Bugün bilincimizde şekillenen kültürlerin çoğunluğunun ilk temeli M.Ö.65 bin yıllarında, Avcılık ve toplayıcılık (Paleolitik) Çağ da mağara, ağaç kovuklarında yaşayan, konuşma yeteneği gelişmemiş ilkel kabilelerle atılmıştır. Paleolitik çağdaki kültür izleri çok zayıf, bazen kültür denemeyecek kadar da belirsizlikler taşır. İkinci kültürel temel M.Ö. 30 bin yıllarda, Mezolitikte; Totem ve Animist inançlarla biraz daha somutlaştığını görüyoruz. Her iki çağda insanların günlük iş bölümlerinden tutalım, üremek için yaşadıkları cinsellikte, en ufak namus, ahlak kavramından söz etmek mümkün değil. Çünkü düşünce kapasiteleri ve maddiyata karşı doyumsuzluk henüz gelişmemişti. Üçüncü dönem ise, M.Ö.12 binlerde Tarımcı (Neolitik) Ana tanrıça Çağ’dır. Ana tanrıça kültür önceki çağlara göre ciddi ilerleme göstermiş olup ahlak, namus konusunda kadının ya da erkeğin suçlandığı bir ize rastlanmıyor. Neolitik insanın günlük yaşamında detaylı, bilinçli plan olmamasına rağmen, herkes doğal özgünlüğü içerisinde yetenek ve becerisiyle üretime katılıp, ortak üretip ortak tüketen komünal bir kültürü yaşatmışlardır. Neolitik Çağ; daha çok kadının analıktan gelen hümanist duygu ve paylaşımcılığına dayanan yaşam temelli olup, istisnalar dışında insanların birbirini rahatsız eden egoyla ilgili herhangi bir olumsuzluğa rastlanmıyor. Bunun nedeni ya yeterli kaynağın olmaması ya da bireyci doyumsuz egonun henüz gelişmemesidir. Kadının hümanist, eşitlikçi düşünce ve davranışı, insan topluluklarına büyük değer kazandırdığından, Ana tanrıçalıkla taçlandırılmıştır. Bu toplumsal yaşamda evliliklerden tutalım, cinsel ilişkiler, çocukların anne ve dayısı adıyla kimlik kazanmasına kadar her şey, kadınların onayı ile gerçekleştiğini görüyoruz. Neolitikte, kadına Ana tanrıçalık unvanı; o toplumun kendisi vermiştir. Kral tanrıcılık ve peygamberlikte olduğu gibi bilinmeyen, görünmeyen tanrı masalı gibi uydurmalarla icat edilmemiştir. Tarihsel, kültürel gerçekliklere baktığımızda, gök ve tek tanrı kavramını egoist, doyumsuz erkek cinsiyetinin icat ettiği gerçeği ortaya çıkıyor. Neolitik dönemin kültürel değeri, gerçek insani sevgiyi sürekli yükseltmesi neticesinde, en az 12 bin yıl yaşatıldı. Ne zaman ki kral tanrıcı doyumsuz düşünce anlayışı icat edildi, kadın hem sermaye hem cinsellik hem de namus objesi görülerek, bütün kötülükler çoğalmaya başladı. Yine bu anlayışın bilinçaltı psikolojisinde, erkek savaşçı özelliğini kullanarak, istediği her şeye hâkim olabilmek için, insanların korku ve cinsel güdülerine hitap eden egoyu kutsallaştırarak başlamışlardır.
