Gerçekten Biz İnsan mıyız? -8-

Cemal Zöngür kullanıcısının resmi
Her türlü kamu harcama ve masraflarını sıkı takibini yapacak ve sorgulayacak devlet üstü özerk bir denetleme kurumu oluşturulmalıdır.

 

Demokratik olmayan devletlerde, özerk devlet üstü denetleme ve yargılama kurumu olmadığı sürece, iktidara gelen her siyasi yapı, devleti kutsallaştırarak mutlaka hırsızlık yapar. Onun için sürekli insanlar ya gerçek demokrasi; veya herkesi sorgulayacak devlet üstü özerk bir hukuk diye bağırmaktadırlar.

 

Devlet ve Milleti En Çok Sevenlerin İhanet Raporu
Devlet kurumlarında gereksiz, en ufak ihtiyaca cevap olmayan yerlere yapılan harcamalar, iş yapılıyor diye yakın çevrelere değerinin çok altında verilen ihale ve peşkeşler, en az devlet bütçesinin yarısına denk gelmektedir. Ve bunların dışında her kurumun sorumlusu, resen adı altında canının istediği şekilde yaptığı masraflarsa, ulusal bütçenin çeyreğine denk geliyor. Bunların yalan ve iftira olduğunu söyleyecek üst düzey bir devlet görevlisi yüreği yetiyorsa, bağımsız bir heyetin tüm kurumları denetlemesini ister. Bu yapılmadığı sürece vatan, din, millet adıyla hırsızlık ve namussuzluklar resmi olarak yaşanmaya devam edilecektir. Bütün bunlara devlet kurumunda çalıştığım dönemlerde birebir şahit olmuş ve bu işlere karışmamam için tehdit edilip işinden atılmış birisi olarak ifade ediyorum. Farklı bir örnekse, tüm Belediyelerin borçtan iflas etmiş durumda olmaları. Belediyelerin nasıl bu hale geldiğini namusu ve şerefi üzerine yemin eden yetkili kurum görevlileri, neden bunları araştırıp incelemiyor? Ve bu yolsuzlukları çalışan çoğu devlet personeli biliyor. Ancak korktukları ya da devlet adıyla yapılanın kutsallığına inandıklarından, kimse sesini çıkaramıyor. Ondan sonra da hepsi vatan millet aşkıyla, namussuzluklar içerisinde gayet namuslu gibi yaşanıyor.
 
Büyük bir doğal felaket, zorla istila, talan ve varlıkların yabancılara peşkeş çekilmesinin dışında, fakirleşerek yok olan bir devlet dünya tarihinde görülmüş değil. Her devlet mevcut ekonomik kaynaklarını asgari bilinç seviyesinde bile değerlendirdiği sürece, kimseye muhtaç olmadan en azından mütevazi şekilde rahatlıkla yaşar. Bu mütevazi yaşamı, talancı ve hırsızların hüküm sürdüğü devletlerin lüks yaşantısıyla kıyaslayıp fakirlik olarak göstermek, bilinçsizlikle birlikte hırsızlığa özenmektir. Hırsızlığa özenen bu tarz devlet yönetimleri ve toplum, vatandaşı sürekli korkutup kutsal devlet adıyla sürekli devlet işlerinden uzak tutmaya çalışırlar. Ekonomi alanına giren bu konuyu genel bilgilerimizin dışında, Kamu Yönetimi Derslerinden ve on beş yıl devlette çalışmış olduğum tecrübeye dayanarak ifade ediyorum.
 
Herhangi bir devlette toplumun insanca yaşayabilmesi için, başta mevcut sağlık imkanlarının her tarafa eşit dağılımı, aç kalmayacak şekilde her kesin asgari düzeyde düzenli bir gelire sahip olması, eğitimin doğru eşit şekilde tüm bireylere ulaşmasıyla mümkündür. Bunun içinde devlet kurumlarında yürütme ve uygulama yetkisi olan büyüğünden küçüğüne kadar hepsi, kendi sorumluluk alanında bilimsel inceleme, araştırma ve gözlem raporlarını uzman kişilere ulaştırmakla görevlidirler.
 
