Manevi tanrı korkusunu yıksa dahi, bu defa maddiyat vb. şeylere tapınarak daha derin korkularla dolu, çetrefili bir yaşamın içine düşüyor. Bunun ana kaynağıysa süperegoist güdülerin insanı her zaman kolayca saptırma gücüdür. İnsanla ilgili incelemeler yapılırken, hiçbir teorinin insanı sonsuza kadar doğru bir şekilde yönetemeyeceği iyi hesap edilmelidir. Bunun ana kaynağıysa süperegoist güdülerin insanı her zaman kolayca saptırma gücüdür. İnsanla ilgili incelemeler yapılırken, hiçbir teorinin insanı sonsuza kadar doğru bir şekilde yönetemeyeceği iyi hesap edilmelidir.
Dili gelişmemiş birey ve toplumların, düşünceleri de gelişmediği için insani bakımdan içgüdüsel, egoist duyguların sürüklediği şekilde yaşarlar. Sümerler 7000 yıl önce yazıyı buldukları halde, miladi yıllara kadar uygarlıkların dilleri gelişmemişti. Sorgulayıcı ve düşündürücü felsefeler ne zaman ortaya çıktı, dil ve düşünceler ancak gelişmeye başladı. Dilin gelişmesi insanın gelişmesi olduğuna göre, ilkel uygarlıklar ve modern toplumların dilleri, hangi mantık üzerine geliştiğini doğru kavramak gerekir. Uygarlıklarda dil başta olmak üzere her şey kutsal tanrıların korku cennetiyle şekillendi. Modern toplumlardaysa çağdaşlık adına maddi (Para) ve manevi tanrısal korku harmanlanarak yüceltmesi, her türlü ahlaksızlığın yolunu açmış oldu. Bu da her iki tarihsel dönem arasında değerlendirme yapıldığında, uygarlıkların olumsuzlukları daha anlaşılırdır.
Herhangi bir dilin gelişmesi, öncelikle o dili konuşan halk veya topluluğun birçok alanda korku, kaygı ve baskıdan kurtulup, rahatça sorgulayıp düşünebilmesine bağlıdır. Sorgulayarak düşünen insan dilini geliştireceği için her geçen gün, daha fazla insanileşerek yaşar. Bu noktada dillerin hangi metot ve yöntemlerle geliştiği kaynak iyi bilinmelidir. Korku, kaygı, baskıdan kurtulmayan toplum ve bireyler, modern çağda da olsalar dili ve de kültürlerini geliştiremezler. İnsan biyolojik, fiziksel olarak bildiğimiz yapısında görünse de korkularını yenecek, felsefi sorgulamaya sahip olmadığı sürece dili, kişiliği hep sınırlı kalır. Uygarlıkların sonuna doğru hem dilin hem de düşüncenin gelişmesinin ilk yolunu açan kaynaklar Dualizm, Konfüçyüs ve Materyalist felsefelerdir. Bu felsefeler insanı, tanrıyı, doğayı sorgulattığı için bilince yerleştirilen korkular, önemli derecede zayıflatıldı. Korkusunu yenmeyen bir insanın dilini, düşüncesini ve kültürünü geliştirmesi mümkün değildir. Felsefe her alanda olduğu gibi dil konusunda da yemek, içmek kadar büyük öneme sahip olduğu, böylece bir kez daha anlaşılmaktadır.
Dillerin gelişmesindeki ikinci aşama M.Ö.100’lü yıllarda Hindistanlılar, miladi yılda ise Yunanlıların “Dilin Gramatik” yapısını icat etmeleriyle başlamış oldu. Gramatik sayesinde insanlar yorulmadan daha kolay ve derin telaffuzlarla kendilerini ifade etme olanağını kazandılar. İnsan yaşamındaki bu büyük dil, düşünce devrimlerini ifade ederken, şunu da unutmamalıyız. İnsan denen yaratık, her an süperegoist güdünün etkisinde hareket etme potansiyeline sahip bir varlıktır. Manevi tanrı korkusunu yıksa dahi, bu defa maddiyat vb. şeylere tapınarak daha derin korkularla dolu, çetrefili bir yaşamın içine düşüyor. Bunun ana kaynağıysa süperegoist güdülerin insanı her zaman kolayca saptırma gücüdür. İnsanla ilgili incelemeler yapılırken, hiçbir teorinin insanı sonsuza kadar doğru bir şekilde yönetemeyeceği iyi hesap edilmelidir.
