Bravo TKP’ye!

Haydar Karataş kullanıcısının resmi
Ne acı ki, solun fikir ayrılıkları ile geçmişi epeyce sorunlu. Ayrılırken teorileri de hazır, ayrılmak arındırır, partiyi güçlendirir. Ne hikmetse hiç öyle olmuyor. Ayrılıklar hiç bir partiyi güçlendirmemiş, aksine dostluklar zayıflamış, tahammülsüzlükler artmıştır. Tabii TKP bir ilki başarıyor, dostane ayrılıyor
1994 yılının sonları. Yer Buca Cezaevi’nin 4’üncü ve 5’inci koğuşu. Bu iki koğuşta 60 kadar sol mahkûm isyan çıkardı. İsyan dediğim idareye karşı filan değil, parti denen ‘yüce’ varlığa karşı. İsyan edenler biz alttakiler, isyanımızın nedeni ise hapishaneye yeni gelmiş partinin üyeler üyesi diyebileceğim iki yöneticisine karşı. Yani Komünist Partisinin iki merkez komite üyesi. Bu iki yöneticinin birbirleri  hakkındaki iddiaları, ithamları gırla gidiyor. Düşünün, hapishane denen şey dört duvardır, görüş ayrılıklarından dolayı insanlar arasına duvar örmeye kalktın mı, hapsin içinde başka hapishaneler oluşuyor. Onlarca yılda örülen dostluklar bir çırpıda yok olup gidiyor.


İşte bu üyeler üyesi iki Merkez Komite üyesi bizi hallaç pamuğu gibi birbirimize kırdırıyor. Biri diğerine yakın durmasın, hemen ters bakmalar, acabalar denmeye başlanıyor. Kısa sürede insanlar birbiriyle sohbet etmeye dahi korkar oldu. Oysa bu iki yönetici gelmezden önce hapishane güllük gülistanlıktı. Akşamları havalandırmada voleybol maçları, çekişmeli futbol maçları yapılır, akşam gölgesi mahpusa inende duvar diplerine serilmiş battaniyeler üzerinde satranç oynanırdı. Onların hiç birinden eser kalmadı. Varsa yoksa, sözüm ona siyaset adına anlamsız çekişmeler, oysa işin özü üst üyelerin anlaşmazlığı. Hele sabahları gardiyanlar havalandırma kapılarını açtığında görmeliydiniz. Kendimizi dışarı atar kahvaltı öncesi serin havada volta atardık.


Dışarıda “gevreekk” diye bağıran İzmirli simitçi çocukların sesini dahi duyardık. Kim bilir o serin sabahlarda ne hayaller, ne düşler kurulmuştur.  


Ancak o iki yönetici geldi geleli “gevreeek” diye bağıran simitçilerin sesi çekip gitti. Bazen öğleden sonra kalın duvarların bir kaç yüz metre ötesindeki çocuk sesleri duyulmaz oldu. Parti geldi hayallerimiz öldü, derdim. Ayrılıklar, küslükler baş gösterdi.


Bu iki yöneticinin revizyonizm, oportünizm ve reformizm söylemleri arasında bir sabah hayallerimizi özlemişiz der gibi kalkıp isyan bayrağı açtık. Biz taraftarlar parti iradesini bir tarafa bıraktık ve sabah kahvaltısından sonra toplantı aldık. Her şey kendiliği doğallığında olmuştu. Onlar gidip kavga ede dursun, bizler sosyal hayatı inşa edelim dedik. Demez olaydık. İki düşman dost oldu.


Görmeliydiniz, birbirine selam dahi vermeyen bu iki yönetici havalandırmaya çıktı, deli danalar gibi bir bu tarafa bir o tarafa gidip gelmeye başladı. İlk anlaşmaları öyle oldu. İçeri koştular.


Biz partiyiz, dediler,

Biz, evet siz partisiniz, dedik.

Parti iradesine saygı göstereceksiniz, dediler,

Biz, saygıda kusur etmeyeceğiz, dedik.

Ehh bu yaptığınız parti iradesini çiğnemek değil mi, dediler?


Biz, hayır biz hapishanede nasıl daha iyi yaşarız diye kendi aramızda konuşuyoruz. Parti kararları geldiğinde bize iletin, biz uyarız, dedik.

Olmadı yeniden havalandırmaya koştular. Parti literatüründe bu yoktu, yeniden hızlı hızlı volta attılar. Meğer ikisinin ortak yönü bizden çokmuş. Aniden birbirlerinin iyi yanlarını hatırlamışlardı.


Toplantının yapıldığı yemekhaneye  bir daha geldiler. Parti tüzüğünü hatırlatmak için seslerini kalınlaştırdılar.

“Yoldaşlar, bu toplantıya katılmak parti iradesini çiğnemektir, biz toplantıyı terk ediyoruz.”

Güldük, sanki onlarla beraber toplantıya oturmuşuz gibi.
 
Ancak 63 kişiden beşi onlara uydu dışarı çıktı. Anlayacağınız, üyeler, üye üstü Merkez Komite üyelerinin sesine kulak vermişti.

Kitlenin yıkılmazlığını görünce, direnişleri üç dört saat ancak sürebildi. Gerisin geri gelip toplantıya katıldılar.


