Zehir Sofrası – Gülçin Yağmur Akbulut

Edebiyat Bahcesi kullanıcısının resmi
“Hadi uyu oğlum uyuyunca geçer. “ diyen bir annenin feryadıyla bütün oda uğulduyordu.

Dağı, taşı hatta bütün evreni inleten bu sesi nasıl oluyor da insanlık duymuyordu. Açlık uyuyunca geçmiyordu. İliklerine kadar işleyen soğuk hava uyuyunca ılımıyordu. Arif Bey, önce beş yaşındaki kızı Yasemin’in sonra yedi yaşındaki oğlu İbrahim’in soğuktan ve açlıktan kemikleşmiş bedenini uzun uzun izledikten sonra yavaşça sokak kapısını açıp dışarıya çıktı. Çaresizlik bir babayı bu kadar mı çaresiz, bu kadar mı dermansız bırakırdı?
Her gün sabahın erken saatlerinde evden çıkıyor, gece geç saatlere kadar iş arıyordu. Akşam eve döndüğünde Arif’in yüzündeki umutsuz kırağı, kapıyı açan eşinin yüzüne bir tokat gibi iniyordu. Kim düğümlemişti Arif’in karın tokluğuna yürüdüğü yolları, neden bir türlü çözemiyordu o kör düğümleri? Acaba bir tren katarının dibine mi atsaydı kendini, yoksa tavana asılı bir ilmik mi geçirseydi boynuna? Ya Yasemin ile İbrahim… Saçını onlara süpürge eden Halise Hanım…  Onlar ne olacaktı?
Artık bakkal da veresiye vermiyordu. Evde tek bir ekmek kırıntısı bile yoktu. Çocuklar açtı. Okul yaşına gelen İbrahim okula gidemiyordu. Hele ev sahibi…  Arif’in elinden bir kaza çıkmasına neden olacak tavırları yok muydu?
İbrahim ‘in “Baba lambaları yak, korkuyorum.” diye yalvaran sesi, hangi anne babayı diri diri mezara sokmazdı? Aylardır faturasını ödemediği için kesilen elektrik borcu lambaları yakmasına izin vermiyordu. Aklına bayat ekmek kutusu geldi. Hızlıca giyinip sokağa fırladı. Birkaç sokak dolaştıktan sonra oturdukları mahalleden iyice uzaklaştığın anladı. Burada kimsenin kendisini tanıma olasılığı yoktu. Bayat ekmek kutusuna doğru yürümeye başlayan Arif’in bir yandan da yanaklarından yaşlar süzülüyordu. Utanıyordu. Kimseler tanımasın diye atkısıyla yüzünü gözünü iyice kapatmıştı. Oysa bilmiyordu ki utanması gereken o değildi. Komşusu açken tok yatan, helal ekmek parası kazanmak için çırpınan insanların yüzüne bütün kapıları kapatan insanlardı.
Eve döndüğünde ellerindeki poşetleri gören eşinin yanaklarından iki çiy tanesi yuvarlandı. O bir anneydi ve çocukları açtı. Arif bir elinde bayat ekmek, diğer elinde pek yenecek durumda olmayan et kırıntılarının olduğu bir lokanta poşetiyle karşısında duruyordu.  Biliyordu, kocasının hiç parası yoktu, lakin bunları nasıl bulduğunu soracak dermanı da yoktu. Kocasının elinden poşetleri alır almaz, çocuklarının yanında aldı soluğu. Yere serdiği sofra bezinin üstüne koyduğu ekmek ve kokuşmaya yüz tutmuş et parçalarını yemeye başladılar. Arif ve eşi sadece ekmek yiyor, çocukları yesin diye de ete uzanmıyorlardı. Çocukların gözlerinde mutluluk, anne ve babanın içlerinde huzur vardı. Bir öğünlük de olsa karınları doymuştu çocukların.
*  *  *
Halise Hanımların oturduğu bodrum katın kapısı bir haftadır açılmamıştı. Halise Hanım ara sıra yan apartmanın bodrum katında oturan Zehra Hanım’a uğrar, onunla sohbet eder, dertleşirdi. İki günde bir olmasa da üçüncü gün mutlaka onun yanına giderdi. Beş gündür ona uğramamıştı. Kapıda ve sokakta da hiç rastlamamıştı. Zehra Hanım bu durumdan İyice tedirgin olmuştu. Dört yaşındaki oğlu Samet ’i de yanına alarak Halise Hanımlara geldi. Belli aralıklarla kapıyı çaldı, oğlu Samet’i sessiz olması gerektiği yönünde uyardı, kapıyı dinledi. Kapıyı tekrar çaldı. Kapıya kulak kesildi. Kapıyı açan olmadı. “Nereye gider ki bu kadın? diye düşündü. Şehirde bir tek yakını bile yoktu. Merak içinde evine geri döndü.
Zehra Hanım ertesi gün tekrar gitti, fakat kapıyı yine açan olmadı. Bu durumdan iyice işkillendi, olup biteni kocasına anlattı. Rıfat Bey polisi aradı.  Zehra Hanım nefesi daraldıkça daralıyor, göğsü sıkıştıkça sıkışıyordu. Polis ve beraberinde gelen çilingir kapıyı açtı. Polisler başta olmak üzere içeriye girdiler. Sokağı yırtan bir çığlık…  Ardından çıkarılan dört ceset…  Yapılan otopsi sonucunda anne ve babanın çocuklardan birkaç saat sonra kendilerini asarak yaşamlarına son verdikleri, iki küçük yavrunun o ışıltılı gözlerini ise besin zehirlenmesinden yumdukları anlaşıldı.
Yarpuz Edebiyat dergisi   Yıl 1 Sayı 12 Şubat 2020

Kategori: 

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Hapishane Dergisinin 51. Sayı...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Nisan-Mayıs-Haziran 2024 tarihli 51. sayısı...
TEK KİŞİLİK HÜCREDE YAZILAN BİR ÖYKÜ: DE...
               Mahallenin kimi çocukları ondan hem korkar hem de onunla uğraşmaktan vazgeçmezdi kargalar...
Duvarları delen çizgiler
Balıkesir Burhaniye yakınlarında yaşayan arkadaşlara davet. 10 Aralık'ta Insan hakları haftasında, Burhaniye Yerel Demokrasi ve Insan Hakları Gündemi...

Konuk Yazarlar

"BİZ BAŞKA TÜRLÜ SEVERDİK BİRBİRİMİ...
Derken, Galata Yokuşu'nun oralarda, yeni kurulmuş bir ajansta iş buldum. Burada getir götür işlerine bakacak ve Tünel'den başlayıp, Levent'e...
Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
  Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...
Utanmak/ Sıdo için/ Sevda KURAN
  Fakiri, zengini, orta hallisi, Alevi’si, Sünni’si, Ermeni'si, hacısı, hocası, orospusu, delisi ve de pavyon kabadayıları, sarhoşlarıyla...