Dünya yüzünde yaşayan insan topluluklarının büyük çoğunluğu, M.Ö.7.yüzyıllara kadar paganist, panteist, deist şekilde sürekli bir tanrı korkusunu büyüterek gelişmeye çalışması yüzünden, büyük çoğunluk geri kalmıştır. Bu gerçekliğin farkında olan sözde modern topluluklar, manevi tanrısal korkuyu biraz olsun hafifletmiş olsalar da modernite adıyla, parasal maddi tanrı korkusunu yaratmakta bir sakınca görmedi. Parasal modernist maddi tanrı korkusu, teknik ve dili geliştirmiş olsa da düşünce, ahlaki açıdan manevi tanrılardan daha büyük bir korku cenneti ve doyumsuzluk yarattı. Onun içindir ki, modern insanlar dillerini kolay kullanmalarına rağmen, maddi tanrı ve doyumsuzlukta ısrarcı olmaları neticesinde, düşüncelerini gerçek anlamda geliştirmediler. Bugün Avrupa, Avusturya, Amerika ve Asya kıtasında yaşayan insanların çoğu dil, bilgi, teknik gibi her türlü gelişmiş araçlara sahipken, insani özellikleri aynı oranda gelişmiş değildir. Çünkü gerek modern araçları kullanan dini toplumlar gerekse kapitalist modernistler dil, sorgu ve düşünce konusundaki özgürlük anlayışları, menfaatlerinin müsaade ettiği kadardır. Haksız çıkarlarını engelleme veya sorgulama söz konusu olduğunda, tüm özgürlükleri anında yok sayabilmektedirler. Bu saptamalardan anlaşılacağı gibi dil, sorgu ve düşünce özgürlüğü, en modern toplumlarda bile özel çıkarların müsaade ettiği ölçüdedir.
Bizi biz yapan en insani ve temel özelliklerimizden sorgu, düşünce, dil, diğer tüm biyolojik, sosyal yapılarımızı düzenleyip, hayvani özelliklerimizden arınmamızı sağlayan doğal duyularımızdır. Ancak burada önemle üzerinde durulması gereken nokta, normal şekilde konuşma yeteneğine sahip her bireyin, insan olduğu yanılgısına düşülmesidir. Konuşabilen herkesin insani özelliklerini tamamlandığı algısının toplumların bilincine oturtulması, yine büyük bir aldatmacadır. Bu algı kesinlikle yanlış ve hataların en büyüğüdür. Girişte de ifade edildiği gibi sorgu, düşünce ve dil birlikte aynı ölçüde gelişime sahip olarak kullanıldığında insan, insani özelliklerini geliştirebiliyor. Sorgu ve düşüncesi gelişmemiş insan/insanlar, öğrenmiş ya da zenginleştirmiş oldukları kelimeleri dil yoluyla, rahatça telaffuz etseler de bu sadece, ezbere dayanan bir tekrarlamadan ibarettir. Ezberleme mantığına göre konuşan insan veya toplumlar, papağan misali tekrarlamaktan ibarettir. Ne yazık ki dünya toplumlarının büyük çoğunluğu, devlet vb. güçler tarafından kendilerine ezberletilenleri tekrar ederek düşünmeleri, savaş ve haksızlıkların sürekli artarak devam etmesindeki en büyük tetikleyici kaynaktır. Gelişmiş bir dile sahip insani özelliklerle yaşamanın ilk adımlarını şu şekilde somutlaştırabiliriz.
