Kaçak Gecekondu 4

Şenol Durmuş kullanıcısının resmi
Kaçak gecekondu yapmak için kişide bir takım özellikler ve vasıflara sahip olmak gerekirdi. Bunun için köylü olmak şarttı. Bir şehirlinin gecekondu yaptığı görülmemişti. Çünkü bu yasa dışı bir olaydır. Şehir yaşamı yasalara ve kurallara göre şekillenmişti. Bir köylü kurnazı için bu yasalar aşılmayacak bir engel değildi. O kişi köyünde asırlar boyu yasasız ve kanunsuz yaşamıştı.

Tek yasaları ihtiyar heyeti meclisiydi. Bu yaşlılar grubu köy hayatının o acımasız yaşamını bir ömür boyu sürdürmüştü ve şimdi son nefeslerinde yeni nesiller onların tecrübesinden faydalanmak istiyordu. Bunların orkestra şefi olan muhtar bu heyete sık sık danışırdı: “ Ey erenler ne diyorsunuz. Cafer şehre gidiyor. Var mı bir diyeceğiniz?”  diye sorardı. 

Bu soru karşısında o kişi gereken öğütleri mutlaka alırdı. O kişiye yapması gerekenler saatlerce anlatılırdı. Bu erenler o kişiden önce şehirlere yolculuk yapmıştı. Birçoğu başarısız olmuş ve hatırı sayılı bir tecrübeyle geri dönmüşlerdi. Döndüklerinde de şehir yaşamına ve o şehir halkına binlerce küfür saydırmışlardı. Bu yolculukları bir nevi Amerika’nın ilk keşif yıllarına da benzetilebilir. Amerika’nın keşfinden sonra binlerce insan gemilerle yola çıkmıştı. Birçoğu daha karaya ayak basmadan gemileri okyanuslarda fırtınalarda batmıştı. Bu isimsiz kahramanlar günümüz Amerikan halkının atalarıydı. Hepsi de bir ideal ve amaç uğruna gelecek için hayatlarını ortaya koymuştu. Bu erenler de Uzun Adamın partisinin ve seçmenlerinin atalarıydı. 



Bu uzun ince yolculuk nasıl başlamıştı? Kişi önce şehre geliyordu. Ya Haydarpaşa tren garında ya da Eminönü’nde ya Üsküdar ya da Kadıköy vapurunda karaya çıkmıştı. Elindeki valizi sıkı sıkı tutmuştur. Yeni Cami önündeki merdiven basamaklarına oturur. Bir simit veya haşlanmış bir mısır yiyerek karnını doyurur, martıları, seyyar satıcıları seyreder, şehrin iyi giyimli insanlarını dikkatle izlerdi. Burada bir yaşam vardır ve bu kişi bu yaşama ortak olmaya gelmiştir. Ama cebinde beş kuruşu yoktur. Sattığı bir inek veya birkaç koyun, keçi parası tek sermayesidir. Ancak en büyük sermayesi köyün yaşlı erenleridir. Onlar rehberidir. Onlar bu şehir yaşamında bir pavyon konsomatrisini aratmayacak tecrübeye sahip olmuştu. İlk öğütleri şöyle olmuştur : 

“Ey oğul şehre gittiğinde, merkezde sur dışına giden bir belediye otobüsüne bin son durağa kadar git. Sonra indikten sonra beş kilometre yürü. Sonra dur ve oraya bir kazık çak. Sonra da o gece orada yat. Bizlere, dedelerine, dervişlere, ulemalara bol bol dua et... Orada uykuya dal. Sonra bir horoz sesi duyacaksın. Kalk abdestini al. Su mutlaka yoktur. Toprakla taharet al. Namazını kıl. Sonra bekle...” 



