Mesela diyorum seninle hasbıhal etseydik neler anlatırdın Sevgili yeğenim... Söyleyecek sözün mutlaka olacaktı, eminim... Malum olduğu üzere sohbet ki iki kişiye muhtaçtır, sen olmadan/anlatmadan nasıl yazayım ben. Eksik kalmaz mı? Belki de hayata şu an güzel tarafından bakma mı sağlayan, hayatın hep güzel, mana dolu olduğunu bana hissettiren senin yokluğundur Sevgili Eser...
Mesela diyorum sen yalan nedir bilemedin/öğrenemedin... Sen haksızlık nedir bilemedin. İnsanlar neden gerek duyar yalana, dolana ve haksızlığa, bilemedin... Mesela sen acılarını anlatamadın... Neren ağrıyor bilemedin... Başın mı, içerin mi, kolun mu kanadın mı ağrıdı söyleyemedin... Ne zor şey... Ama Otuz İki yıl boyunca Baban yani Sevgili Ağabeyim, annen yani Sevgili yengem yanında, arkanda ve elleri omzundaydı hep... Sen bunu hep hissettin, biliyorum... Ağzını açıp bir kez de olsa az kelime ile çok şey anlatamadın. Ama onlar anladılar bakışlarından... Gece yarıları gözleri uyku tutmadı Annenin ve Babanın. Her uyandıklarında başucunda bitiverdiler senin... Baktılar sana... Gördün mü bilemiyorum, eminim hep hissettin, gördün onları. Rahat edesin diye yan çevirdiler seni... Bunu hep yaptılar... Şikâyet etmeden, sızlanmadan... Kutsal bir vazifeydi onlar için, yaptılar... Onlar içindeki tanrıyı, yani vicdanı hep sevdiler. İçindeki çocuğu büyütmediler. Bildiler ki çocuk yanı, insanın en yalansız yanıydı ve küçük kalmalıydı, öğrendiler... Yalnızlık, çaresizlik insanı güçlü kılar mı bilemiyorum ama annen ve baban hep güçlüydüler Sevgili Eser... Çünkü omzuna koyacakları elleri oldu hep. Ellerini uzattılar hep sana. O manada sen hiç de yalnız, çaresiz ve yoksul sayılmazsın... Her dokunduklarında sen yürek zengini kesilirdin, onların yurdu olurdu vicdan... Dertlerin/acıların merhemi olurdu bu sevgi dokunuşları...
Her yan insan doluydu lakin insanlık azalıyordu durmadan... Herkes de kemik ve kan bulunurdu ama yürek olmazdı... Çünkü sevmek yürek işiydi... İnan bana annen ve baban isteyerek/bilerek ve severek yapıyorlardı sana yaptıklarını. Ve bu sevginin tohumunu şafağa serpiyorlardı başak tutsun diye. Ve sen artık alışmış/kanıksamıştın, baban olmadan bir şey yememeyi, içmemeyi...
Susuyordun hep... Otuz İki yıl boyunca sustun. Gözlerinle anlatmaya çalıştın söyleyeceklerini. Nihayetinde 20 Ocak 2014 de daimi sustun. Eksildi çok yanımız, ağladık. Ne durun, ne de gidin diyebildin. Ama eminim ki konuşsaydın/ konuşabilseydin durun derdin... Biliyorum evet kesinlikle durun derdin. Çünkü gidin demek kolaydı ve sen kolayı seçmezdin... Kim bilir ne çok sözün olurdu senin. Ah! Şu dilinin kilidi bir açılıverseydi. Otuz İki yıl boyunca hep kapalıydı. Neydi bu dilsizliğin Sevgili Eser keşke bilebilseydik...
Herkesin bir yıldızı olurmuş gökyüzünde. Ve o yıldız yitiğinde de insanda yitermiş. Anlaşılan senin yıldızında 20 Ocak da kayıp gitti. Ve sen ışıklara karıştın. Ağladık. Ve yüreğimizdeki acıları gözyaşı ile temizledik. Ama cenaze merasiminde çok dost, akraba ve köylülerimiz vardı. Yanımızda/yöremizde dostları görünce acılarımız hafifledi ve anladık ki; acılar pay edilince hafiflermiş, öğrendik... Ve o zamandır ılık bir sıcaklık aktı yüreğimize, hafifledik...
Her yiten can yüreklerde acı bırakır mutlaka... Ve her acının yası tutulur... Sen doğarken yürümedin ve konuşmadın... Sustun... Bir oyun kahkahasına boğulmadın ellerini dört yana açarak... Bir şey istemedin. Oyuncak istemedin... Parkta salınmadın, pantolonun yırtılmadı parkın çitinden. Bir futbol topu isteyemedin örneğin. Bilye, topaç istemedin. Ne bileyim çember çevirmedin işte. Misket oynamadın akranlarınla... Yağmurda ıslanmadın, yazın kavurucu sıcağını öğrenemedin... Kendi odanda kaldın çoğunlukla... Babanın seni sırtına alıp dışarı çıkarmasını saymazsak yaşamı dört duvar bildin belki de... Eline bir ağaç dalı almadın, civcive dokunamadın... Kuş kovalamadın. Köpeğe bir hoşt diyemedin.
Sevgili Yeğenim kim bilir belki de bir ağız dolusu gülemedin. Gülmek ki, ruhun aynasıdır. Ama eminim ki gülseydin kusursuz gülerdin. Şimdi bizi en çok üzen şey nedir bilir misin sevgili Yeğenim? Senin de herkes gibi gülüp oynamandı... Okula gitmedin. Günü geldiğinde evlenip çoluk çocuğa karışmandı dileğimiz, ama ne yapalım mümkün olmadı tüm bunlar... Zaman akıp gitti... Sen aramızdan ayrıldın yorgun yıldızlar misali... Ve bizi yaralayan şey; senden ayrı kalmak, bir daha seni görememek, dokunamamak. Biliyorum şimdi uzaklarda bize el sallıyorsundur... Her şey iyiye, güzele varacaktır diyorsun...
Ondandır yıldızlarla yoldaş olmuşsun... Gölgeden çıkmadan güneş insana gelmez bilirsin... Ve karanlığın gölgesi de yoktur. Ondandır aydınlığa daha bir bakar olduk... Işıklar içinde uyu sevgili Yeğenim... Ve hayatı ölüm sayesinde daha da önemsiyoruz... Ölüm yalnız ki övünsün...