Uzmanlar bu raporlardan yola çıkarak ilk önce yer üst ve yer altı canlı cansız tüm ekonomik kaynakların oranı, niteliği ve işleme durumunun netleştirir. Üretimini yürütecek insan gücü ve ekipmanların hazırlanması. Üretimden sonra ülke nüfus oranına göre eşit paylaşımın gerçekleşmesi için, gelir gider çizelgeleri hazırlanır. Şayet tüm olanaklar kullanılıp, ülkenin geliri nüfus oranına eşit ulaşımda çok düşük seviyelerde gerçekleşiyorsa, farklı ekonomik faaliyetlere girilir. Ciddi farklı bir ekonomik kaynak yoksa, doğrudan “Nüfus Planlama Bilimi” (Demografi) devreye sokulmalıdır. Türkiye'de Demografi Bilimini bırakalım uygulanmasını, devlet yönetimi buna düşmanca bakan bir anlayışa sahip.
 
Her devlet bakanlıklardan başlayarak genel Müdürlük gibi benzer alt kurumlar aracılığıyla, belirli plan ve şartlara bağlı olarak, ticari faaliyeti olan ve olmayan tüm kurumlara yıllık ya da beş yıllık harcama bütçesi ayırır. Belediyelerde dahil tüm devlet kurumlarına ayrılan bütçeler, istisna olağan dışı doğacak maddi zararları dahi karşılayacak miktardadır. Buna rağmen bir kurumun zarar edip borçlanması için ya tamamen tüm kaynakları yanıp yok olması gerekiyor, veya o kuruma maddi kaynağın tamamen kesilmesiyle mümkündür. Kurumların başka şekilde zarar ya da borçlu olmaları, yolsuzluklar neticesinde gerçekleştiğini herkesin bilip kabul etmesi gerekir.
 
Ekonomik kaynaklar ancak bu kadardır, fazlasına güç yetmiyor diyen bir devlet yönetimi, bunun çözümü için demografi bilimini uygulamak yerine, halka sürekli şükrettirip kader şeklinde uyutması, hayvani yaşama razı etmektir. İslam gericiliğine sarılarak en az beş çocuk doğurun diyen bir mantığın, insanlıkla bağdaşır bir yanı olmadığı rahatlıkla söylenmelidir. Doğmuş insanlarını insanca yaşatamayan devletin, daha fazla doğurmalarını teşvik etmek aç, yoksul, bilgisiz, kültürsüz, kişiliksiz sürüleştirmek değil midir? Böyle bir mantığın egemen olduğu ülkede, devletin ekonomik kaynaklarının yerinde kullanılmasını ve denetleyecek kurumun varlığına inanmak, kendini aldatmak demektir. Çünkü Türkiye gibi mevcut devlet yapısı ve yöneticileri, her şeyi kutsal dinleri ve devletleri için yapıyor. Buna karşı çıkmak, itiraz etmek ya da denetlemek direkt dinsizlik ve devlet düşmanlığıyla suçlanacağını bildiği için, kimse kolayca sesini çıkaramıyor. Gerçek demokrasiye geçmediği halde, hırsızlığa, yolsuzluğa ve her türlü namussuzluğa karşı olduğunu söyleyen samimi bir devlette, tek bir çözüm yolu vardır.
 
Her türlü kamu harcama ve masraflarını sıkı takibini yapacak ve sorgulayacak devlet üstü özerk bir denetleme kurumu oluşturulmalıdır. Demokratik olmayan devletlerde, özerk devlet üstü denetleme ve yargılama kurumu olmadığı sürece, iktidara gelen her siyasi yapı, devleti kutsallaştırarak mutlaka hırsızlık yapar. Onun için sürekli insanlar ya gerçek demokrasi; veya herkesi sorgulayacak devlet üstü özerk  hukuk diye bağırmaktadırlar.
 