1-Maddi manevi herhangi bir güçten korkmadan, her şeyi sorgulayarak düşünebilmeye sahip olmak.
2-Dünyada yaşananlar üzerinde düşünüp, bunları destekleyen ve aynı zamanda çürüten alternatifleri net görebilmek.
3-Anadilklerdeki kelime hazinesi sürekli çoğaltılırken, felsefeyle destekleyerek doldurmak gerekir.
Üç maddeye eklenecek birçok uygulamalar yerine getirilmeden konuşan, düşünen toplumların, hiçbirisi insani özelliklerini düşünülen seviyede geliştiremezler. Yalnızca ezberlemiş olduğu yerli, yabancı kelimelerle konuşanlar. Ki bu yaşam anlayışı kapitalizm ve savaş demektir. Dilin insan yaşamındaki önemini özetlerken, 7000 yıl önce yaşamış Eski Dünya Uygarlıkların korku cennetlerini anlamadan, o kültürün yararlı ve zararlı noktaları anlaşılamaz. Kral Tanrı Uyarlıklar ve Tek Tanrıcı İmparatorlukların korku cennetinde yarım dil, yarım düşünce ve yarım sorguyla sadece insancıklar yarattılar. Ta ki Mazdeizme inanan Med, Çin, Helen ve bunlara yakın bir iki topluluğun dışında, diğerleri basit, bozuk harflerle rastgele, gelişi güzel iletişim kurarak yaşamaktaydılar. Çoğunda eğitim henüz gelişmediği gibi Orta Çağ’ın sonuna kadar, dünya toplumlarının önemli bir kesimi eğitimle dahi tanışmamıştı. Bu topluluklar eğitimsiz, bilgisiz, bilinçsizlik yüzünden, derin tanrısal korkuların duygularına hâkim olduğu psikolojiyle ahlak, namus, kültür sahibi olduklarına inandılar.
Uygarlıkların bu tarihsel süreçlerdeki mantıkları önce doğadaki birçok varlığı üstün güç (Tanrı) olarak görüp, bunlara karşı büyük bir korkuyla tapınarak duygu, his ve düşüncelerini geliştirmeye çalıştılar. On binlerce yıl geçtikten sonra bu defa kadınların üstün güç (Tanrıça) olduğunu kabul edip tapındılar. Yine yaklaşık yedi sekiz bin yıl sonra, erkeklerin en büyük yaratıcı güç (Tanrı) olduğuna inanarak, yaşamlarını organize ettiler. Bunlardan tatmin olamayan insan, tekrar görünmeyen, bilinmeyen tekçi gök tanrıyı icat ederek, büyük bir çağ atladıklarını sandılar. Tek tanrıcılığın teorisini yapan dinleri de yanına ekleyerek, insanlığın gelişime açık tüm doğal özelliklerini iyice körleştiren karanlık bir anlayışı, böylece dünyaya hâkim kıldılar. Uygarlıkların değişim, gelişimleri kısaca bu şekildeyken, bu mantığın insanlara doğru, gerçek ahlak, akıl, dil ve düşünce vermediği bilinerek hareket edilmeliydi. Ancak kapitalist modernite insanı, tam tersine uygarlıksal geriliklerin çoğunu terk etmediği gibi üstüne, parasal tanrı korkusunu eklediler. Kapitalist moderniteyi büyütenlerin, uygarlıklardan farklı olarak yaptıkları en önemli icraatları, sadece ulusallaşma adıyla insana kimlik kişilik kazandıran dilbirliğini geliştirmeleri olmuştur. Bunun dışında diğer her şeyleri birbirine zıt, karmaşık ve anormalliklerle doludur.