M.Ö.5000 yıllarından itibaren kral tanrıların ortaya çıkıp, erkek cinsiyetçi egoyu yükseltmesi, yine M.Ö.1500 yıllarından itibaren tek tanrıcı inanışın dizginlenemez güç elde etmesi, insanlık tarihinde yaşanan ahlaksızlıkların ana kaynağıdır. Halbuki Sümerlerden itibaren yazının icadıyla, insan düşüncesi öncekilere nazaran daha fazla gelişim göstermişti. Böylece insan, hayvani egosunu eğitmesi gerekirken, tam tersi bunu erkek lehine hunharca kullanma aracına dönüştürmüştür. Dinsel anlayışların ahlak namus kavramıyla ilgili öncede belirtildiği gibi, kral tanrı ve peygamberlerin soy üstünlüğü, maddi manevi her şeyin bu üstün kişilere Allah’ın bahşettiği, kadınların erkeğin hizmetinde köle olmasına dayanan erkek cinsiyetçi ego temel ilkedir. Bundan başka farklı hiçbir mantık söz konusu değil. Kral ve peygamberin soyundan gelmeyen hiçbir insan, grup, topluluk, halk maddi manevi bu kariyere asla sahip olamıyor. Bu nasıl bir tanrı adaletidir ki kimse bunu sorgulama cesareti gösteremiyor. Günümüzdeki dini toplumlarda hâlâ geçerli ahlak namus anlayışıdır bu. Kadın, erkekten zayıf, zavallı, erkeği azdırıcı cinsel obje görüldü ve milim değişmeden devam ettiriliyor. Onun içindir ki günümüzde dini her şeyin önünde gören ve şeriat aşığı topluluklar, kendilerine harem düzeni kurmakta hiçbir yanlış ve anormallik görmüyorlar.
Bu anlayışın bilinçaltında yatan diğer bir gerçekse, erkeğin anormal şekilde cinselliğe ve maddiyata olan ölçüsüz düşkünlüğüdür. Söz konusu anlayışı günümüzde sürdürenler yine kral ve peygamber soyundan geldiğini ileri süren Seyit, İmam, Şeyh vb. dini kişilikler ve bunlara akraba ya da bunların yolunu aynı biçimde takip edenlerdir. Her şeyi tanrı korkusu, maddiyat ve harem kültürü üzerine inşa ettikleri ahlak, namus anlayışıyla yaşatılmakta. Söz konusu dini düşünceler, tanrı adına adaleti sağlamak için kurdukları kutsal ordularla, asırlar boyu insanların varlıklarını talan etmek, kadın ve kızlara tecavüz edip, cariye olarak pazarlarda satmak, harem kurmak gibi her tür ahlaksızlıktan ibarettir. Tüm bu ahlaksızlıkların temel kaynağı Adem’le erkeği yüceltip, Havva’nın yasaklı meyveyi yediği yalanıyla uydurulan masalda, kadın yerin dibine sokularak başlatılmıştı.
Tek tanrıcı dini anlayışların sürdürdükleri bu ahlaksızlıkların insanlıkla, insan olmakla, ahlakla uzaktan yakından alakası olmadığını gören Mezopotamyalı Zerdüşt, Mazdek, Mâni ve Babailer; Helenli felsefeci düşünürler, buna dur demek için her türlü riski göze alıp, toplulukları uyandırmaya çalışanlardır. İşte bu muhalif insani düşünceler sayesinde, gerçek ahlak ve namus kavramının ne olup olmadığı ortaya çıktı. Bir toplumun ahlaklı ve namuslu olduğunu kanıtlayan en gerçekçi örneklerse, asgari düzeyde de olsa maddi varlıkların adaletli paylaşımı. Kadınların, erkekle eşit haklara sahip olduğunu kabul eden inanç, siyasi yapı, adalete dayanan yönetimlerdir. İnsan; cinsellik ve maddi varlıklara düşkünlüğü ile her türlü ahlaksızlığın yolunu her zaman açmıştır açmayı sürdüren karaktere sahiptir. Bunun birazcık bilincinde olan Batılı ülkeler, medeni kanunlarla dinsel ahlaksızlıkların önüne geçmeyi başarmışlarken, maddi paylaşım konusunda henüz düşünülen eşitlikçi adaleti sağlayamadılar. Diğer taraftan dinlerin helal gördüğü ganimetçilik ve kapitalizmin serbest piyasa mantığına karşı olan sosyalistler, ortak üretim ortak tüketim felsefesinde ısrar ettikleri halde, başarı sağlayamamaları komünist düşüncenin sorgulanmasını şart koşuyor. Evrensel ahlak, namus kültüründe samimi olanlar, şu doğrultusunda hareket ettiklerinde, ahlaksızlık ve namussuzlukları ortadan kaldırma ihtimalleri daha yüksektir.