Demokrasinin oturduğu Avrupa ve Batılı ülkelerde devlet önemlidir, asla kutsal değildir. Türkiye gibi bir ileri iki geri ülkelerde devletler tanrı kadar kutsaldır. İşte tüm namussuzluklarda bu kutsallıklar adıyla yürütülüyor.
 
Avrupa'da Devletin Önemli Olması Demek; demokratik kurallara bağlı insan hayatı ve yaşamının en ufak bir noktası gözardı edilmeden, devletin bu hizmet için şart olduğuna inanılır. Kısacası önce insan, sonra devlet ve kurumlarının önemi gelir. Devletin önemi, asla insan yaşamının önüne geçemez. Ve insanlar bu temel kültür üzerine eğitilip yetiştirildiğinden, bağnaz tapınmacı ve kafatasçı bir devletçilik söz konusu değil.
 
Türkiye gibi ülkelerde Allah, Din, Devlet kutsaldır. İnsan bir maşa ya da araç olarak görülür bu devletçi mantıkta. Ve devlet adı kullanılarak ölen ya da sakatlanan her insan, devletin maneviyatıyla teselli edilir. Göstermelik geçici desteğin dışında unutulup çöpe atılır. Bu yüzden her zaman ifade etmeye çalıştığımız gibi, kutsallıkların mevcut olduğu her yerde insan bir hiçtir. İnsanın hiç görüldüğü bir düşünce ve devlette, insan niteliği ve yaşam kalitesi de bu çerçevede düşüktür. Türkiye'de devletin kutsallığına inanmayan hiçbir kişi devlette yönetici ve idareci olamaz. Ola ki yanlışlıkla yönetici yapılmışsa, fark edildiği anda işi bitirilir. Bunu yaşayıp şahit olan birisi olarak, Türkiye Devlet mantığında birey, insan, toplum gibi söylem ve ifadelerin hepsi hikaye. Sadece namussulukları kapatmak içindir. Halk; kutsal devlettin çarkında kullanılan malzeme olarak görülüyor. Böyle bir devlet ve toplumda demokrasiye asla ihtiyaç duyulmaz. Dostlar bizi pazarda görsün amacıyla dillendirilir demokrasi kelimesi.
 
Ve Türkiye'nin Anayasasındaki devlet mantığının resmi özeti şu şekildedir.
1-Devleti tanrı kadar kutsallaştıran anayasa maddelerinin varlığı.
2-Din ve ırkın aynı şekilde kutsallaştırılması.
3-Sözde devletin ekonomik, toplumun canını malını koruyan asker ve polisin, ulusal güvenlik güçleri adıyla aynı şekilde kutsallaştırılması. Özetlenen bu vb. maddelerin doğrudan vatandaşın faydasına hitap eden hiçbir yanı olmadığı gibi, yurttaşın devlete ve yöneticilerine kul köle olması sürekli özendiriyor.
 
Söz konusu maddeler Anayasanın önemli kısımlarında mevcut olduğundan, kabul edip onaylayan her siyasi düşünce ve vatandaş, devlet adına yapılan her şeyi normal görmesi demektir. Çünkü ya öncesinden kendisi de aynı yasalara dayanarak benzer şeyleri yapmıştır veya iktidara geldiğinde buna uygun hareket edeceğini biliyor. Anayasa maddelerine bağlı yapılan her türlü yolsuzluklara karşı ciddi ve namuslu duruş hiçbir zaman gösterilmez. Gösterenler sonucuna katlanır. Bazı durumlarda cılız itirazlar, sadece cennet ve cehennemi meşru göstermek için reklam niteliğindedir. Türkiye'de bugüne kadar yolsuzluk yapan bir devlet görevlisi veya siyasi kişinin, ağır hapis ya da ömür boyu ceza aldığına şahit olan var mıdır? Kesinlikle hayır.
 
