Eskiden, Samanpazarı’ndan Ankara Kalesi’ne doğru çıkarken çekiç sesleri inletirdi ortalığı. Ekseriyeti bakır ve kalaycıların yoğun olduğu çarşılardan gelirdi bu sesler. Hele bir Niyazi Usta vardı ki çekiçle beste yapardı adeta! Tencere tavalar dans eder müşteriler kabı kacağı ona kalaylatmak için sıraya girerdi.
Yalnız bir kusuru vardı Niyazi Usta’nın. Daha doğrusu kusur demeyelim de önemli bir farkı vardı. Elin elli liraya kalayladığı kabı kacağı kendisi beş yüz liraya kalaylardı. Öyle ki çok daha fazla miktara kalayladığı tabak ve çanaklar bile olurdu. Diğer esnaflar bu duruma bir şey diyemezdi. Diyene de zaten cevabı hazırdı:
“Sizin için daha iyi ya! Pahalı diye bana gelmeyen müşteriler size gelir. Bundan güzel bir şey var mı?”
Fakat ne mümkün! Diğer bütün esnaflar sinek avlarken o çok daha pahalı kalaylamasına rağmen işi yetiştiremezdi. Yurtiçi yurtdışından çok müşteriler gelirdi ona. Adeta sıra olurlardı.
Birgün bütün esnaf birleşmiş, onunda tanımadığı bir kişinin eline değerde üç kuruş etmeyen eski bir tabak verip, “Hele git şu işin aslını astarını bir öğren.” demişler. “Bu adam ne yapıyor ne söylüyor da üç kuruşa yapılacak kalayı beş yüz liraya yapıyor.”
Adam, pahada üç kuruş etmeyen tabağı alıp Niyazi Ustanın dükkanının yolunu tutmuş ve “Selamın Aleyküm.” deyip girmiş içeri. Niyazi Usta kafasını bile kaldırmadan, “Aleyküm selam.” demiş. “Yer bulursan buyur otur.”
Hakikatende dükkânın içi kalaylanacak ya da kalaylanmış tabak çanakla doluymuş. Adam zar zor bir yer bulup oturmuş. Aradan bir hayli zaman geçmiş Niyazi Usta kafasını kaldırıp adama, “Söyle bakalım, şimdi senin için ne yapabilirim?” diye sormuş.
Adam elinde tuttuğu pahada üç kuruş etmeyen tabağı Niyazi Usta’ya uzatıp, “Bunu kalaylatmak istiyorum.” demiş. Niyazi Usta tabağı eline alır almaz oturduğu yerden fırlamış ve büyük bir heyecan içerisinde, “Sümerler.” diye bağırmış. “Bu tabak Sümerlerden kalma. Gör onlara kimlerden kaldı? Yalnız benim bildiğim bu tabaktan yeryüzünde sadece beş tane var. Birinin Amerika’da olduğunu biliyordum. İkisi İtalya Roma’da. Diğer ikisi kayıptı. Demek biri bizdeymiş. Nereden geçti bu tabak senin eline?”
Adam ne diyeceğini şaşırmış. Bir şeyler diyecek olmuş ama yutkunmuş. Diyememiş. Anlamış bunu Niyazi Usta bu yüzden konuşmasına devam etmiş:
“Yalnız tam adamına geldin yeğenim. Geçen sene buna benzer Finikelilerden kalma bir güğüm kalaylamıştım. On numara oldu şerefsizim. Yani demek istediğim ehli olmayan birine gitseydi bu tabak arada mahfe olur giderdi. Ben böyle şeylere değer biçmesini pek sevmem ama bu tabak sana en az bir ev bir araba aldırır. Tabii satmayı düşünürsen. Yalnız dikkatli olmak lazım. Memlekette sahtekâr çok. Aceleye getirmemek lazım. Yavaş yavaş. Sakin sakin. Öte taraftan orijinal yapısını bozmadan kalaylatmakta da fayda var. Zaten bir iki kez kalaylanmış bu tabak belli. Usta eli değdiğinde değerinden hiçbir şey kaybetmez. Daha fazla eder ama sevdim seni. Pazarlıksız beş bin liranı alırım.”
Adam bir Niyazi Ustaya bakmış bir tabağa bakmış. Tabii üzerinde o kadar parada yok. “Peşin mi?” diye sormuş. Rahatlatmış onu Niyazi Usta, “Yarısı.” demiş. “Yarısını şimdi ver kalanını beş gün sonra almaya geldiğinde verirsin. İnce işçilik ister. Bir hafta bile sürer ama yetiştirmeye çalışırım. Yalnız sen sen ol kimseye bir şey söyleme. Ne yapar eder kandırırlar seni.”
Adam ücretin yarısını ödeyip beş gün sonra tekrar gelmek üzere dışarı çıkmış. Tabii diğer bütün esnaf aşağılarda bir yerde onu bekliyor. Adam kapıdan içeri girer girmez hepsi birden, “Ne oldu birader? Ne söyledi? Üç kuruş etmeyen o tabak için senden ne kadar para istedi?” diye sormaya başlamış. Sinirlenmiş adam. Biraz önce oturduğu yerden tekrar ayağa kalkıp, “Adam cin gibi.” demiş, “Sizin gönderdiğiniz tabağı ‘Beş para etmez, uğraşmaya değmez.’ deyip fırlatıp attı. Ben de söyleyecek şey bulamayınca çıktım geldim.”
Esnaf o günden sonra kimiyle tabak, kimiyle, güğüm, kimiyle leğen olmak üzere pahada üç kuruş etmeyen malzemelerle Niyazi Ustanın yanına beş altı kişi daha göndermiş ama hepsi farklı sebepler ileri sürerek esnafı tatmin edecek cevaplar vermemiş. Kimi, “Ondan kalaycı olmaz.” demiş. Kimi, “Güğümü kaldırıp attı yüzüne bile bakmadı.” demiş. Kimi, “İşim çok altı ay sonra gel dedi.” demiş.
Yıllar sonra işin aslını öğrenmek üzere Çıkrıkçılar Yokuşundan Ankara Kalesine doğru giderken Kalaycı Sami Usta vardı ona uğrayıp sordum, “Peki sonunda ne oldu? İşin aslını öğrenebildiniz mi?” diye. Elini ovuşturdu Sami Usta ve şöyle dedi:
“En son bizim bacanağın oğlu vardı nede olsa üniversitede okuyor gider aslını astarını öğrenir diye onu gönderdik. Güğümle göndermiştik eli boş döndü. Zaten aradan bir hafta on gün geçmedi okulu bırakıp anne babasına, ‘Ben İtalya’ya yerleşiyorum.’ diyerek çekip gitti. Haber aldık orada bir lokantada çalışıyormuş. Her neyse! Kırk yıllık dostumdu Niyazi Usta. Her yolu denedik ama bir türlü öğrenemedik maharetini. Kimi yalancılar ölmeyince ondan kurtulunmuyor evlat. İki yıl evvel öldü de kurtulduk şükür.”