Örneğin; erkek ve kadının hukuksal, siyasal, sosyal, ekonomik, düşünsel, cinsel olarak eşit haklara sahip olması. Yerine, şartlara göre uygun belirli sınırlarla bireysel ticarete olanak sağlamak. Her türlü sınırsız sermaye birikimini sınırlandırıp bireysel, kamu, özerk ticari faaliyete imkân sunmak. Eğitimde gerçekçi, bilimsel, bağımsız araştırmaya dayanan, tartışan öğretim ilkesinin kabul edilmesi. Tüm dünya ülkelerini kapsayacak şekilde Demokratik Konfederalizm Yönetime (DKY) geçilmesi. Görülecektir ki her türlü ahlaksızlık ve namussuzlukların çoğunu ortadan kaldıracaktır. Diğer çok önemli bir sorun ise, insanların cinselliği yaşamalarındaki anormalliklerin çözüme kavuşmamış olmasıdır. Bu zamana kadar kolayca kimsenin dile getirmediği veya çeşitli nedenlerle getirmek istemediği cinselliğin çözümü ise, özet olarak şu radikal kararlarla mümkündür.
Cinsel sorunları akılcı şekilde kalıcı kural ve yöntemlerle çözmeyen hiçbir toplum, ahlaklı ve namuslu değildir. Konuya bu noktadan baktığımızda cinselliğin yemek, içmek, hava, su ve toprak kadar önemli olduğunu görmemek akılsız, cahil ve kör olmaktır. Şimdiye kadar olduğu gibi dini saplantı ve çürümüş kurallarla bırakalım insanları ahlaklı, namuslu yapmayı, daha da ahlaksızlaştırıldığı herkes tarafından biliniyor. Bu kadar önemli olan cinsel güdünün çözümü ise; önce insanların eğitim, kültür, akıl, fizik, yaşları, psikolojik durumu, dürtüleri, ekonomik olanaklar, aile yapısı dikkate alınıp, bilimsel ölçülerde eğitime başlanmalıdır. Sıralanan planların hayata geçirilip uygulanması, Birleşmiş Milletler tarafından yasal kurallar oluşturulup, tüm dünya ülkelerinin bu yasalara uymalarını zorunlu kılacak yaptırımların olması. İstenilen sonucun daha kısa zamanda elde edilmesinin diğer bir yöntemiyse, öğrencilere verilen dersler içerisinde, cinselliğinde normal ders olarak öğretilmesi. Aynı zamanda cinsel güdünün kendisini hissettirdiği kız ve erkeklerin nerede, nasıl, hangi ahlak kurallarına göre bunu yaşayıp yaşamayacağını belirleyen kuralların resmi yasalarla belirlenmesi. Görülecektir ki asırlardır çözülmeyen ya da çözülmek istenmeyen kadın cinayetleri ve ahlaksızlıklar anında yok olacaktır.
Geçmişte ve günümüzde toplumların yönetilmesinden tutalım, cinselliği en çok kullanan kapitalist ve dini şeriat yönetimleri, bu vb. sorunların çözümünde sadece erkeklere hitap eden genelev benzeri yerlere müsaade etmekle yetindiler. Diğer taraftan gerek kapitalistlerin farklı adlar altında, her gün gayri resmi cinsel ilişki yaşamaları, gerekse en radikal din savunucusu toplulukların birden çok kadınlarla resmi, imam nikahı, muta nikahı gibi uygulamalarla, nasıl bir ahlaksız harem düzeni kurduklarını, tüm dünya biliyor. Bırakalım genelev gibi yerlerin bazı ihtiyaçlara cevap olmasını, mafya ve devlet eliyle daha büyük namussuzluklara yol açmıştır/açmaya devam ediyor. Somut örneklerse; genelev benzeri yerlerde çalışan kadınlara, insan gözüyle bakılmadığı gibi emeklerinin karşılığı bile ödenmiyor. Ondan sonra din, iman, ahlak, namus ve hukuktan bahsetmek, en büyük ahlaksızlık değilse nedir?
