Endişe

Cennet Bilek kullanıcısının resmi
Şiddet ve barbarlığın had safhaya ulaştığı günlerden geçiyoruz. Ve bu barbarlığın yayılmadığı ülke yok gibi. Ülkemize baktığımızda ise savaşsız, çatışmasız gün geçmiyor.

Gördüğüm manzarayı hangi gerçekle ifade edeceğimi bilemiyorum. Hayal gücümü zorlayan bir insanlık dramı yaşanıyor. Kendisi gibi olmayan, kendisi gibi düşünmeyen herkesi dışlayan, fişleyen bir zaman diliminde gel de yaşamından endişe duyma!

Birçok düşünür geçen yüzyılı "Endişe" çağı olarak nitelendirdi. Öyle sanıyorum ki bu tanım çağımız için de geçerlidir. Çünkü çağımızda da "endişe" bizleri zamanın ruhunda buz kalıbına dönüştürecek. Ne yazık ki temel hakların koruyucusu ve kollayıcısı olan kurumlar bu durum karşısında dilsiz kalmıştır. Bu durum bizi, hasar gören, geçerliliğini yitiren toplumsal sözleşmeyi onarmak yerine yeni bir toplum sözleşmesi üzerinde düşünmeye zorluyor. Ülkemizin yeni bir toplum sözleşmesine her zamankinden daha çok bugün ihtiyacı var.

Çünkü yaşam hepimizin elinden kayıp gidiyor. Sistem insanları savaş, açlık ve ispiyonculukla ve ölümlerle terbiye etmeye çalışıyor. Bilindiği gibi dikta sistemleri saldırganlık, açlık ve kişiliksizleştirmenin yarattığı travmalar sayesinde varlıklarını idame ettirir.

Freud, "Travmalar zaman aşımına uğramaz" demişti. Çağımızda bu travmalar karşında elimiz kolumuz bağlı oturmak ve bu çığlıklara kulaklarımızı kapatmak sanırım Fromm’un, "çağın hastalığı" olarak nitelendirdiği "yabancılaşma"dan başka bir şey olmasa gerek. Çünkü birbirimizin acılarına o kadar yabancılaştık ki yanı başımızda vurulup düşenlere, atılan çığlıklara kör ve sağırız.

Bir sistem düşünün ki kendi kurumlarına güvenmiyor ve iletişim aygıtlarından bangır bangır kendi vatandaşlarını ihbarcılığa teşvik ediyor. Onlara "Erdemsiz ve onursuz olun" diyor. Oysa erdem ve cesaret aynı zamanda siyasetçilerin sahip olması gereken özelliklerdir. Erdem ve cesaret aşılayacak siyasetçilere ihtiyacımız var.

Yazık ki "erdemsizliğin" özendirildiği, yedi yaşındaki çocukların kurşunlarla öldürüldüğü, ölü bebeklerin sahile vurduğu günlerden geçiyoruz. Onun için "endişeliyim".

Erdemsizliğin özendirildiği ahlaksızlaşmanın ve muhbirliğin erdem olarak görüldüğü zamanlar bunlar. Ne zaman erdemsizlik olarak gördüğüm ihbarcılık ile ilgili şeyler duysam hep Yılmaz Güney’in Çayan ve arkadaşlarını kendi evinin çatısında saklamasını anımsarım. Bir de yine "Sinan Cemgil’lerin ölümünden çok etkilenen Güney’in "Ağıt" filmi ile verdiği muhbirlere yani "erdemsizlere" yönelik mesajını hiç unutmam.

Bilinmelidir ki Antik Yunan’dan beri kent devletinde yaşayan bireylerin sahip olması gereken en önemli özellik o kişin erdemli olmasıdır. Toplum sözleşmesinin temelini oluşturan erdemli olmak anlayışı ne yazık ki günümüzde "her şey yapılabilir" ilkesi ya da ilkesizliği ile toplum sözleşmesinin temel ilkesi yapılmak istenmektedir.

Bunun için birileri kendi iktidarını daha da güçlendirmek için durmadan "komşularınızı ihbar" edin diye feryat figan bağırmaktadır. Ama unutmayın ki bu topraklarda eski Yunan’ın, Roma’nın ve kadim kültürlerin erdemi kodlanmıştır bundan dolayı da hiç kimsenin bu çağrıya kulak asmayacağını biliyorum.

Ama endişeliyim!

Hayalet ve kâbusların kuşak lanetine dönüştüğü günlerden yeniden geçiyoruz. Acıyı bedenimizden atamamanın çaresizliği ile bir yerlere ait olamamanın boşluğuyla aynı acıların peşimizden gelmesinden yorulduk.     

Erdemsizler ordusu çoğalırken erdemli geçinenlerin susması, hırsızların itibar görmesi acı veriyor. Kadınların, özellikle anaların çabası bu çatışma ortamını barışa yöneltmeye yetmiyor. Çünkü anaların gözyaşı, çektiği acılar ve feryatları zerrece savaş çığırtkanlarının vicdanlarına dokunmuyor.

Yaşadığımız insanlık dışı olaylara tanıklık etmek elbette kolay değil ama direnme gücü de vermiyor değil insana. Bu tıpkı şuna benziyor; Almanya'da Nazi ölüm kamplarından mucize eseri kurtulabilenlerin yaşadıklarını anlatmakta zorluk çekmesi gibi. Gerçekten Türkiye’de yaşanan kirli savaşı yazarken zorluk çekiyorum.

 Tam yaralarımız kapandı derken yeniden kanatıyorlar. Ve ben biliyorum ki bu ülkedeki savaş ancak bir "depremle" son bulabilir

Kategori: 

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Hapishane Dergisinin 51. Sayı...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Nisan-Mayıs-Haziran 2024 tarihli 51. sayısı...
TEK KİŞİLİK HÜCREDE YAZILAN BİR ÖYKÜ: DE...
               Mahallenin kimi çocukları ondan hem korkar hem de onunla uğraşmaktan vazgeçmezdi kargalar...
Duvarları delen çizgiler
Balıkesir Burhaniye yakınlarında yaşayan arkadaşlara davet. 10 Aralık'ta Insan hakları haftasında, Burhaniye Yerel Demokrasi ve Insan Hakları Gündemi...

Konuk Yazarlar

"BİZ BAŞKA TÜRLÜ SEVERDİK BİRBİRİMİ...
Derken, Galata Yokuşu'nun oralarda, yeni kurulmuş bir ajansta iş buldum. Burada getir götür işlerine bakacak ve Tünel'den başlayıp, Levent'e...
Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
  Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...
Utanmak/ Sıdo için/ Sevda KURAN
  Fakiri, zengini, orta hallisi, Alevi’si, Sünni’si, Ermeni'si, hacısı, hocası, orospusu, delisi ve de pavyon kabadayıları, sarhoşlarıyla...