Özetlenen devletçilik mentalitesine göre yetişen birey ve toplumda, kurumların başına geçen her düşünceden kişiler, topluma hizmet adıyla o kadar gereksiz harcama ve yolsuzluk yapmaktadır ki, sıralandığında bunlar gerçekten oluyor mu diyecek kadar inanmakta zorlanıyor insanlar. Bazı siyasi anlayışlar sadece birbirini alt edip iktidar olmak için yolsuzlukları kısmi şekilde deşifre etseler bile, sadece rakibini yıpratıp yerine geçmek amaçlıdır, gerçekten yolsuzluklara karşı olduğundan değil. Eğer yolsuzluklara karşı olunsa, başta mevcut anayasanın değiştirilmesi istenir. Bu anayasa değişmediği sürece, her gelen gideni aratır mantığı Türkiye'de temel yaşam kuralı olmaya devam edecektir. Çünkü yolsuzluktan mahkemeye verilenlere, Adalet kurumları ya üç beş yıl hapis veya düşük miktarlarda para cezasıyla olayları kapatıyor. Bu cezaların dışında ağır ceza veremez mahkeme Hakimleri. Çünkü adaletin hangi kişi ve kutsallar için çalıştığının bilincindeler. O kuralı aşarlarsa kendi sonlarını hazırlamış olurlar. Böylece büyüğünden küçüğüne kadar fırsatı bulan her devlet yöneticisi, yolsuzluk yapmaktan asla çekinmiyor.
 
Sürekli kutsallığa sarılan bir devlet ve yönetim anlayışı varken Türkiye'de, buna ciddi örgütlü itirazı olmayan her siyasi anlayış ve toplum, hırsızlıklara ortak demektir. Gerçekler bu noktadayken vatan, din, millet, bayrak, namus, şeref ve onurdan bahsetmek en büyük namussuzluktur. Ya da Türkiye gibi yönetilen ülke ve toplumlarda namuslu şerefli olmak herhalde hızsılık, yolsuzluk, dolandırıcılık ve tecavüz yapmak anlamına geliyor. Bu ifadelerin yalan, haksızlık, leke sürmek olduğunu düşünenler, bağımsız şekilde tüm devlet kurumlarının harcamalarının incelenmesini ister. Bu yapılmadığı sürece istisnaların dışında devleti yöneten her birey ve birlikte hareket edenlerle birlikte, destekleyenlerde en büyük hırsız yalancı ve çirkeftir. Bu yüzden henüz insan olunamıyor.

Kategori: 

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Hapishane Dergisinin 51. Sayı...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Nisan-Mayıs-Haziran 2024 tarihli 51. sayısı...
TEK KİŞİLİK HÜCREDE YAZILAN BİR ÖYKÜ: DE...
               Mahallenin kimi çocukları ondan hem korkar hem de onunla uğraşmaktan vazgeçmezdi kargalar...
Duvarları delen çizgiler
Balıkesir Burhaniye yakınlarında yaşayan arkadaşlara davet. 10 Aralık'ta Insan hakları haftasında, Burhaniye Yerel Demokrasi ve Insan Hakları Gündemi...

Konuk Yazarlar

"BİZ BAŞKA TÜRLÜ SEVERDİK BİRBİRİMİ...
Derken, Galata Yokuşu'nun oralarda, yeni kurulmuş bir ajansta iş buldum. Burada getir götür işlerine bakacak ve Tünel'den başlayıp, Levent'e...
Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
  Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...
Utanmak/ Sıdo için/ Sevda KURAN
  Fakiri, zengini, orta hallisi, Alevi’si, Sünni’si, Ermeni'si, hacısı, hocası, orospusu, delisi ve de pavyon kabadayıları, sarhoşlarıyla...