İncirli Köşk/Yaşar Çiçekdemir

Necmettin Yalçınkaya kullanıcısının resmi
Korona günlerinde güzel şeyler de yapılmıyor değil. Yaşar Çiçekdemir bu güzelliklerden biri. 148 sayfa ve 25 öyküden oluşan, Cem Duman ve Kemal Yalçın’ın katkılarıyla Sokak Yayın Grubu’ndan “İNCİRLİ KÖŞK” Anı- Öykü kitabı çıktı. Kutluyorum kendisini.

Kavanozdaki Kayınvalide
Yücel on beş yaşından beri Hollanda’da yaşıyordu.
İkinci Dünya Harbi’nden sonra milyonlarca gencini kaybeden Batı Avrupa ülkeleri, Türkiye gibi az gelişmiş veya gelişmekte olan ülkelerden yoğun işçi talep eder. Yücel’in dayısı da o ilk gelenlerdendir.
Sözleşmeli işçi olarak Hollanda’ya gelen dayısı kompresör fabrikasında çalışıyor, hem de fabrikanın tercümanlığını yapıyordu.
Eşi Hollandalı olan dayı, dili çabuk öğrenir, Türkiye’den gelen diğerlerine dil konusunda yardımcı olur. Tercüman gerekli olana, “Kapıdan çıkınca benim saat ücretim işlemeye başlar.” derdi. Yücel parayı çok seven dayısına kızardı.
Türkiye’de ortaokul son sınıfı terk eden Yücel, birkaç yıl meslek okuluna devam eder, okulda Hollandacayı kısa sürede öğrenir. Askerlik yaşına gelince gider, askerliğini yapar. Tezkereyi alır. Zaman kaybetmeden geri döner, dayısının çalıştığı fabrikada iş başı yapar.
“O yıllarda çok gencim, elim ayağım düzgün, esmer bir delikanlıyım. Hafta sonları başladık Hollandalı kızlarla buluşmaya. İşte ne olduysa o buluşmalardan birinde oldu. Şimdiki eşim Josephine ile tanıştık. Aradan kırk yıl geçti, halen beraberiz.” diyordu.
Aslen Eskişehirli idi. Baba ve diğer akrabaları Romanya’dan göçen Tatar Türklerinden olup, diğer Tatarlar gibi yoğun olarak Gebze ve Eskişehir çevresine yerleşmişler. Altmışlı yıllarda Anadolu’nun başka şehirlerinden olduğu gibi, Eskişehir’den de sözleşmeli işçi gönderiliyormuş. Dayısı da o kervana katılmış. Yücel de dayının peşinden Hollanda’ya.
Bir gün sokakta karşılaştık. Kapısının önünde tekerlekli sandalyede oturuyordu. Sol ayağı sargılar içindeydi.
“Komşu ayağına ne oldu, neden sarılı?”
“Sorma, başıma öyle bir felaket geldi ki, herkesten uzak olsun! Hastanede sol ayak bileğimi ameliyat ettiler. İyi olacak derken, hastane virüsü bulaşmış. Bir haftadır ağır antibiyotik alıyorum.” dedi.
Henüz altmış üç yaşına yeni girmiş, daha emekliliğine birkaç yıl var. Yaptığı iş ise zordu. Damların tepesine çıkıp, bacaları temizliyordu. Ayağından dolayı aynı işi yapma olanağı da kalmamıştı.
Yücel uzunca süre ortalıkta görünmedi. Ayağındaki ameliyat haricinde açık kalp ameliyatı da olmuş, yetmez gibi şeker rahatsızlığı da vardı. Bütün bunların toplamı, kendisi hakkındaki sağlık endişelerini artırıyordu.
Haftalar sonra tekerlekli sandalye ile sokağa çıkmıştı. Sandalyenin üzerinde daha bir küçülmüş, sarılı olan ayağı dizinin üstüne kadar yoktu.
“Sol ayağımı dizimin üstüne kadar kestiler. Kesilmese idi, kısa sürede virüs tüm vücuda dağılıp öldürebilirmiş.” dedi sormadan. Yara iyileştikten sonra takma bacak verilecekmiş.
Yücel, “Evde hasta olan tek ben olsam iyi, ama kayınvalide de hasta. Aslında iyi bir insan... Görmüş geçirmiş, İkinci Dünya Savaşı’na şahit olmuş, gençlik yıllarında yoksulluğun ne demek olduğunun canlı tanıklarından,” derken kendi kesik ayağını unutmuş, kayınvalidesine üzülüyordu.
Kayınvalidesi doksan bir yaşını yeni devirmişti. Bazen adı geçince, “Daha beni falan gömer.” diyordu Yücel. Aynı evde üç kişi yaşıyorlardı. Bir de her gün üç dört defa dışarı çıkarılması gereken iki küçük köpekleri vardı. Kayınvalide yaşlı, eşi Josephine vardiyalı olarak sağlık sektöründe çalışıyordu. Kadın evin işleri ile zor ilgileniyor, köpekler de Yücel’e kalıyordu.