Özellikle kendi dilinin gelişmesi için Gramatik yapı da ısrarcı olup, aynı zamanda yaşadığı toprakların sınırlarını zorda olsa korumayı başaran toplumlar, dile bağlı olarak gelişen ulusal yapıda ciddi bir ilerleme sağlamış oldular. Bu döneme kadar dünyada var olmuş tüm toplumlar Sümer ve Akadların icat ettiği “Çivi Yazısı ve Harfler” diğer tüm uygarlıkların ortak diliydi. En çok sözele dayanan iletişim aracı olan dil, söz konusu çağlarda hepsi tek bir temel mantığa dayanıyordu. Ne zaman bölgesel olarak çok uzun dönemler birbirlerinden uzak kalıp iletişimleri kesilmişse, o zaman dillerinde birtakım farklılıklar oluşmuştur. Sınırların korunması ve dilbilgisi eğitiminin başlaması, dil ailelerindeki özel durumları da ortaya çıkardı. Bu döneme kadar tüm uygarlıkların dilleri %99 oranında benzer özellikler taşırken telaffuz, iletişim bakımından hem zordu hem de gelişmemişlerdi. Bilindiği üzere birçok sanatsal alanlarda olduğu gibi dilin de ilk ortaya çıkması, insanların yaşadıkları sosyal koşullara bağlı olarak korku, heyecan, mutluluk ve kederlenmeleri sonucunda görüp hissettiklerini, taş vb. yerlere gelişi güzel çizerek başlattılar. Dilin bu ilk şeklinin adı resim (Hiyeroglif) yazılardı. Daha sonra Çivi Yazısı geliştirildi. Günümüzdeki modern alfabe ise M.Ö.1200’lerde Fenikeliler tarafından bulunarak, rahat bir konuşma ve telaffuz imkanına sahip oldu dünya insanlığının çoğu.
Daha da önemli bir ayrıntı, dünyada bu zamana kadar ilkel, modern şekilde konuşulmuş dillerin toplamı 6000 adettir. Bunların 3000 tanesi ölü 3000’i yaşıyor. Yaşayan diller kıta ve bölgesel konuma göre 6 aileye ayrılmış olup adları şunlardır.
Hami - Sami Dil Ailesi: Sümer, Akad, Asur, Süryani, Yahudi, Arap, Keldani, Nusayri ve Aramilerin konuştukları ortak kardeş dillerdir.
Hint - Avrupa Dil Ailesi: Hindistan’da konuşulan dillerin büyük bir kısmı, Avrupa, Afgan, Fars, Kürtlerde dahil geniş toplulukların konuştukları kardeş dillerden oluşur.
Ural - Altay Dil Ailesi: Orta Asya’daki Türkler, Türkiye, Azerbaycan, Moğolistan, Macaristan ve Finlandiya’nın konuştuğu kardeş diller.
Çin -Tibet Dil Ailesi: Uzak Doğu ve Asya topluluklarının büyük bir kısmının konuştuğu, ortak dil ailesidir.
Lezgi – Adige Dil Ailesi: Çeçen, Laz, Gürcü, Çerkez, Abhaza, İnguş gibi birçok Kafkas Bölgesinde yaşayan halkların konuştukları kardeş diller.
Bantu Dil Ailesi: Genel olarak Afrika ve yakın bölgelerinde yaşayan halkların ortak konuştukları kardeş dil ailesidir.
