Bıyık üç numara sakal uzun olacak

Haydar Karataş kullanıcısının resmi
Sakalı uzatıyorlar, bıyığı üç numara kesiyorlar. Hadi sakalı kazıttınız, ama bıyığı tamamen kazıtamazsınız demiş din adamları. Bıyık Erdoğan gibi üç numara olmalı, üst dudak görülmeli denmiş

Sabahtı mahkemeye gitmem gerekiyordu, demir kapı açıldı. Maltaya çıktım dört sakalla yüz yüze geldim. Sakal dediğiniz aşağı doğru akar, onlarınki çeper gibi yanlara açılmıştı. Parlaktı. Gardiyanlar arasında “kapıaltı” dediğimiz yere doğru yürürken belki on kez dönüp baktım. Şaşırmıştım, hapishanede ne işi vardı bu dört sakallının, ne yapmışlardı?

Sanırım cenabı hak gerçeği daha yakından göstermek için, bir sonraki mahkeme ringinde bu dört sakallı ile beni buluşturdu. Hâlâ öyle midir bilmem, o zamanlar cezaevi ringleri üç bölmeliydi. Önde şoför mahalli, arada bir kasa ve arkada askerler için ayrılmış bölme vardı. Mahkûmlar o ara bölmeye konurdu. Bu ringlerin bazısı ise sacla ayrıştırılmıştı ve sac bölmeler nefes almak için delikler açılmıştı. Önce bizi bindirdiler, ardından birkaç gün önce cezaevi maltasında gördüğün o dört kara sakallı genç adamı bindirdiler. Tamam bitti derken sadece bir çift gözün göründüğü genç bir kadın getirdiler. Kara çarşaflar içindeydi ama sanki her tarafı ışıl ışıl gözdü. Belki de sadece gözlerini gördüğüm için. Ring hareket edince tellere yanaştım selam verdim. O zamanlar Jak Kawi gibi Yahudi işadamlarına bombalar atan İslami bir örgüt vardı, nedense öyle bir İslami örgüt sandım. Değillermiş, neden hapiste olduklarını söylemediler. Mahkeme binasına kadar başımı o delikli saca dayadım onları duymaya çalıştım.

Kadının mesafeli bir sesi vardı, “Allah’a çok şükür, siz nasılsınız” dediğini duydum. Ertesi gün İzmir Yeni Asır gazetesinde haberi okudum. Manisa’da zeytin işi yapan Yahudi bir işadamının üç yaşındaki kızını kaçırmışlar, kapalı genç kadın o çocuğun dadısıymış.

Peterkin’in “Sakalın kültürel tarihi” adında bir kitabı var. Bu aralar dünyada pek popüler bir kitap. Ancak ben ne zaman sakal dense 19 yaşlarımda hapishane koridorunda gördüğüm o sakallı insanları hatırlarım, o ring arabasını. Fidye karşılığı rehin alınmış üç yaşında o kız çocuğunu düşünürüm. Yüzünü çizerim, gözlerini boyarım, ağlar yavrucak “anne” diye ve çarşaflı kadın militanın o çocuğu susturmaya çalıştığını düşünürüm. Kim bilir belki üç ay rehin tuttuğu çocuğu sevdi, belki “yavrum” dahi dedi ona. Ama iş sakalda biter. Sanki o sakal olmasa insan bu kadar gaddar olmazmış gibi geliyor bana.

Peterkin’in “sakalın kültürel tarihi” kitabını okuyanlar çok da başarılı bulur. Çünkü Peterkin dünyanın en uzun savaşlarından biri olan Fransa ve İngiltere savaşı da ironiyle karışık bir sakal kesme hikâyesine bağlar. Peterkin’e göre Kraliçe Elenor’un kocası Vll. Louis bir gün Paris Piskoposu Peder Combard’a günah çıkarmaya gider. Peder ona ruhunun temizlenmesi için sakalını kesmesini söyler. Louis temiz bir ruh için bu öneriye uyar. Sakalını keser, ancak eve gelir gelmez kıyamet kopar. Kraliçe Elenor onu terk eder ve daha gür bir bıyık ve sakalı olan İngiltere kralı II. Henry ile evlenir. Aquitaine’i de içeren çeyizi İngiltere ’ye geçer.

İslam’daki bu din ve mezhep kavgalarına vesile olan da aslında bu kara sakalın hikâyesidir. Kral Louis gibi ruhumuz için kesip atsak o sakalı sanki günahlarımızdan arınacağız gibi, ama Hadisi Şerif buyurmuş, “Allah’a şirk koşanlara aykırı olunuz, sakallarınızı uzatıp, bıyıklarınızı kesiniz...” demiş.

Öyle yapıyorlar, sakalı uzatıyorlar, bıyığı üç numara kesiyorlar. Hadi sakalı kazıttınız, ama bıyığı tamamen kazıtamazsınız demiş din adamları. Bıyık Erdoğan gibi üç numara olmalı, üst dudak görülmeli denmiş.

