Zaman, adına aykırı tuhaflıkların yaşandığı kaotik tarzda ilerliyor. Adı modern olan bir çağda her türlü gericiliğin, tükenmişliğin içerisinde debeleniyoruz. Hayat her yönüyle geçmişle ve insanın biriktirdiği değerlerle kıyaslandığında acayiplikler içeriyor. Öyle tuhaf bir zamandan geçiyoruz ki insan kendisinden başka kimsenin görmediğini, düşünmediğini sanarak ya da kendini herkesten akıllı görerek, her şeyi kendisine hak görüyor. Yöneteni de, toplumu oluşturanı da aynı bakış açısıyla yaşayınca tuhaflıklar bitmiyor.
Yaşanılan tuhaflıklar zamanında gaddarlık, barbarlık hak-hukuk tanımamazlık, egoizm, bencillik gırla gidiyor. En önemlisi de şiddet güçlünün elinde zayıfın boynundan indirilmeyen kılıcı gibi. Kendine süper diyen devletler, iktidar benim diyen yönetenler her türlü dalavereyle başka ülkelerin ve toplumun üzerine karabasan gibi çöküyor. Egemenlerin bu yaklaşımı toplum içinde de iktidarlaşma, devletleşme mantığı oluşturdu. Çeteler, mafyalar güç topluyor, şiddetle, korkuyla kendi adaletlerini yaratıyor, uyguluyorlar. Toplumun en altında zayıf olanlar ise gücü yettiği için kadına yöneliyor, kadın kırımını yaratıyorlar. Hiç kimseye güç yetiremeyenler ise kediye, köpeğe şiddet uyguluyor. Vandalizm ruhlara sinmiş, durup dururken kendisine cevap bile veremeyen çiçeklere, ağaçlara, heykellere yöneliyor. Şiddet yaşamın normali haline geldi.
Kimse neden bu tuhaflıklar, demiyor. Utanmazlık, yalan, tamahkarlık en ideal değerler olmuş. Eskiyi var eden ahlak, vicdan, dürüstlük, paylaşım, dayanışma, sevgiyle bakma, muhabbet ehli olmak artık ahmaklık, aptallık, ilkellik sayılıyor. İnsan varoluşsal değerlerini yitirip, toplumsallığından uzaklaştıkça ucubeleşiyor, tanınmaz hale geliyor.
Zamane insanı kendince hedefleri için her şeyi yapabilecek kadar gözlerini karatmış, her şey araçsallaşmış halde. Makyavelist her yol mubah anlayışı, liberal sahtekarlık yaşamın kendisi haline gelmiş. Dostluk, kardeşlik, komşuluk gereksiz görülüyor. İnsan için tek gerçek önüne koyduğu hedefler oluyor.
İnsanın tek yaşam gerekçesi kendi hedefleri olunca utanma duygusunu, vicdanı, toplumsal düşünme yetisini yitiriyor. Utanma, vicdan, ilkel zamanların duygusu olarak görülüyor. Eskiden hırsızlık yapan, bırakın kanıtlanmasını suçlanan bile toplum içine çıkamazken, bugün hırsız-hırsızlık iş bilen olarak insanların etiketi oluyor. En tepeden en aşağıya herkes kendi boyutunda iş bilen olmaya ve emeksiz şekilde kazanmanın, bir şeyler çalmanın peşinde. Dün utanılarak yapılmayan hareketler, davranışlar bugün medeni cesaret göstergesi olmuş. Yanı başında vurulan, kaza yapan, ölen-yaralanan insana dönüp bakan yok. Arabasıyla çarptığı insana bir de suçlu muamelesi yapmak moda haline geldi. Çıkan bir yangını, kavgayı, kadına şiddeti vb. olayları ellerinde çekirdek ya da cep telefonu ile takip edip, hem çekirdek kırıyor hem kayıt yapıyor. Bunu yapmayanlarsa film izler gibi takip ediyorlar.
Dünya artık koca bir pazar olmuş. Her şey alınıp satılıyor. Gücü olanın, en yüksek fiyatı verenin her şeye sahip olduğu, hakim olduğu günlerden geçiyoruz. Erdemin, bilginin, ikrarın olmadığı zaman da duygular bile meta haline dönüşüyor, alınıp satılıyor.
Dünya, insanlık neden bu kadar tuhaflaştı? Kimsenin dert etmediği, sormadığı bu soruya yanıt aranmıyor. İçinde sevgi, vicdan kırıntısı kalanlar, halen düşünmeye çalışanlar sorgulasa da yetmiyor. Kalplerimiz duyarsızlaştıkça, hırslarımız büyüdü. Kalplerde sevgi, muhabbet üretilmeyince ortalık husumetlere kalıyor. Kalpler artık yaşam üreten değil, kriz üreten merkezler oldu.
İnsanlar birbirleriyle konuşmuyor, ilişkilenmiyor. Birbirimize yaklaşırken yüzlerce hesap taşıyoruz. Kirlenen kalplerimizde kariyerimiz, kazancımız, menfaatimiz, keyfimiz en önde tutuluyor. Her şeye kazanmak için bakınca mahcup olmamak için değil sadece mağlup olmamak için uğraşıyoruz.
Mutsuz, sevgisiz, kendinden başkasını düşünmeyen insanların yaşadığı bir dünyadayız. Muhabbetsiz, sevgisiz bir dünyada yaşıyor olmak kimseyi korkutmuyor. Konuşamayan, ilişkilenmeyen, muhabbet eylemeyen fukaralığın nasıl bir çölleşme, nasıl bir tükeniş olduğunu hissetmiyoruz.
Değişen, bozulan mevsimler gibiyiz. Anlık değişimlerle bocalıyoruz. Kimi zaman sert esen fırtınalar, kimi zaman hüznün mevsimindeyiz, ama hiç bahar yaşamıyoruz. Duygularımız parçalı, çoğu zaman bulutlu ve her an yağmaya hazırız.
Kendimizden başka kimseyi görmüyoruz. Bütün dünya etrafımızda dönüyor sanıyoruz. Oysa yalnızlığın girdabında dönüp duruyor ve giderek batıyoruz. Biz batarken önceden kimseye el uzatmadığımız için uzanan el de olmuyor.
Zamanın en tuhaf olanı ise kendimiz yapıyor, kendimiz şikayet ediyoruz. Ama değiştirmek için kıpırdamıyoruz. Değiştirecek bilince, güce, yüreğe sahip olmadığımızdan değil, değiştirmenin gerekliliğini anlamadığımızdan adım atamıyoruz.
Tüm bu acayiplikler içinde sorulması gereken bir başka soruysa: Peki dünya bunca tuhaflığı, mutsuzluğu, gamsızlığı, sevgisizliği, yıkıcılığı kaldırır mı? Buna verilecek cevap halk deyimiyle “taş olsa çatlar.” O zaman emin olun dünyanın çatlaması yakındır. Bakalım bu çatlama bir yok oluş mu yoksa hakikate evrilerek yeniyi yaratmanın zamanı mı olacak.
Ergin DOĞRU
2 Nolu Yüksek Güvenlikli Hapishane C-48
ELÂZIĞ
Fotoğraf: Adil Okay
TUHAF BİR ZAMAN
" Yaşanılan tuhaflıklar zamanında gaddarlık, barbarlık hak-hukuk tanımamazlık, egoizm, bencillik gırla gidiyor. En önemlisi de şiddet güçlünün elinde zayıfın boynundan indirilmeyen kılıcı gibi. Kendine süper diyen devletler, iktidar benim diyen yönetenler her türlü dalavereyle başka ülkelerin ve toplumun üzerine karabasan gibi çöküyor. Egemenlerin bu yaklaşımı toplum içinde de iktidarlaşma, devletleşme mantığı oluşturdu. Çeteler, mafyalar güç topluyor, şiddetle, korkuyla kendi adaletlerini yaratıyor, uyguluyorlar. Toplumun en altında zayıf olanlar ise gücü yettiği için kadına yöneliyor, kadın kırımını yaratıyorlar. Hiç kimseye güç yetiremeyenler ise kediye, köpeğe şiddet uyguluyor. Vandalizm ruhlara sinmiş, durup dururken kendisine cevap bile veremeyen çiçeklere, ağaçlara, heykellere yöneliyor. Şiddet yaşamın normali haline geldi."
Kategori:
Bunları Okudunuz mu?
Hapishane Edebiyatı
Ümüş Eylül Dergisinin 53. Sayısı Yayınla...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan
Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Ekim-Kasım-Aralık 2024 tarihli 53. sayısı...
Düşünsel özgürlüğün Sınırsız Kütüphanesi...
Görülmüştür Kolektifi, Redfotoğraf grubu ve Karşı Sanat, “içerdekilerle dışardakileri buluşturan” ortak bir sergiye daha imza atıyor. Fotoğrafçılar,...
SINIRSIZ KÜTÜPHANE
SINIRSIZ KÜTÜPHANE
Tutsakların içeride yazdığı yüzden fazla kitap, resim ve karikatür ile fotoğrafçıların bu temada çektiği / yaptığı fotoğrafları...
Konuk Yazarlar
ZİNE/ Nazir Atila
Zine birden telaşlandı. İçini derin bir üzüntü kapladı. Yüreği korkuyla karışık bir heyecanla atmaya başladı.
“Korkma Zine, okulun reviri var,...
"BİZ BAŞKA TÜRLÜ SEVERDİK BİRBİRİMİ...
Derken, Galata Yokuşu'nun oralarda, yeni kurulmuş bir ajansta iş buldum. Burada getir götür işlerine bakacak ve Tünel'den başlayıp, Levent'e...
Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...