Ahlak, namus adına dinci ve kapitalistlerin tüm uygulamaları, dünyanın her yerinde eğitimli, eğitimsiz insan topluluklarının gerçekleştirdikleri sapkınlıklardan birkaçıdır. Evrensel ahlak, namus kültürünün mevcudu, insanların doğru, gerçekçi eğitilip, adaletli yönetilmesi yeterli olacaktır. Bunun için insanların kütüphaneler dolusu kitap okumasına gerek yok. Varlıkların adaletli paylaşımı, kadın erkek eşitliği, evrensel ahlak normlarına uygun yasalar yeterlidir. Özetleyerek ifade etmeye çalıştığımız ahlak, namus konusundaki olumsuzluklar, her uygarlıkta ahlaksız şekilde yaşanmıştır. Aynı ahlaksızlıklar günümüz modern toplumlarında katmerlenerek devam ettiğine göre, bu modern insanın henüz insanileşmediğinin de bir ölçüsüdür.
Cemal Zöngür
Kaynaklar :
https://evrimagaci.org/ahlak-felsefesine-etige-giris-neye-gore-kime-gore-7828
Ahlaki Sözleşmecilik
Ahlaki sözleşmecilik, adından da anlaşılabileceği üzere, ahlaki doğru ve yanlışları bir tür varsayımsal sözleşmeye dayandırmamız gerektiğini ileri süren ahlaki pozisyondur. Sözleşmeciliğin birkaç farklı versiyonu olduğu ve yerimiz kısıtlı olduğu için, bu yazıda T.M. Scanlon’ın çizdiği ve sözleşmeciliği tekrar popüler hale getiren sözleşmecilik türünü tartışacağız. Buna Scanloncı ya da Kantçı sözleşme diyebiliriz. Scanlon’ın kendini dinlersek: “doğru ve yanlış hakkında düşünmek, en temel seviyede, diğerlerinin makul biçimde reddedemeyeceği [kuralların] ne olduğu hakkında düşünmektir.
Makul biçimde reddedebilmek ne demektir? Burada kullandığı şekliyle, makul biçimde reddedebilmek, bir ilkeye dair akla yatkın bir itiraz getirebilmek demektir. Bir ilkeye itirazlar ancak ve ancak o ilkeye itiraz etmek için iyi nedenler varsa akla yatkındır. Örneğin, eğer bir ilke benim refahımı büyük ölçüde zedeliyorsa, bu ilkeye itiraz etmek için iyi bir sebebim var demektir. Burada şunun altını çizmek gerekiyor: Bu itiraz sadece makul olmakla kalmamalı, belirli bir amaç açısından, “diğerlerinin davranışlarını, makul biçimde reddedemeyecekleri biçimde düzenleyebilecek ilkeleri bulmak” açısından makul olmalıdır. Tim Scanlon
İnsanın Doğası.