Özenilen bu bıyık ve sakalın tarihi Mekke’ye yani bugünkü Hac’ın yapıldığı Kabe’ye yolculukla başladı. Tabii o zamanki Mekke’yi öyle Mekke deyip geçmeyin. Mekke, bugün Berlin’de oluşturulmaya çalışılan Dünya Halkları Müzesi gibi bir yerdi. Her kabile kendi atasından, dedesinden kalmış bir hatırayı getirip oraya bırakırdı. Arapların birlik ve aklı oradaydı, geçmişi hatırlamak, olur da bir gün oraya yolu düşerse torununuzun torununun, o küçük insan büyük dedesinin hayat hikâyesini bulsundu orada. Bu bazen oyulmuş bir ağaçtı, üzerinde soyun çetelesi yazılırdı, bazen kilden bir heykel, daha da varlıklıysa kabile, mermerden dahi yapardı soyağacının heykelini. Bütün Arap dünyası Mekke’ye bakardı, adaleti, geçmiş zengin kültürünü o ziyarete (ki bir kara taşa inanırlardı, bugün de İslam hâlâ o taşa gider tapar...) bakarak hatırlardı. Mekke’de oluşturulan ve İslam ordularının yıktığı bu yapı son derece önemliydi. Mesela Muhammed namazı Kudüs’e dönerek kılın emri verdiği halde, ahali her yıl atasının hatıratını görmek için yola düşer Mekke’ye giderdi. Dua ederken Mekke’ye dönerdi, gider kurban keserdi orada.

İşte bir gün Muhammed bu böyle olmaz, yüce Allah’a inanacağına, bu cahil takımı dedesinin el yapımı olan heykelleri görmeye mi gidiyor, öyleyse orayı fethe gidelim dedi ve ordusuyla yola çıktı. Yanına eşlerinden sadece Ümmi-ü Habibe ile Aişe’yi aldı. Yolda İran Kralına bir mektup gönderdi, benzer bir mektubu da Roma İmparator’u Herakliyus’a yazdı. Aynı içerikte ve benzer bir başka mektubu da Mısır Kralı Mukavkıs’a gönderdi.

Ancak tuhaf bir şey oldu, İran’a giden beş elçi Muhammed’i şaşırtan bıyıklarla geri döndü. Şaka değil, aynen böyle. Hacivat Karagöz filmindeki elçiyi hatırlayın kılıktan kılığa giriyordu ya, anlaşılan bizim elçiler de moda olsun diye İranlıların kılığına girmiş. İran’daki yaygın geleneğe uyarak bu beş elçi sakallarını tıraş etmiş pala bıyık uzatmışlardı. Oldu mu şimdi bu? Gözünüzde canlandırın, Ordu kara sakallı, tek parça entarili. Bir de elçileri düşünün, Allah bilir cepken yelek, altına beyaz bir gömlek, şalvar, tıraş edilmiş bir yüz ve uçları kulak altına doğru burulmuş kaytan bir bıyık. Yani İran’a entari ile giden elçiler Pers uygarlığının kılığıyla dönüyor.

O cezaevi maltasında gördüğüm sakallı insanlardan daha ilginç bir görüntüdür bu. İnsan döner döner bakar. Yatağa girsen hayal senden önce gelip rüyana girer. Acaba sakalı kazıyıp kaytan bıyık mı bıraksam dahi dersin.

İslami versiyonla anlatırsam. Onları gören Hazreti Peygamber şaşkınlığını şöyle ifade eder: “Size böyle yapmanızı kim emrediyor.”

Elçilerden biri İran tanrısı Kisra’yı kastederek,

“Rabbimiz” dedi.

Muhammed, “Benim Rabbim, sakalımı uzatmamı ve bıyığımı kısaltmamı emrediyor,” dedi. Bıyığını üsten kısaltır, yayılmış geniş bir sakal kalır. Sakalın sünneti ve tarihi oradan gelir.

İşte odur budur, sakalları uzun bıyıkları kısadır. Bıyık sakal eski zamandan ama eldeki silah fabrikasından Batı’nın. Silahı alıyor, ama tıraş bıçağını almıyor.

Allan Peterkin’inkisi de hikâye işte...

Kategori: 

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Hapishane Dergisinin 51. Sayı...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Nisan-Mayıs-Haziran 2024 tarihli 51. sayısı...
TEK KİŞİLİK HÜCREDE YAZILAN BİR ÖYKÜ: DE...
               Mahallenin kimi çocukları ondan hem korkar hem de onunla uğraşmaktan vazgeçmezdi kargalar...
Duvarları delen çizgiler
Balıkesir Burhaniye yakınlarında yaşayan arkadaşlara davet. 10 Aralık'ta Insan hakları haftasında, Burhaniye Yerel Demokrasi ve Insan Hakları Gündemi...

Konuk Yazarlar

"BİZ BAŞKA TÜRLÜ SEVERDİK BİRBİRİMİ...
Derken, Galata Yokuşu'nun oralarda, yeni kurulmuş bir ajansta iş buldum. Burada getir götür işlerine bakacak ve Tünel'den başlayıp, Levent'e...
Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
  Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...
Utanmak/ Sıdo için/ Sevda KURAN
  Fakiri, zengini, orta hallisi, Alevi’si, Sünni’si, Ermeni'si, hacısı, hocası, orospusu, delisi ve de pavyon kabadayıları, sarhoşlarıyla...