Diller ve aileleri hakkında bazı bilimsel tartışmalar hâlâ devam etmekte. Örneğin Amerika kıtasındaki yerlilerinin konuştukları dillerin, hangi dil ailesine daha yakın olduğu konusunda netleşmiş bir fikir birliği yok. Amerika’da daha önceleri yaşamış birçok yerli diller üzerine çalışama yapmış ünlü Dil Bilimci Edward Sapir, bu dillerin hangi aileye yakın olduğunu netleştirememiştir. Ve çoğu ölü diller olarak görülmekte. Özellikle herhangi bir uygarlığın dil ve kültürüne sahiplenmeye çalışan bir halk, şu uygarlık benim atamdır diye ırkçı ve bağnaz bir iddiada bulunması doğru değildir. Çünkü birbirine yakın kıta ve bölgelerde yaşayan halkların dil yapıları, ulus devlere kadar büyük ölçüde ortak yapısal değerler taşıyordu. Ne zaman devletler sınırlarını koruma altına aldılarsa, dilbirliğine (Ulusal) dayanan yapı ancak o zaman oluşmaya başladı. Bunun diğer bir sebebi de komşu toplulukların genellikle devletler düzeyinde sınırlı ilişkiler sürdürmesi, dillerin birbirlerinden uzak kalıp farklılaşmasına yol açtı. Önceleri sınır kontrolleri olmadığından, dillerin çoğu aynı ailesel kardeş özelliği daha çok taşıyordu. Uygarlıklar ve kapitalist modernitenin, dil üzerinde gerçekleştirdikleri özet olarak bunlardan ibarettir. Tarihsel gerçeklere bakıldığında modern toplumlar, dilbirliğini sağlama ve şekilsel bazı değişimlerin dışında, uygarlıkların mantalitesini çok ta aşmış sayılmazlar.
Kaynaklar:
Muharrem Ergin- Türk Dili Ders Kitabı. Bayrak Yay.
https://evrimagaci.org/ilk-insan-asla-var-olmadi-5498
Alaeddin Şenel- İnsanlık Tarihi. İmge Yayınları.
Muazzez İlmiye Çığ- Sümerli Lidungurra. Kaynak Yayınları.
Ali Narçın- A dan Z ye Sümerler. Ozan Yayıncılık.
Samuel Noah Kramer- Tarih Sümer’de Başlar. Kabalcı Yayınları.
Trevor Bryce- Hititler. Kronik Yayınları
H. Craig Melchert, Derleyen- Luviler. Kalkedon Yayınları.
Abdullah Öcalan- Uygarlık. Mezopotamya Yayınları.
Yuval Noah Harari- Hayvanlardan Tanrılara Sapiens. Kolektif Yayınları.
Prof. Dr. Louann Brizendine- Erkek Beyni. Say Yayınları.
Prof. Dr. Louann Brizendine- Kadın Beyni. Say Yayınları.
David Eagleman- Beyin Senin Hikayen. Domingo Yayınları.
Alfred Adler- İnsanın Doğası. Payel Yayınları.
J.M. Roberts- Avrupa Tarihi. İnkılap Yayınları.
Donna Rosenberg- Dünya Mitolojisi. İmge Yayınları
Charles Keit Maisels- Uygarlığın Doğuşu. İmge Yayınları.
Eski Dünya Uygarlıklarında Dil
İnsan denen yaratık, her an süperegoist güdünün etkisinde hareket etme potansiyeline sahip bir varlıktır.
Kategori:
Bunları Okudunuz mu?
Hapishane Edebiyatı
Ümüş Eylül Dergisinin 53. Sayısı Yayınla...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan
Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Ekim-Kasım-Aralık 2024 tarihli 53. sayısı...
Düşünsel özgürlüğün Sınırsız Kütüphanesi...
Görülmüştür Kolektifi, Redfotoğraf grubu ve Karşı Sanat, “içerdekilerle dışardakileri buluşturan” ortak bir sergiye daha imza atıyor. Fotoğrafçılar,...
SINIRSIZ KÜTÜPHANE
SINIRSIZ KÜTÜPHANE
Tutsakların içeride yazdığı yüzden fazla kitap, resim ve karikatür ile fotoğrafçıların bu temada çektiği / yaptığı fotoğrafları...
Konuk Yazarlar
ZİNE/ Nazir Atila
Zine birden telaşlandı. İçini derin bir üzüntü kapladı. Yüreği korkuyla karışık bir heyecanla atmaya başladı.
“Korkma Zine, okulun reviri var,...
"BİZ BAŞKA TÜRLÜ SEVERDİK BİRBİRİMİ...
Derken, Galata Yokuşu'nun oralarda, yeni kurulmuş bir ajansta iş buldum. Burada getir götür işlerine bakacak ve Tünel'den başlayıp, Levent'e...
Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...