/2024 - 04:53
01/14/2024 - 19:15

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Hapishane Dergisinin 51. Sayı...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Nisan-Mayıs-Haziran 2024 tarihli 51. sayısı...
TEK KİŞİLİK HÜCREDE YAZILAN BİR ÖYKÜ: DE...
               Mahallenin kimi çocukları ondan hem korkar hem de onunla uğraşmaktan vazgeçmezdi kargalar...
Duvarları delen çizgiler
Balıkesir Burhaniye yakınlarında yaşayan arkadaşlara davet. 10 Aralık'ta Insan hakları haftasında, Burhaniye Yerel Demokrasi ve Insan Hakları Gündemi...

Konuk Yazarlar

"BİZ BAŞKA TÜRLÜ SEVERDİK BİRBİRİMİ...
Derken, Galata Yokuşu'nun oralarda, yeni kurulmuş bir ajansta iş buldum. Burada getir götür işlerine bakacak ve Tünel'den başlayıp, Levent'e...
Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
  Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...
Utanmak/ Sıdo için/ Sevda KURAN
  Fakiri, zengini, orta hallisi, Alevi’si, Sünni’si, Ermeni'si, hacısı, hocası, orospusu, delisi ve de pavyon kabadayıları, sarhoşlarıyla...