Mülteci Kal

İsmail Güner kullanıcısının resmi
Gözü önündeki günlük yaşamı rutin sayılırdı. Çevresindeki herkes gibi, o da işine gidip geliyor, ama hep bir yanı yıkıktı sanki…

Akşamdan kurduğu saatin zili ile uyandı. Lavaboya yöneldi. Dişlerini fırçaladı. Elini yüzünü yıkadıktan sonra odasına geri döndü. Pijamalarını çıkarıp üstünü giydi. Günlük tansiyon tabletini aldı. Başına geçirdiği beresi ile kulaklarını kapattı. Yıllar evvel memleketten kendisine gönderilen nakışlı eldivenlerini ellerine geçirip kapıyı açıp dışarı çıktı. Kapıyı dışarıdan sessizce kapatıp kilitledi. Merdiven tırabzanlarına tutunarak aşağıya indi. Ağır adımlarla tren istasyonuna yürüdü. İstasyonda gözü trampet şeklinde olan saate ilişti.  Yelkovanı ve akrep siyah, saniye ise kırmızı renkli bir belirteçti. Trenin gelmesine daha vardı. Bekleme kabinine girdi.
         Pantolonun cebinden çıkardığı akıllı telefonu ile sosyal platform sayfasında biraz sörf yaptı. Anonsun sesiyle dışarı çıktı. Ortalığı hafif bir sis perdesi kaplamıştı. Trenin gelmesini bekleyen kalabalığa karıştı.
         Tren Ren Nehri karşı kıyısında bulunan pervanesi rüzgârla dönen yel değirmenin hizasında yol alırken, aklı memleketindeki yel değirmenine gitti Mülteci Kal’ın. Elektrik üreten pervanenin üst tarafındaki eski kale yıkıntısı bütün heybetiyle yıllara meydan okuyarak, şimdi karşısında dimdik duruyordu. Belli belirsiz gülümsedi. İçi bir hoş oldu. 
         Chur’a yaklaşan trenin makas değişmesiyle sarsılan Mülteci Kal, memleket düşünden sıyrılarak kalktı kompartımanın kapısına yöneldi. Trenden telaşla inip merdiven antrelerinden adeta atlayarak iki durak sonra ineceği otobüse binmek için koştu.
         Koparılmıştı bir şeylerinden sanki Mülteci Kal. Bedeni titriyor, üşüyordu… Ama esas üşüyen onun yüreğiydi. Duyguları, düşünceleri törpülenmiş, köreltilmişti, yine de bir umut bekler gibiydi. Şu son günlerde iç dünyasından yaşadığı çalkantılı zorluğu kimselerin haberdar olması olası değildi zaten. Çocukluğunda yaşadığı o kıt kanaat zor, ama bir o kadar güzel anıları zaman zaman üstünde biriken küllerini üfleyerek koruyordu yüreğinde.
         Mülteci Kal, bağırmak, kızmak, içindekileri kusmak ve birileriyle konuşmak istiyordu çoğu zaman, yapamıyordu nedense. Konuşsa biriyle içinde birikmiş olan acıları akıtacak, rahatlayacaktı. Duygu ve düşüncelerin önüne bent çekilmiş bahar selleri gibiydi oysa. İnsanların içine sızan kıskançlık, doymazlık, hırs ve sınırsız sahip olma isteğinin doruklara çıktığı şu devranda, tam bir dostluk ve arkadaşlık aramanın, oldukça beyhude bir çaba olduğunu ısrarla vurguluyordu.
      Haftanın son günüydü. Her zamanki tempoyla çalıştı. Yorulmuştu, yemeğini yiyip erkenden uyudu.
         Sabah erken kalktı. Kahvaltısını yaptı. Şehir merkezine gitmek istiyordu.  İstasyona gitti. Treni beklerken bir yandan dertleşecek birini aramayı düşünüyordu.
         Oysa kendine söz vermişti. Kim olursa olsundu mesafeli duracak, çizgileri olacaktı.  Gel gör ki, hakikatli meseller söz konusu olunca, hakkaniyet bir duruş sergilemekten de geri duramıyordu.
         Aklına Poyraz geldi. Aradı. Bir saat sonra istasyonda buluşacaklardı. Buluşma saatine epey vardı.
         Birkaç adım ilerledi. Manor mağazasının önünde, uzun sarı saçlı, gür kızıl bıyıklı, genç bir adam iki eliyle sac şeklindeki bir metale vurarak müzik dinletisi sunuyordu yolda gelip geçenlere… Durmadı. Hızlı adımlarla ilerliyordu, aletten çıkan müzik sesi peşinden geliyordu, büyülenmişti adeta. Müzik kutusuna biraz bozuk para atmadığına pişman oldu. Sokak sanatçılarını oldu olası sever, bu çabalarını hoş karşılardı. Müzik aletini ilk defa gördüğü için de ne olduğunu merak ediyordu aslında. Ani bir kararla geriye döndü. Yanına yaklaşıp müzik aletinin adını sordu. ne olduğunu sordu.
         Adam, “Hang, İsviçre'ye özgü bir müzik aletidir” dedi. Elini arka cebine attı. Cüzdanında ne kadar bozuk parası varsa hepsini müzik kutusuna attı. Adama içten teşekkür ettikten sonra tekrar mağazaya doğru yöneldi.
Duvar dibinde oturmuş, sıska boylu biri, durmadan kafasını sallıyor kendi kendine konuşuyordu. Belli ki adamın tiki vardı. Uzun süre adama bakındı. "Şu fani insanlık; kısım kısım olmasaydı, çirkinlerin yanı sıra da güzeller olmasaydı, bu dünyanın kahrı çekilir miydi acaba?" diye söylendi kendi kendine.
         Otobüs durağına vardı. Beklemeye başladı. Çok geçmeden Poyraz geldi. Arabanın camını aralayıp seslendi:
“Mülteci Kal, Kal!”
Koşup arabaya bindi:
         "Nereye gidiyoruz Poyraz?" diye sordu.
         Poyraz gülümsedi.
         "Rahat ol Mülteci Kal! Seni bir kafeye götüreceğim, güzel bir yer. Seveceksin."
         İçeri girip bir masaya kuruldular. Masaya gelen garson kıza:
“İki bira, lütfen.” dedi Poyraz. 
         Garson kızın ardında bakakalmıştı Mülteci Kal. Birden bir duygusallaşmış, ‘Keşke bu kız sevgilim olsaydı… Mümkün olsaydı, kendime içinde sevgilimden başka kimsenin olmadığı, rengârenk çiçeklerin, her mevsimin bahar olduğu yeni bir dünya yaratırdım. Renkleri olurdu çiçeklerin, insana mutluluk veren. Güneşi olurdu, ısıtıp aydınlatan. Yıldızları olurdu, menevişlenen. Bakmaya doyulmayan mehtabı, ela gözleri olurdu sevgilimin. Bencilce belki ama görebileceği tek varlık ben olmak isterdim…’ diye geçiriyordu aklından Mülteci Kal. Biraların geldiğini fark etmemişti bile.
      Poyraz’ın sesi onu düşüncelerinden uzaklaştırdı.
 "Biliyor musun Mülteci Kal, “ dedi, “Avrupa'ya gelen mültecilerin ufku dardır. Bireysel çıkarın, özel mülkiyetin, kıskançlığın, hırsın, insanları ne hâle soktuğunu; toplumu nasıl yozlaştırdığını sana anlatmama gerek yok. Fakat ne düşünüyorum biliyor musun? Bizler asla şu Avrupa toplulukları gibi olamayız. Onlar, toplumsal tabularını çoktan yıkmışlar... Oysa bizler, taklitçilik yaparak başkasının istemine göre yaşıyoruz." dedi.
         Poyraz'ın bu sözleri Mülteci Kal'ın hoşuna gitmişti. Söze girdi:
         "Biz göçmenler, köklerinden koparılmış bitkiler gibiyiz. Bugünün sorunlarıyla uğraşmak konusunda yeterince gayretli değilizdir. Küresel sistem, insan tekinin çaresiz olduğu yalanını, toplumu afyonlaştıran popüler kültürle yaygınlaştırıyor. Ama insan tekinin bile bugünün sorunlarıyla uğraşabileceğini ve değiştirmeye gücünün muktedir olabileceği ümidini yitirmemek gerektiğine inananlardanım," dedi.
         "Şu garip insancıklar, sorgulama metodunu geliştirip, beyin düşüncesine operasyon yapacağına; güzellik adına neredeyse vücudun her yerine dövme ve estetik operasyonları yaptırıyorlar."
         "Ben, saf düşüncenin ve edebiyat üzerinden gelen duyarlılığın günümüz toplumuna menfaatsiz sorgulama yeteneğini geliştirerek, yol açıcı olabileceğini düşünüyorum."
         Garson kız biraları tazeledi.
         "Şu an kaldığın yer kaç odalı?" diye sordu Poyraz.
         "Stüdyo işte! Bir oda."
         "Memnun musun, peki?"
         "Yan yana sıralanmış birer odalı stüdyoların bir duvarı da kontrplakla örmüşler. Yan taraftaki sesler olduğu gibi odama yansıyor. Tam uykuya dalıyordum ki garip iniltiler gelmeye başladı. Balkanlı genç bir kadın, erkek arkadaşıyla seks yapıyordu. Şehvetin doruğuyla, şaplak ve inilti sesleri diğer odalara da yansımış olmalıydı."
         "Yani seni uyutmadılar…"
         "Uyuma orda kalsın, yatağımdan kalkıp kapıya bir tekme atıp içeriye girip ikisini camdan aşağıya atmak düşüncesi bile geçti kafamdan... Kendimi zor tuttum. "
         "Sakın öyle bir şeye girişme sakın!”
         "Biliyorum tabi, içeriye öyle girmek de haneye tecavüz sayılıyor…"
         "Rahatsız oluyorsan kendine başka bir yer bak!"
         "Biliyor musun Poyraz; karımla birlikteyken evden çıkınca dışarıdaki kadınları hayal ediyordum. Şimdiyse hep dışarıdayım ama hiç hayal etmiyorum!"
         Biralarını fondip yaptıktan sonra hesabı ödeyip kafeden çıktılar.
         Poyraz, direksiyona geçti. Mülteci Kal'ı evine bıraktı. Bir dahaki sefere buluşmak için vedalaştılar. Mülteci Kal kendini öylece yatağa bıraktı. Pazar sabahı uyanabildi ancak. Tıraş oldu, duş aldı. Güzel bir kahvaltı hazırladı kendine. Ardından hafta sonu da hep açık olan Landquart Fashion Outlet alışveriş merkezini dolaşmaya çıktı. Outlet alışveriş merkezi sağlı sollu mağazalardan oluşuyordu, filmlerde gördüğü Teksas'ın şirin kasabalarını andırıyordu. Bir ayakkabı mağazasına girdi. Reyonda belini rahat tutabilecek bir ayakkabı beğendi, ama bir numara küçüktü. Kasiyere, giydiği ayakkabı numarasını söyledi. Aksilik bu ya, aradığı numaranın hepsi tükenmişti.
 Sıkıntını dağıtmak için sarışın, uzun boylu kasiyer kadınla sohbet etmeye başladı. Kasiyer:
“Beyefendi,” dedi, “ ayak başparmağınızı sıkan yere biraz rakı sıkıp, yürüyün.”
 “Rakı!” dedi Mülteci Kal şaşkınlıkla.
Kadın anlatıvermişti hemen. Rus asıllı olduğunu ve bir dönem Alanya'da kaldığını, beyaz peynir ve karpuz ile rakının birlikte güzel içildiğini…
Yarı fiyatına düşen ayakkabıyı satın aldı. Kasiyere de bir küçük şişe rakı getireceğine sözü verip mağazadan çıktı. Oradan da Sarar mağazasına uğradıktan sonra doğruca evinin yolunu tuttu.
         Hava değişmişti birden. Kasvetli, kuru soğuk her tarafı kasıp kavuruyordu. Dağın zirveleri karla kaplı, etekleri sisliydi.
Eve vardığında hava kararmak üzereydi. Oturduğu apartmanın önündeki Noel ağacı ışıklarla süslenmişti. Bir senenin sonuna, yeni bir yılın da başlamasına sayılı günler kalmıştı, ama içindeki bir şeyler yıkıktı hâlâ.
 

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Hapishane Dergisinin 51. Sayı...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Nisan-Mayıs-Haziran 2024 tarihli 51. sayısı...
TEK KİŞİLİK HÜCREDE YAZILAN BİR ÖYKÜ: DE...
               Mahallenin kimi çocukları ondan hem korkar hem de onunla uğraşmaktan vazgeçmezdi kargalar...
Duvarları delen çizgiler
Balıkesir Burhaniye yakınlarında yaşayan arkadaşlara davet. 10 Aralık'ta Insan hakları haftasında, Burhaniye Yerel Demokrasi ve Insan Hakları Gündemi...

Konuk Yazarlar

"BİZ BAŞKA TÜRLÜ SEVERDİK BİRBİRİMİ...
Derken, Galata Yokuşu'nun oralarda, yeni kurulmuş bir ajansta iş buldum. Burada getir götür işlerine bakacak ve Tünel'den başlayıp, Levent'e...
Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
  Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...
Utanmak/ Sıdo için/ Sevda KURAN
  Fakiri, zengini, orta hallisi, Alevi’si, Sünni’si, Ermeni'si, hacısı, hocası, orospusu, delisi ve de pavyon kabadayıları, sarhoşlarıyla...