
Eller… Eller vuruluyor, güvercin uçumunu avuçlayan eller. Ve durmadan yarına ertelenen özlem kokulu düşler. Yumma gözlerini tepeden tırnağa tutuşuyor güzellikler.
Bitmesin, erimesin ve dağılmasın bu karanlık derken; Mezarlarda gözyaşlarıyla ıslanır yazmalar. Titrek seslerden buruşarak ayrılığa evirilen ve bizleri yabancı kılan şiirler.
Kilitlenmiş karanlıklar ortasında ateşe düşmüş kirpikler. Tekrar telaffuzuna uğramaktan nicedir bıkkın sözcüklerin büzülüşü.
Duadan, iyimserlikten ve hayırdan selamını kesen zihniyetin hiddetin kumbarasına düşüp düşüp çoğalmasını seyrediyorsun, öyle kendinden emin ve gururlanarak ve öylece kuruyup dökülen yapraklarını seyrederek.
Senden uzak ve bize dair güzel günlerin hayal koleksiyonunu zenginleştiririm kalbimin albümünde, ıraklara dalmış gözlerimin ufuğunda.
Bilmezlikten, duymazlıktan ve görmezlikten gelme şu kardeşlik nevasını. Uçurumlarda can çekişirken mina soyundan çığlıklar, nehirlerde yitiyor ceylanların o masum bakışları.
Duymazlıktan ve anlamazlıktan gelme. Mektuplar yoruldu. Ve kelimelerin boğazına düğümlenmiş harflerin boynunda ilmik izlerinden sıçrayan kan damlaları. Linç edilen serzenişlerin raflarında sana geleceğini müjdeleyen bildiriler.
Denizler çıldırıyor. Bahardan eteğini yırtarak dağlar, asırlık ağıtlara sarılıyor zemherileri dudaklarında eriterek.
“Bak sabah oldu ben, ben olalı. Gün aydınlanmadı. Alnını pencereye daya ve perdeleri arala.”
Dökülmüş sokaklar.
Cinsiyeti belirsiz kentler.
Nereden soluklanacağı belirsiz yüreklerin feci akıbeti.
Eller… Eller vuruluyor, güvercin uçumunu avuçlayan eller. Ve durmadan yarına ertelenen özlem kokulu düşler. Yumma gözlerini tepeden tırnağa tutuşuyor güzellikler.
Bitmesin, erimesin ve dağılmasın bu karanlık derken; Mezarlarda gözyaşlarıyla ıslanır yazmalar. Titrek seslerden buruşarak ayrılığa evirilen ve bizleri yabancı kılan şiirler.
Haritaların çizgilerinde bermuda şeytan üçgeni. Ve yutan hinlikler. Saçlarını yoluyor gölgeler. Sırların tırnaklarında cinayet renkli sabahların tuvalinde Halepçe korkulu çocukların yarına ulaşıp ulaşmayacağı belirsiz tebessümleri.
Aksini nehirden seyrederken düşüp boğulan Narkisos’ tan sonra toprağa serpilen nergislerin misali, karanlığa her düşüşünde matem çiçekleri bırakılır her köşe başına.
En iyi insan kimliğinin farkında olmadan, uyurgezerleri oynayarak dilsiz, tepkisiz ve sonra duruşuyla ölümünü ilan edenler görülüyor. Bunu başarma isteminin hırçınlığıdır, intikam sergüzeştinin dönülmezliğine savuran. Oysa dillerdir yaşam şarkısının damarlarına kan taşıyan. Farklı yüzlerdir kusursuz ve güçlü birliklerin boyutlarını tamamlayan. Ve bilmezlikten gelirler ki; çeşit çeşit tomurcuklanan seslerdir Halkların dallarında yemyeşil yapraklara dönen.
Kilitlenmiş karanlıkların ortasında ateşe düşmüş kirpikler.
Görmezlikten gelme. Denizlerin gözyaşları, ovaların asırlaşmış fakirliği, enginliklerin kaderine razı gelmeyen acıları buluşursa büyür güller.
Büyüyünce güller buzullarından çözülür masallar. Gün yüzüne çıkar derya diplerinden pandoranın kutusunda mahsur kalan o soylu umut.
Büyüyünce güller çocuklar isimleriyle uyanır, şiveleriyle süzülür tatlı gülüşlere. Ve tarifsiz bir gamze düşer sevdalıların ‘seni seviyorum’ sözlerinin yanağına. Silahların lanetlenmişliğiyle uğradığı günahlar fi tarihinde kalır.
Ama gel gör ki; kemirirken tırnaklarımı kaygılarda üşüyen aç günlerin tanıklık ettiği süreğen karamsarlıklar. Ama gel gör ki; beyaz doğup zenci yaşıyoruz hala. Aydın ve eşit yaşama gerçekliğini tasvir edip dururken başkalarının kafasıyla hırpalayan bir kaos; dört bir yandan geleceğe kastedip boyutlandırılırken cömertçe.
Bilmezlikten, görmemezlikten gelme. Yaklaş pencereye arala şu anlamsızlığın perdelerini, gün aydınlansın.
Kategori: