Milliyet, Ulus ve Çoğulcu Ulusalcılık

Cemal Zöngür kullanıcısının resmi
Dikkat edilirse dünyanın herhangi bir ülkesinde din üzerinde doğru, gerçekçi reform ve rönesansın uygulanmadığı devlet veya toplumlarda demokrasi, çağdaşlık, çoğulculuk sürekli sorunlu ve sahtedir.

Tüm bunlar bize şunu bir kez daha hatırlatıyor. Demokrasiden yana her siyasal düşünce, dinde gerçek, doğru rönesans ve reformlar yapılmadan, bir adım ileri gidilemeyeceği bilinmelidir.
 
Millet-Milliyetçilik: Arapça kökenli kelime olup herhangi bir dine bağlı, cemaat veya topluluğu ifade eder. Arapçada ulus kelimesinin direkt ifadesi bulunmuyor, bunun yerine din temelli halk ve millet kelimesiyle geçiştirilmektedir. Milliyetle ilgili böyle bir gerçeklik mevcutken, Türk Devleti Millet-Milliyetçilik kelimesini hem ulusallık hem de İslam Ümmetçiliği şeklinde yüceltmesi, Türk halkına, Türk kültürüne en büyük ihaneti yapmıştır, yapmaya da devam ediyor. Sözde laik, çağdaş Türkiye devleti, din ümmetçiliğini ulusçuluk olarak topluma öğretip empoze etmesi neticesinde, toplum gerçek kimlik, kültür ve ulusalcılıktan bir haber, ne olduğu belli olmayan kimliksizler ordusuna dönüşmüştür. Şu nokta iyi bilinmelidir, dünyada her toplumun kimlik temeli, o toplumun Anadili ve Geçmiş Tarihidir. Anadil ve kendi öz tarihi yerine, İslam dini ve tarihinin yüceltildiği toplumlarda kimlik, kültür, ulus bilgisinden uzak, düşünce yoksunluğu demektir. Çünkü bu tarz toplumlar, sürekli birbirini aşağılayıp ötekileştirerek, çatışmadan yaşamaları mümkün olmamıştır.
 
Türkçe Ulus: Uygur ve Moğol Türkçesinde uluş, ülüş, ulus ifadeleriyle, aynı toprak üzerinde yaşayan halkın, bu toprağı ortak paylaşımı anlamına gelmektedir. Ki bu da genelde tek bir ırktan olan halkı çağrıştırıyor. Anadolu’da en az 13 farklı dilden halklar yaşadığına göre, tek bir dil ya da dinin üstünlüğünü savunup yaşatmak, faşizm değilse daha derin insanlık düşmanlığıdır.
 
Latince Ulusçuluk: Nation, national, nationalite şeklinde ırkı ifade etmektir. Bu kavramsallığa dayanarak kendilerini var eden Avrupalı Hıristiyan toplumlar, 1500 ve 1700 yıllarına kadar hem birbirleri içerisinde hem de diğer halklarla sürekli çatışarak yaşadılar. Din ve etnik ırkçılıkla bir yere varamayacağını gören Avrupalı aydın ve iş insanları, çoğulcu demokratik ulusalcı yapıya geçerek, ifade edilen geriliklerden kendilerini arındırmaya çalıştılar.
 
Türkiye’de gerek devlet ideolojisi gerekse bireyler, Arap İslam ümmet kültürüyle “Allah, Din, Devlet” üçlemesi şeklinde Türkçülük yapıp, öz dile dayanan kültürden uzak kim, ne oldukları bilinemeyen Devşirmeye dönüştürülmüştür. Örneğin kültürel değer olan dilsel kimlikten habersiz, İslam Dini yüceltilerek körü körüne bağlanıp tapınmacı yaşamak, Anadolu’daki dillerin hepsini öldürmektir. Bu yaşam anlayışı, Orta Çağ ve öncesinde okuma yazması olmayan cahil toplumlarda geçerli olan bir durumdur. Teknik Bilgi Çağı’nda olunmasına rağmen, hâlâ Orta Çağ ve öncesinde olduğu gibi düşünmeden tapınmacı yaşam, hayvani seviyede kalmaktır. 
 
“Allah, Din, Devlet” üçlemesiyle ulusçuluğu tanımlayan devlet ve siyasi anlayışların, bundaki tek amaçları ekonomik, siyasi çıkar sağlamaktır. Diller ve kültürler tatsız, tuzsuz, renksiz, bir şekilde düşünemez Devşirmeci hiçliğe dönüştürülmüştür. Devşirmeci anormallik, egemenlerin umurunda değil. Bunu halklar kendileri sorgulayıp yok etmeleri gerekir. Üstelik mevcut çarpık yapının adına laik, çağdaş Türkiye demek, halklara yapılan en büyük kötülüktür. Türkiye’deki bu çarpık, aldatmacaya dayanan anlayışın en çok savunanları ise, bazı sol ve Alevilerin olması, her iki yapıyı sosyolojik, psikolojik açıdan derince incelenmesini şart koşuyor.
 
İnsan toplulukları yaşadıkları her bölgenin özelliklerine göre, konuştukları dillerini icat ederken, bunu geliştiren ilk kültürel yapılar Polotoist, Dualist ve Monotoist dinlerden başkası değildir. Başlangıç tarihi en az 60 bin yıl ile tarif edilir. Ancak Avrupa gibi birçok toplumlar, Orta Çağ’ın kapanıp Yeni Çağ’a girilmesiyle, din ve ırk temelli kültürel yaşamın, yeni insan düşüncesine cevap veremediği gerçeğinden hareketle, çeşitli bilimsel çalışmalarla bu gericilik terk edilmiştir. Tam bu noktada dinsel milliyet ve ırksal ulusçuluk değiştirilip, çağdaş çoğulcu ulusal devlet sistemlerine geçilmiş olundu.
 
