Ses

Mehmet Söğüt kullanıcısının resmi
Kocası erkenden kalkıp işine gitti, çocukları da okullarına… Çağla yeşili gözlerini kırpıştırarak dolanıyordu evin içinde İsmihan.

Evin temizliğini bitirmiş, öğle yemeğini de hazır etmişti. Normalinde rahat olması gerekiyordu, ama değildi işte. Bir yanma hissetti midesinde. Kaygılıydı. Kötü bir şeyler olacak hissi bir yılan gibi yüreğine çöreklenmişti. Eli ayağı titriyordu. Pencere kenarına gitti. Kızı Berivan ile oğlu Mehmet’in yolunu gözledi. Çocuklar gecikince huzursuzlandı. Hırkasını üstüne geçirip evden dışarıya çıktı. Hızlı adımlarla okula doğru yürümeye başladı.

Yolun yarısında çocuklarıyla karşılaştı. Sevindi. İçine ılık bir sevgi aktı.

Berivan’ın bukleli saçları ilkbahar rüzgârında uçuşuyordu. Kızının çağla yeşili gözlerini, beyaz tenini, biçimli dudaklarını kendisine benzetti. Mehmet’in simetrik yüzüne hayranlıkla baktı. Çocukların dudaklarında içten bir gülümseme vardı. Özlemle onları bağrına bastı. Birbirlerine sarılı bir halde eve kadar yürüdüler. Birlikte öğlen yemeklerini yediler.

Yemekten sonra çocukları okulun yolunu tutup gittiler. Arkalarında uzun uzun baktı. İçindeki korku dağı depreşti, büyüdü. Hüzün kesildi tepeden tırnağa. Gözyaşları süzüldü yanaklarından aşağıya. Nefesi kesilir gibi oldu. Yüreğinde dipsiz ve kapkara bir kuyu vardı sanki. Tüm sevinçlerini alıp yutuyordu. Yüreğine düşen ateş, alev alev tüm bedenini kapladı. Beyaz tülbendini düzeltti. Sonra uzandığı kanepede uyuyakaldı.

Birden gökyüzünde bir ışık patladı. Kızılımsı bir renge kesti. Korkunç şekiller beliriyordu. Dev yapılı canavarlar gökten yere iniyorlardı sanki. Korkunç bir uğultu koptu ve her yan apaklaştı. Optik bir göz vardı sanki yukarıda ve onu izliyordu. Sonrasında bardaktan boşalırcasına yağmur yağdı. Şimşek çaktı. Yağmurun patırtıları ve şimşeğin sesi yeri göğü sarsıyordu.

Yağmurun kesilmesinden sonra, açık alana çıkmışlardı. Aralarına yabandomuzları karıştı. Herkes sağa sola koşmaya başladı. Kocaman birer dev gibiydiler. Fırça gibi sert olan kılları yarım metre kadardı. Kuyrukları insanların yüzünde patlıyor ve korkunç dişleri bedenlerde derin yaralar açıyordu. Mahşeri kalabalık saklanabilecekleri bir delik arıyordu. Kocası, çocukları ve kendisi can havliyle kaçmaya çalışıyorlardı. Yabandomuzları renk ve şekil değiştirdiler birden. Haki renklere bürünmüşlerdi. Kafaları yabandomuzları olmasına rağmen, alt tarafları yani bedenleri insana dönüşmüştü. İnanılmaz bir korku salınmıştı yüreklere. Dişleri ve kuyruklarıyla insanlara darbeler indirmeye devam ediyorlardı. Bir yabandomuzu dişlerini kocasının sağ bacağına sapladı. Bir inilti yükseldi. Kocası yerde debeleniyor, acıların hücumuyla yüzü renkten renge giriyordu. Başka bir yabandomuzu da kocasının kalbini bir diş darbesiyle dışarı çıkardı. Bağırtıyla uyandı. Pencereye koştu. Dışarıda dazlak kafalı, çengel bıyıklı adamlar vardı.

Saatine baktı. Kocası gelmek üzereydi. Bir tehlike sezdi. Dışarıya çıkıp kocasını uyaracaktı. Kocasının dalgın dalgın eve doğru geldiğini gördü. Dazlak kafalı adamlar kocasının üstüne çullandılar. Dışarıya hamle etti. Bağırdı, ‘‘Kocamı kaçırıyorlar!’‘ diye. Beyaz Renault’a bindirip hızla uzaklaştılar. Bugüne kadar yüzlerce insanı kaçırarak öldürmüşlerdi. 

Karakola gitti. Kocasının karakola getirilmediğini söylediler. Nereye gideceğini ve kime başvuracağını bilmiyordu. Gittiği her makamda elleri boş dönüyordu. Çağla yeşili gözleri sönükleşmişti artık. Beynine dayanılmaz acılar saplanmıştı. Bazen gözlerini açmaktan zorlanıyordu. Ağlamaktan bitap düşmüştü. Eve kapkara bir hüzün çökmüştü. Berivan durmadan babasını soruyordu.

Berivan, ”Babam nerde?”

”Para kazanmaya gitti kızım.’

”Peki, anne ne yapacak parayı?”

”Sana beyaz bir ayakkabı alacak.”

”Ne zaman dönecek? ”Yakında kızım.”

