Çocuk İşçiye Füg
I/
Mobilyacılar sitesinde, on altı yaşında
asansörle duvar arasında çöl
sıkışık hayat denkleminde koşa koşa
istatistik verilerine düşürülen av
I/
Mobilyacılar sitesinde, on altı yaşında
asansörle duvar arasında çöl
sıkışık hayat denkleminde koşa koşa
istatistik verilerine düşürülen av
I.
Yükseklik korkusuyum zirvenin
boşluktan vadilere geçer atlarım
haritalarda kahverengi bir sembol
lekeli hüzünlerin haziran şüphesi
seğiren pencerelerin uzak sekmesi
dağılırım keyifle biçtiğin vesveseye
II.
renklerini soyunan tavus kuşunun
kilimlerde unuttuğu eşik resminde
değişmeyen neyi varsa fonografik
kitabelerin yüzüne çiziyorum aşkı
yakılmış seslerden geliyorum güze
yasak katındaki erguvan çığlıklarla.
Halen kurucusu olduğu “Sanat ve Toplum” internet sitesinin editörlüğünü yürüten Sinan Abuzer AKDAĞ ile genel anlamda sanatın sorunları, özel anlamda sanata bakışı ve alana ilişkin çözüm önerileri üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik…
MUSTAFA GÜÇLÜ: Okuyucularımıza kendinizi kalıplaşmış ifadeler dışında sizi en iyi şekilde yansıtacak sözcüklerle tanıtın desem neler söylersiniz?
Uçurtmasıyla bir çocuk
kuşlarla kanatlanırken göğe
nasıl öldürülebilir kentin kalbinde
nasıl düşürülebilir gaz bulutuyla
ah resmin geliyor aklıma
ne kadar çocuk ne kadar umutlu.
I/
Boynuma asılan tılsım, kantaşı
taşır gök ırmaklarından kül
lav ve tüfle yüklü yangınını
sahraya açılan derin kanyonda
gözyaşı şişesidir düşürdüğüm
şıngırtısı var bulutların içinde
derininde kadınların güz sancısı
lanetlenmiş kavimlerin göç yolu
ortası kan, doğusu kan, batısı kan
seste kan taşta kan kanda kan taşı
Ufacık kırmızı kuştu sabah yeli
korkarak kondu penceresine kentin
çığlıklı zamanlarında kum saati
canhıraş düştü evlerden içeriye
Unutmadım hikayesini sandık altı
kanaviçenin mor söylemindeki gül
Derinliğine açılan yaşanmışlıkların
döküp gittiği çakıl taşlarını suskuda
gözlerime inen kurtların ulumasını
İncelen sular duruyordu sahrada
kanadı koparılmış yusufçuklar gibi
ışık kümesiyle gökyüzüne doğru
koşar adım düşeyazdı kalbim sisle
kalbim sağanaklar kaçağı, uğrağı
Usturasını dayamış hüzün sesine
alnıma koşuyor alnı ak taylarım
Serhat’ta uzaklığın kuyularında ol
akşam kızıl pelerinli bir matador
Mazlum Çetinkaya 1969, Yeşilyurt, Malatya’da dünyaya geldi. Burdur Eğitim Yüksekokulunda ve Selçuk Üniversitesi Eğitim Fakültesinde öğrenim gördü. Halen sonhaber.ch gazetesinde köşe yazarı olarak yaşamını sürdürmektedir.
KHK’li şair Mazlum ÇETİNKAYA ile bu zorlu süreçte yaşadığı sıkıntıları konuştuk. Muhalif bir kişilik olarak “edebiyata ve dünyaya” bakışı üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik.
Akdeniz’in ağustos sıcağında dutların serin dallarına iltica eden cırcır böceklerinin ateşli korusunu dinlerken buldum onu. Dört bir yanında yükselen modern yapıların ortasında küçücük, mütevazı köy evi gibi kalan evinin avlusunda gözlerini öylesine boşluğa dikmişti.
Göğe asılı salıncakta iki hayalet balerindi aşk. Göğe baktılar asıldılar, otobüslerin camından yokuş yukarı.
Plazaların karartılmış saydamlığındaki kırıklardan içeri düşen morluğu ağızlarının kıyısına koydular. Unutmabeniler sardı kenti, otobüs duraklarında bekleyen kızların düşlerini. On numara hayallerin genişliğinden içtiler kokuşmuşluğu, zifti. Yıldızlara baktılar yoruldular sabahın vişneliğindeki morgda, upuzun kör uykusuzlukta.
İğnelikler astılar göğüslerine davullu zurnalı. Her biri sivriltilmiş sözcüklerden yontulu bıçak yarası.
Çamların uğultusuyla kesilen, püren kokularındaki yorgun kanatlardan atladı geceye.
Gece çakır yıldız, baş döndürücü ateş böcekleri kayalıklarda bir derin yanılsama. Çığlık çığlığa çakal kımıltıları, kanyona inen incecik kıvrımlı patikada.
Ateş böceklerinin kümelendiği uçuruma sürdü atını Altındiş Sabri, mavzerinin namlusu sımsıcak, kalbi atının adımlarından daha önde, yel gibi…