Dünyada bunu ilk önce başlatanlar Avrupa ve diğer Batılı ülkeler olup 1500 yıllarından itibaren, 1789 Fransız Devrimi, 1848 burjuva demokratik devrimlerle, birçok alanda reform, rönesansları gerçekleştirdiler. İfade edilen yenilikler Hıristiyanlık, Yahudilik ve ulus (National) kelimesindeki tekçi kavramsallık üzerinde öncelikle uygulanmıştır. Temel ilkeleriyse seküler, laik, demokratik çoğulcu ulusal devletçilikten ibaret olup, bu yapı dünya halklarında hayranlık uyandırmışken, bugün de büyük bir çekim merkezi durumundadır. Avrupa’nın bu yaşamına ağzı sulanan Türkiye gibi Devşirme Müslüman ümmetçi toplumlar, “Laiklik, Çağdaşlık” gibi olguları yalnızca çıkarlarına uygun gelen alanlarda retorik olarak kullanmakla yetindiler. Milliyetçi ümmet ve ırkçı ulusal geriliklerini, her şeyin üstünde görmekten ne geri durdular ne de vazgeçmişlerdir. Bu da her alanda kim, ne oldukları belli olmayan soyut kimliksiz yapıya sahip, anormal insan toplulukları şekline dönüşmektir.
 
Avrupa’da en az iki yüzyıl önce başlayan çoğulcu ulusalcılık, Türkiye gibi devlet ve toplumlarda 1920’lerden itibaren sadece dillendirilmekle yetinildi. Ve 1924, 1936 yılında yapılan anayasalarda, laiklik kelimesine her ne kadar yer verilmiş olunsa da İslam’ın resmi devlet dini yapılması, diğer tüm kavramları anlamsızlaştırmıştır. Üstelik laiklik kelimesi gerçek anlamının dışında, taklit ve şekilciliğe dayanan kılık kıyafetle tanımlanması, İslam’ın her şeyine ters, laikliği din düşmanlığı biçiminde kavramasına yol açmıştır. Devlet yönetimleri bilinçli olarak toplumu bu sakat, gerçek dışı mantıkla eğittidiğinden, Türkiye toplumu her şeyin doğal gelişim kuralının tersine, anormal bir yaşam anlayışına sahip kılındı.
 
Özellikle Türkiye’deki bu anomalinin dayandığı temel nokta, İslam Dininde en ufak reform ve rönesansın yapılmak istenmemesidir. Bugün İslam’da reform yapılabilir mi diye sorulsa? Hem devlet hem de din, ırk milliyetçileri tarafından, soran kişiler ölümle tehdit edilebiliyor. İslam veya başka bir din, resmi devlet dini yapılarak tapınılan her toplum ve ülkede dinsel, mezhepsel, etnik, aşiretçi, cinsiyetçi ırkçılıklar son derece yüceltildiğinden, bu halklar birbirini katletmeden asla yaşayamamışlardır.
 
Dikkat edilirse dünyanın herhangi bir ülkesinde din üzerinde doğru, gerçekçi reform ve rönesansın uygulanmadığı devlet veya toplumlarda demokrasi, çağdaşlık, çoğulculuk sürekli sorunlu ve sahtedir. Tüm bunlar bize şunu bir kez daha hatırlatıyor. Demokrasiden yana her siyasal düşünce, dinde gerçek, doğru rönesans ve reformlar yapılmadan, bir adım ileri gidilemeyeceği bilinmelidir. Değişim, devrim ve yenilikten yana olanlar, düşüncelerinde en ufak yüzeysellik, ciddiyetsizlik ve samimiyetsizlik göstermeleri durumunda din, etnik ve cinsiyetçi gericiler karşısında yenilgileri kaçınılmazdır. Türkiye’de yüzyıllardır yaşanan çatışma, kaos ve karmaşaların temel kaynağı, toplumun %95’nin din, etnik ve cinsiyetçi ırkçılığı aşmak istememelerinin bir sonucudur. Bunun başta gelenlerinden birisi, Milliyet- Milliyetçilik kavramının, yanlış bir şekilde ulusçuluk olarak öğretilmesidir. İkinci anormal durumsa laiklik, Seküler, çağdaş ve çoğulcu demokratik kültürel yapıların, dine hizmet edecek şekle sokulmasıdır. İslam’a hizmet etmeyen her şey kötü ve gereksizdir görme mantığının mimarlarıysa, mevcut devlet yönetimlerinden başkası değildir.
 
 

Kategori: 

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Hapishane Dergisinin 51. Sayı...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Nisan-Mayıs-Haziran 2024 tarihli 51. sayısı...
TEK KİŞİLİK HÜCREDE YAZILAN BİR ÖYKÜ: DE...
               Mahallenin kimi çocukları ondan hem korkar hem de onunla uğraşmaktan vazgeçmezdi kargalar...
Duvarları delen çizgiler
Balıkesir Burhaniye yakınlarında yaşayan arkadaşlara davet. 10 Aralık'ta Insan hakları haftasında, Burhaniye Yerel Demokrasi ve Insan Hakları Gündemi...

Konuk Yazarlar

"BİZ BAŞKA TÜRLÜ SEVERDİK BİRBİRİMİ...
Derken, Galata Yokuşu'nun oralarda, yeni kurulmuş bir ajansta iş buldum. Burada getir götür işlerine bakacak ve Tünel'den başlayıp, Levent'e...
Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
  Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...
Utanmak/ Sıdo için/ Sevda KURAN
  Fakiri, zengini, orta hallisi, Alevi’si, Sünni’si, Ermeni'si, hacısı, hocası, orospusu, delisi ve de pavyon kabadayıları, sarhoşlarıyla...