Sayfa101. Erkek Kadın ve İş Bölümü. Değerlendirmelerimizden tüm ruhbilimsel etkinliklere iki büyük eğilimin egemen olduğunu öğrendik. Bu iki eğilim yani, toplumsal dugu ve de güç ve egemenlik savaşımı, insanın her etkinliğini biçimlendirir ve hem güvenlik arayışında hem de yaşamın üç büyük meydan okuması olan sevgi, iş ve ilişkilerin gerçekleştirilmesinde bireylerin tutumunu etkiler…
Sayfa 103. Eril Egemenlik: özellikle kendileri için ayrıcalık sağlamak isteyen belli bireylerin ya da toplumun belli sınıflarının çabaları sayesinde kültürümüzün kişisel güç doğrultusunda gelişmesinin bir sonucu olarak bu işbölümü tüm uygarlığımızı etkilemiş olan tipik kalıplara ayrılmıştır…
Sayfa 107.Kadınların Sözde Aşağı Oluşları: Erkek yalnızca bu konunun doğal olduğunu öne sürerek değilaynı zamanda kaçınılmaz bir biçimde kadının aşağı oluşundan doğduğunu iddia ederek kendi egemenliğini haklı kılmıştır. Kadınların aşağı olduğu şeklindeki bu kavram o kadar etkilidir ki tüm ırkları etkiler. Bu ön yargıya erkeğin, dişigücünün gerçek bir anksiyete kaynağı olduğu anaerkilliğe karşı savaş döneminden kaynaklanmış olabilecek belli bir huzursuzluğa eşlik eder… Alfred Adler
Ahlak ve Namus Kavramını Yozlaştıran Etkenler -2-
Verilen tarihlerden de anlaşılacağı gibi bugün sahip olduğumuz dil, ahlak namus ve kültürel tüm kazanımlarımız, insan beynindeki hücrelerin (Nöron) bizim gerçekleştirdiğimiz hareket, çalışma, sosyal aktivite ve eğitimler sonucunda faaliyete geçtikçe bu yeteneklerimiz çoğalıp gelişti. Düşünce ve sorgulama yetenekleri körelmiş dincilerin uydurduğu masallardaki gibi, tanrı bize ne dil ne akıl ne de yetenek vermiştir. Tanrı masalını anlatan hikayeler daha dünkü uydurmalardır. Oysa insan kaba saba bozuk seslerle ancak, 65 bin yıl önce yeni yeni konuşmaya başlamıştı. Ve ahlak namus diye en ufak bir kavram söz konusu değildi.
Kategori:
Bunları Okudunuz mu?
Hapishane Edebiyatı
Ümüş Eylül Dergisinin 53. Sayısı Yayınla...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan
Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Ekim-Kasım-Aralık 2024 tarihli 53. sayısı...
Düşünsel özgürlüğün Sınırsız Kütüphanesi...
Görülmüştür Kolektifi, Redfotoğraf grubu ve Karşı Sanat, “içerdekilerle dışardakileri buluşturan” ortak bir sergiye daha imza atıyor. Fotoğrafçılar,...
SINIRSIZ KÜTÜPHANE
SINIRSIZ KÜTÜPHANE
Tutsakların içeride yazdığı yüzden fazla kitap, resim ve karikatür ile fotoğrafçıların bu temada çektiği / yaptığı fotoğrafları...
Konuk Yazarlar
ZİNE/ Nazir Atila
Zine birden telaşlandı. İçini derin bir üzüntü kapladı. Yüreği korkuyla karışık bir heyecanla atmaya başladı.
“Korkma Zine, okulun reviri var,...
"BİZ BAŞKA TÜRLÜ SEVERDİK BİRBİRİMİ...
Derken, Galata Yokuşu'nun oralarda, yeni kurulmuş bir ajansta iş buldum. Burada getir götür işlerine bakacak ve Tünel'den başlayıp, Levent'e...
Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...
Yorumlar
Elinize sağlık.insanlik için
Elinize sağlık.insanlik için bilgi,sanat müzik tiyatro,filimler hızla gelişmesine rağmen, ahlâk ve vicdan kayıp oldu.İnsan daha ileriye gitmesi gerekirken,bencilesiyor sinsileşiyor.Aslan aslan gibi davranıyor ,mamun gibi değil.insan dost gibi görünüyor düşman gibi davraniyor.Bu bir akıl tutulmasını ? Cahileştikce vahşilesmemi?
Saygılar.