Dürüst olan her insan, engelli, güçsüz ve haksızlığa uğrayanları, hep koruması gerek. Bazıları gibi düşene bir de ben vurayım anlayışına uzak olmaktır doğru olan.
Bir gün eşimle, yakındaki bir parkın yanından geçerken, kendimizi büyük bir gürültünün içinde bulduk. İri yarı, sarışın bir kadın, ”Pis topal, defol git. Gitmezsen kocamı çağıracağım, seni bir güzel dövdüreceğim.” diye avazının çıktığı kadar bağırıyordu. Topal dediği de ayağı yeni kesilmiş olan Yücel’den başkası değildi. Kadının yüksek perdeden bağırıp çağırması karşısında, Yücel’in rengi falan atmış, belli ki biraz da korkmuştu. Bizi orada görünce, ”Sizi Allah gönderdi, yalnız ve fiziksel engelimi de gördü, kocası ile beni döveceklermiş. Kadın bana ‘pis topal’ dedi” diye kadının söylediklerini heyecanla bize aktardı.
“İçin rahat olsun, biz buradayız, seni bırakıp hiçbir yere gitmiyoruz.” deyince biraz rahatlamıştı.
Bildiğimiz kadarı ile durduğu yerde birine sataşacak biri değildi. “Kadını neden kızdırdın?” diye sorduk. Yüzünde zoraki bir gülümseme belirdi.
“Kadın da köpeğini gezdiriyordu, benim köpeklerin de biraz çenesi düşük, onun köpeği görünce başladılar havlamaya, ısırma veya saldırma falan olmadı. Ama bu kadının kızıp köpürmesine yetti.” dedi.
Kadının evi parkın karşısındaymış. Birkaç dakika sonra, kocası ile dışarı çıkan kadın, Yücel’in yalnız olmadığını bizle konuştuğunu görünce uzaktan bir iki söylenip, evine girdi. Biz de oradan ayrıldık.
Derler ya ‘Acı haber tez duyulur.’ Yücel’in kayınvalidesinin ölüm haberi de öyle oldu. Tüm mahalle duymuştu. Bazı söylentiler de kulağa geliyordu. Annesi ölen Josephine, ölen annesinin yanına kimseyi yaklaştırmamış, iki gün ölüsünün başında beklemiş. Başın sağ olsun diye gittiğimizde, kapıdan içeri almadı.
Yücel yine tekerlekli sandalyesinde, köpeklerinin ipini tutmuş kapının önünden geçiyordu.
“Josephine için bir şeyler diyorlar, doğru mu?” diye sorduk.
“Ne siz sorun ne ben söyleyeyim. Çok zor durumdayım, benim karı kafayı sıyırdı galiba. İki gün, gece gündüz annesinin ölüsünün başında bekledi. Ben de bir şey diyemedim. Hep tersliyordu.” dedi heyecanlı bir yüz ifadesiyle.
“Hastaneye götür, belki orada yardımcı olurlar, sakinleştirici verirler.”
“Çok zorladık ama hastaneye gitmeyi kabul etmedi. Bir de annesinin ölüsünü yaktırıp, kavanoza koydu. Kavanozdaki kayınvalidenin külleri, yatak odasındaki rafta, bize bakıyor. Odanın içinde olması, gözlerimi yumunca bizi izliyor duygusu veriyor, bazen uykularım kaçıyor.” dedi çaresizce.
Yücel haklıydı, aynı evde yıllarca beraber yaşamışlar. İyi, kötü birçok ortak anılar belleğinin derinliklerinde. Ama o anıların bir parçası olan kayınvalidenin, kavanozdaki külleri de bir gerçekti.
 
 
 
 

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Hapishane Dergisinin 51. Sayı...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Nisan-Mayıs-Haziran 2024 tarihli 51. sayısı...
TEK KİŞİLİK HÜCREDE YAZILAN BİR ÖYKÜ: DE...
               Mahallenin kimi çocukları ondan hem korkar hem de onunla uğraşmaktan vazgeçmezdi kargalar...
Duvarları delen çizgiler
Balıkesir Burhaniye yakınlarında yaşayan arkadaşlara davet. 10 Aralık'ta Insan hakları haftasında, Burhaniye Yerel Demokrasi ve Insan Hakları Gündemi...

Konuk Yazarlar

Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
  Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...
Utanmak/ Sıdo için/ Sevda KURAN
  Fakiri, zengini, orta hallisi, Alevi’si, Sünni’si, Ermeni'si, hacısı, hocası, orospusu, delisi ve de pavyon kabadayıları, sarhoşlarıyla...
Girit Leblebisi
  Ben vakitlice davranmış, gün batımını da izlemek için kahvelerin gürültüsünden uzakça bir bankı gözüme kestirip oturmuştum. Bir süre sonra,...