”Yakında, ne zaman? ”Bilmiyorum Berivan!” Derken İsmihan’ın gözyaşları hücuma geçti. Gözlerini sakladı çocuklarından. Mehmet, İsmihan’ın ağladığını görmüştü. Sekiz yaşındaydı. Ve o küçücük bedeni birçok şeye şahit olmuştu. İnsanlar öldürülmüştü gözlerinin önünde. Babasına ne yapmışlardı acaba? Bilmiyordu. Çevresinde duyduğu işkence sözlerini duydukça ürperirdi. Babasının işkence gördüğünü düşündü. İşkencenin nasıl bir şey olduğunu hayal etmeye çalıştı. Ürperdi. Belki de çalışmak için uzaklara gitmişti. Annesine sarıldı. Birlikte ağladılar. Berivan bazı şeyleri seziyordu. Ne olduğunu bilmiyordu yalnız. O da ağlamaya başladı. Çocukları öperek yatırdı. Kendisi kıvrandı durdu. Kocasının silueti gözlerinin önünde gitmiyordu. Köşe bucak aramıştı onu. Ölü ya da diri artık onu bulmak istiyordu. Kocasına sımsıkı sarıldığı günleri düşündü. Ağladı. Gözyaşları damla damla yastığını ıslattı. Kalktı önce oğlunu öptü. Kokusunu derin derin ciğerlerine çekti. Kızının bukleli saçlarını kokladı. Huzursuzdular uykularında. İsmihan’ın gözlerine uyku girmiyordu. Sonra baygın düştü.

Rüyasında Belekli Tepe’nin yamacından aşağıya doğru koşmaya başladı. Susuzluktan dili damağı kurumuştu. Aşağılarda bir kuyu olduğunu biliyordu. Sonra kuyudan bir ses yükseldi. Yakınına kadar gelmişti. Gözlerini dikti kuyuya. Kuyuda ota benzer yeşil şeyler yükseldi. Yerinde kilitlenmişti âdeta. Kımıldayamıyordu. Ota benzer yeşilimsi şeylerin arasında kocasını gördü. Yüzü solmuştu kocasının. ”Gel, beni al buradan,” diyordu. Yeşilimsi şeyler kalınlaştılar. Uzaktan yılana benziyorlardı. Kocasını aralarına alıp sıkıştırdılar. Bağırdı kocası. İsmihan, inleme ve çığlık seslerini duydu. Sonra kocası, ”Beni boğuyorlar,” dedi ve ses yankılandı: ”Boğuyorlar beni…” Korkuyla gözlerini açtığında sabah olmuştu.

Alelacele üstünü giyindi. Çocuklara bir şey demeden, Belekli Tepe’ye doğru yola çıktı. İlkbahar çoktan bitmiş, mevsim yaza dönmüştü. Sabahın erken bir vakti olmasına rağmen her yan cayır cayır yanıyordu. Şehrin dışına çıkmıştı. Belekli Tepe’ye vardı. Bir saat sonra kuyunun başındaydı. Gerçekten de kuyu taşla doldurulmuştu. Yüreği ağzında tek tek taşları çıkarmaya başladı. Bir taraftan da kocasının cesediyle karşılaşmak istemiyordu. Eline aldığı her taş avuçlarını yakıyordu. Kendinden geçmiş bir haldeydi. İçinde bir ses "kocan burada" diyordu. İçindeki sesin komutlarını dinleyerek taşı ve toprağı kuyudan çıkarmaya çalışıyordu. Bir metre kadar inmişti ki keskin bir koku yükseldi. İstemsiz elini burnuna götürdü. Kokudan gözleri kararıyor ve başı dönüyordu. Ama umursamadı yine de. İlk başta iki ayağı göründü cesedin. Pantolonundan tanıdı kocası olduğunu. Cesedin yüzü de ortaya çıktığında insanı öldürecek, nefes aldırmayacak derecede ağır olan kokuya aldırmadan, kapaklandı kocasının cesedi üzerine.

”Ahmedim,” diyerek saçını başını yolmaya ve yüzünü tırmalamaya başladı.

 

Kategori: 

Bunları Okudunuz mu?

11/20/2024 - 20:50
11/14/2024 - 19:11
11/03/2024 - 12:12
10/10/2024 - 20:58
09/30/2024 - 13:44

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Dergisinin 53. Sayısı Yayınla...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan  Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Ekim-Kasım-Aralık 2024 tarihli 53. sayısı...
Düşünsel özgürlüğün Sınırsız Kütüphanesi...
Görülmüştür Kolektifi, Redfotoğraf grubu ve Karşı Sanat, “içerdekilerle dışardakileri buluşturan” ortak bir sergiye daha imza atıyor. Fotoğrafçılar,...
SINIRSIZ KÜTÜPHANE
SINIRSIZ KÜTÜPHANE Tutsakların içeride yazdığı yüzden fazla kitap, resim ve karikatür ile fotoğrafçıların bu temada çektiği / yaptığı fotoğrafları...

Konuk Yazarlar

ZİNE/ Nazir Atila
Zine birden telaşlandı. İçini derin bir üzüntü kapladı. Yüreği korkuyla karışık bir heyecanla atmaya başladı. “Korkma Zine, okulun reviri var,...
"BİZ BAŞKA TÜRLÜ SEVERDİK BİRBİRİMİ...
Derken, Galata Yokuşu'nun oralarda, yeni kurulmuş bir ajansta iş buldum. Burada getir götür işlerine bakacak ve Tünel'den başlayıp, Levent'e...
Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
  Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...