Ne acı ki, solun fikir ayrılıkları ile geçmişi epeyce sorunlu. Ayrılırken teorileri de hazır, ayrılmak arındırır, partiyi güçlendirir. Ne hikmetse hiç öyle olmuyor. Ayrılıklar hiç bir partiyi güçlendirmemiş, aksine dostluklar zayıflamış, tahammülsüzlükler artmıştır. Tabii TKP bir ilki başarıyor, dostane ayrılıyor, ancak Türkiye’de sağ ve sol parti ayrılıklarını karşılaştırırsak sağ ideolojilerin solculardan daha tahammüllü olduklarını hiç çekinmeden söylemek lazım.
 
Koca Milli Görüş hareketi bölündüğünde kimse ölmedi, Ülkücü hareketteki büyük bölünmede dövmeler gerçekleştiyse de, ölen olmadı. Üstelik sağ partilerin sahiden de devasa mal varlıkları olmasına rağmen. Mutlaka nedenleri vardır bunun, ancak Sol, edebiyatı dahi partili ve partisiz edebiyat diye ayırır. Onlara göre partili edebiyat dedikleri şey, muhafazakâr İslamcı romancıların yazdığı romanlara çok benzemelidir. Alın, bir örgüte yakın duran yazarlardan birinin romanını okuyun. O romanlarda partiyi temsil eden karakter eğilmez bilek, çelik yürektir. Parti gibi düşünmeyen karakter ise pespayenin tekidir. İşkenceci polis ayyaştır.
 
Amerikan filmlerinde dahi kötü karakter zekası ve yaratıcılığı ile gösterilir, ancak o filmlerde kişi ne kadar zeki olursa olsun, Amerikan Federal Polisi bir yolunu bulur ve onu yakalarken, bizde İslamcı yazarların yaptığı gibi iffetli Müslüman kız ile namus nedir bilmeyen gavur kızı karşı karşıya konur gibi bir solculuk anlatılır.  


Maksim Gorki gibi büyük bir yazar dahi “Ana” romanında bu hataya düşer. Ana’nın oğlu Pavel’in Çar Polisi tarafından yakalandığı bölümü gözlerinizin önüne getirin. Çar rejiminin polisi deyip geçmeyin bizim 12 Eylül generalleri gibidirler. İşte Pavel yakalanır yakalanmaz Ana, partinin bildirileri bugün dağıtılmadı diye o bildirileri alır fabrikanın önüne koşar. 1930’larda intihar eden sürrealist ressam Aleksander Blok bu bölüm nedeniyle Gorki’ye bir mektup yazar; der tek bir oğlu dışında kimsesi olmayan senin partili ananın oğlu gözaltına alınınca ağlar mı, yoksa o esnada davayı mı düşünür? Sen Pavel’in annesini değil, partinin senden istediği anayı yazmışsın der. Bence bu sosyalist gerçekçi edebiyatın hem en travmatik yönü ve hem de davanın mücadele esnasındaki dostluk ve hatıralar denen şeyin kendisi olduğunu bize unutturan yanlışlığın kendisidir.  


Türkiye Komünist Partisi bölünmüş, doğrusu TKP nasıl bir parti bilmiyorum. Kanaatime göre yöneticiler çekilmezdir, yöneticinin komünisti ise bu hayatın en çekilmezi olur. Parti denen şeyin yöneticileri mülkiyetsiz mülk sahibidirler.

TKP camiasının yerinde olsam masa ve sandalyeleri kapının önüne koyardım, yöneticiler alıp gitsin. Evlerinde bir güzel düşünsünler, bize şöyle sağlam ideolojik ayrılık diyebileceğimiz fikir ayrılığı bulsunlar.


Böyle olmuyor. Zaten TKP denen şey gençlerdi, o gençler bir araya gelip Tayyip’e dur diyordu. Ben ona dahi razıydım, anlaşılan şimdi o gençlerin arası açılacak, kurulan dostluklar yıkılacak, Tayyip’e dur demek yerine birbirine dur diyecekler.


Diyeceğim yöneticiler şu sol örgütleri, partileri artık bölmesin. Olan olmuş ama yazık ediyorlar, hem kendilerine ve hem de bir ülkeye.
Kategori: 

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Hapishane Dergisinin 51. Sayı...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Nisan-Mayıs-Haziran 2024 tarihli 51. sayısı...
TEK KİŞİLİK HÜCREDE YAZILAN BİR ÖYKÜ: DE...
               Mahallenin kimi çocukları ondan hem korkar hem de onunla uğraşmaktan vazgeçmezdi kargalar...
Duvarları delen çizgiler
Balıkesir Burhaniye yakınlarında yaşayan arkadaşlara davet. 10 Aralık'ta Insan hakları haftasında, Burhaniye Yerel Demokrasi ve Insan Hakları Gündemi...

Konuk Yazarlar

"BİZ BAŞKA TÜRLÜ SEVERDİK BİRBİRİMİ...
Derken, Galata Yokuşu'nun oralarda, yeni kurulmuş bir ajansta iş buldum. Burada getir götür işlerine bakacak ve Tünel'den başlayıp, Levent'e...
Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
  Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...
Utanmak/ Sıdo için/ Sevda KURAN
  Fakiri, zengini, orta hallisi, Alevi’si, Sünni’si, Ermeni'si, hacısı, hocası, orospusu, delisi ve de pavyon kabadayıları, sarhoşlarıyla...