Ebedi bir hastalıktır yazmak

Ali Cemal Türkmen kullanıcısının resmi
“Edebi bir hastalıktır yazmak ve tedavisi asla mümkün değildir.” derdi Ankara Akdere Ortaokulundaki Sınıf ve Almanca Öğretmenim Ömer Polat. O dönem de bile İtiraz etmiştik birkaç arkadaşla…

Affınıza sığınarak kısa bir hatırlatma yapmadan geçemeyeceğim. “Ömer Polat” 1980 yılına kadar ülkemizde birçok şiir kitabı, roman ve düz yazıları çıkmış hatta romanları Tiyatro oyununa çevrilmiş bir yazarımızdı. “ ALADAĞLI MIHO” adlı tiyatro eseri gibi. Ayrıca benim de öğretmenimdi…

Tekrar başa dönersek  Ömer Polat hocamız itirazımıza gülmüş,  “Sözümü tekrar ediyorum, edebi bir hastalıktır yazmak ve tedavisi asla mümkün değildir.” diye yinelemişti  bizim bilgiç ve vakur tavrımıza karşın.

Şaşırmıştık bu söze. Madem bir hastalıktır, madem tedavisi yoktur, hocamız neden bir müddettir yazmıyor ya da yazamıyordu? Bizi dinlemiş, düşünmüş ve bizi de düşündürmeye çalışmıştı en sevecen haliyle. “Yazmaya sadece ara verilir. İnsan ruhu bazen boşluklardadır. İşte o zaman yazamazsınız. Ama unutmayın ki; yazmak denen olgu estetiği mümkün olmayan bir çizgidir. Ruh o boşluktan çıkar çıkmaz bıraktığınız yerden ve aynı hızla başlarsınız.”

Bu sözler çok anlamlıydı belki o yıllarda bizim için; ama doğruluğu kanıtlanmamış, havada kalmış sözlerdi. Gerçekten de böyle miydi? Yazmak bir alışkanlıktan öte ruhun doyumu mu idi? Yürekten taşan damlaların biriktiği bir gölet mi idi?

Sene 1975 yıllarıydı. O zamanlarda kaldı bu konuşmalar ve unutuldu…

Yıllar geçti; kalemin yerini daktilo aldı. Yazan her insanın genelde evinde küçükte olsa bir daktilosu olurdu. Beyaz ya da saman kâğıdına ya da pelür kâğıdına yazmak için kalemden kolaydı; ama yine de zordu. Silmesi, gürültüsü, yavaşlığı, şerit bitmesi, şerit yırtılması, çabuk bozulması ayrı ayrı birer dertti. Sonra zaman geçti, daktilonun yerini bilgisayar aldı. Artık yazanlar bilgisayarları kullanıyorlardı ve çok da rahattı. Önceleri az yazı üreten kalemler, artık sürekli yazabiliyorlardı. Büyük bir dost olmuştu bilgisayarlar.

Internet artık insanlar içindi. Her rahatlığı ayaklara kadar getiriyordu. Bloklar, gruplar, edebi siteler, şiir siteleri çoğalıvermişti birdenbire. Ben ilk olarak blok sitelerinde, dernek dergilerinde ve daha sonra da Türk Medya’dan temsilcilik aldım ve internet ortamında yazmaya başladım. Çok da hoşuma gitmişti. Yazıyordum, yazanları okuyordum, yorumlar alıyor ve yorumlar yapıyordum. Yorum yazmak ve yorum okumak benim için zevklerin en güzellerinden biri idi. Yazdıklarıma yorum getiren arkadaşlar, kendilerince, görebildiklerince, kalemimi eleştiriyorlar, ne yapmam gerektiğini belirtiyorlar ve bana yol göstermeye gayret ediyorlardı. Bunu yaparken de asla bir büyüklük, kendini beğenmişlik, kibir gibi duygular yoktu. Ben de hak vermişsem teşekkür ediyor, aksini savunuyorsam da alt yorumla gerekçeleri sıralıyordum. Böylece yazılar geliştikçe gelişiyordu. Yorum alan da, yorum yazan da memnundu; çünkü edebi çizgisi, edebi dünyası gelişme içindeydi.

Son iki yıldır edebi sitelere  ve bloklara katıldım. İlk anlarda, bloktaki alışkanlıkla, edebi sitelerde yorumları bildiğim şekilde yazmaya başladım. “Şunu şu şekilde yapsaydık acaba daha mı güzel olurdu? Noktalama işaretlerine dikkat etmemişsiniz; oysa dikkat etseydiniz yazınız daha bir zenginleşirdi” ve buna benzer yorumlar… Oysa ‘edebi sitelerde edebi fikir alışverişi daha güzel olur’ diye düşünmüş ve “Edebi düşünce kazancı kat  kat fazla olur” demiştim. Hayal kırıklığı yaşadım uzun süre. Bıraktım bir süreliğine yorum yazmayı. Bana yazanları okumayı da bıraktım. Hatta bir yıl hiç yazı da yazmadım. Sonuçta hocamın dediği oldu ve yine yazmaya başladım. İşte o zaman o güzel insanın (Ömer Polat Hocamın ) ne demek istediğini daha bir anladım. Ayrıca ismini andıkça hep saygıyla anıyor ve anmaya devam edeceğim. Yazmadığım bir yıl içinde yorumları inceledim. Kısa, klişeleşmiş övgü dolu sözlerle tebrik etmek gerektiği kanaatine vardım. Ya da hiç yorum yazmamak… Yapamadım… Bir süre denedim ve deniyorum da… Ama yapamadım. Kendimle savaşa girdim.

Bu yazıyı neden yazdım? Çünkü bence bir şeylerin değişimi gerekiyor. Bir çare olmalı… Ya “Yorum yapılsın, yapılmasın” seçeneği konmalı ve yazana bırakılmalı seçim, ya klişeleşmiş “Yüreğine sağlık.” denen yorumlarla yorum sayısı manevi haz vermeye devam etmeli ya da ne olursa olsun deyip bir köşeden izlemeli…

Bu yazı sadece bir iç dökmedir. Hiçbir şahsa, hiçbir yazıya atfen düşünülmemiştir. Sadece içimdekilerin bilgisayara dökülmüş halidir. Ve yazı çok uzun sürmesin diye de olağanüstü kısaltılmış halidir. Herkese sağlıklı, huzurlu, barış içerisinde güzel günler diliyorum.

Kategori: 

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Hapishane Dergisinin 51. Sayı...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Nisan-Mayıs-Haziran 2024 tarihli 51. sayısı...
TEK KİŞİLİK HÜCREDE YAZILAN BİR ÖYKÜ: DE...
               Mahallenin kimi çocukları ondan hem korkar hem de onunla uğraşmaktan vazgeçmezdi kargalar...
Duvarları delen çizgiler
Balıkesir Burhaniye yakınlarında yaşayan arkadaşlara davet. 10 Aralık'ta Insan hakları haftasında, Burhaniye Yerel Demokrasi ve Insan Hakları Gündemi...

Konuk Yazarlar

"BİZ BAŞKA TÜRLÜ SEVERDİK BİRBİRİMİ...
Derken, Galata Yokuşu'nun oralarda, yeni kurulmuş bir ajansta iş buldum. Burada getir götür işlerine bakacak ve Tünel'den başlayıp, Levent'e...
Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
  Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...
Utanmak/ Sıdo için/ Sevda KURAN
  Fakiri, zengini, orta hallisi, Alevi’si, Sünni’si, Ermeni'si, hacısı, hocası, orospusu, delisi ve de pavyon kabadayıları, sarhoşlarıyla...