Kişi bu tavsiyeleri harfiyen yerine getirmeye başlamıştır. Bir otobüs onu şehrin belediye sınırları dışına götürmüştü. Biraz sermayesi, parası olanlar sur içlerinde yasal bir arsa alıp kaçak gecekondu dikiyordu. Ama bu kişi diğerleri gibi şanslı değildir. Hikâye de tam burada başlıyordu. Kişi kazığı çaktıktan sonra birkaç metre öteye gidip oturuyordu. Çünkü korkuyordu. Acaba birileri gelip bir şey der miydi? Bu hareketi eğer kendi köyünde yapmış olsaydı birkaç mermiyle vurulma tehlikesi vardı. Çünkü kendi yaşam kurallarında değil birisinin arazisine kazık çakmak, bir tavuğun bir tarlaya izinsiz girmesi bile sahibi için vurulma nedenidir. Bu korkuyla birkaç gün orada bekler. Eğer birileri gelip bir şey dememişse on metre ötesine bir kazık daha çakar. Yine aynı korkuyla orada saklanıp bekler. Namazını kılar. Erenlere bol bol dua eder. Dua ettikçe, namaz kıldıkça rahatlar. Yine bir ses çıkmayınca üçüncü kazığı çakar. Sonrasında ise dördüncü kazıkla bir kare ortaya çıkar. Bu geometrik şekil gecekondunun temelidir artık. Şehrin dışınca uçsuz bucaksız bir arazide bir yapı ortaya çıkmıştır. Bu yer belediye sınırları dışında olduğu için ne bir zabıta ne de polis kontrolündedir. Kişi bu rahatlamayla hareket eder. Sonra bu kareyi doldurmaya başlar. Duvarlar oluşur. Birkaç oda meydana gelir. Son aşamada ise bir çatı yapılır. 



Sonrasında ise köye bir mektup ulaşır. Erenler meclisinde muhtar tarafından bu mektubu okunur. Sonrasında ise bu meclise askerden yeni dönen bir yiğit çağrılır. Cafer'in yaptıkları anlatılır. Onun bu kahramanlığı öve öve bitirilmez. Bu kişiye bir mektup ve Cafer'in adresi verilir. Bu kişi de yola çıkmıştır. Eminönü meydanında bir simit yedikten sonra aynı belediye otobüsüne binmiştir. Son durakta indikten sonra da beş kilometre yürümüştü. Orada bir gecekondu ve önünde Cafer beklemektedir. Birkaç yıldır orada tek başına korku içinde bekleyen Cafer gözyaşlarına hâkim olamaz. Adeta bir ıssız adada yıllardır kalmıştır. İki köylü birbirlerine hasretle sarılmıştır. Birkaç gün sonra bir gecekondu daha yükselecektir. Bir süre sonra bir mektup daha yola çıkar. Günler, aylar geçtikçe mektupların sayısı artar. Eminönü'nden kalkan bu otobüsün yolcuları artıkça kapasitede artmıştır. Belediye ek seferler koymak zorundadır. Cafer'in onlarca koşusu olmuştur. Şimdi sıra cami inşasındadır. Bir köy nüfusunu geçen bu yerde bu bir ihtiyaçtır. Cafer oy birliğiyle muhtar seçilmiştir. Zaman geçtikçe nüfusları artıyordu. Belediye seçimleri olduğunda mevcut partilerin kravatlı adamları da bu yere gelip oy istiyordu. Başta Cafer olmak üzere tüm komşuları gözyaşları döküyordu. Yolları yoktu. Okul on kilometre ötedeydi. Çoluk çocuk perişandı. Hastane yoktu. Aş, iş istiyorlardı. Devlet onları sahipsiz bırakmıştı. Mevcut düzenin sağ, sol partileri ise oy kapmak için tüm isteklerini yerine getirmek için söz veriyordu. Onlara tapu verilecekti. Okul yapılacaktı. Asfalt yol döşenecekti. Burası önce belde sonra ilçe olacaktı. Eğer Cafer kendi partilerine geçerse de bu yere de onu belediye başkan adayı yapacaklardı. İstanbul ilinde birçok belde ve ilçeler oluşurken köylüler ayakta kalmak için mevcut düzen partileri ile iş birliği yapmışlardır. Köylü kurnazı felsefesi gereği " Köprüyü geçene kadar, ayıya dayı " diyorlardı. Gerçekte ise kendi mayasının oluştuğu asıl partilerini bekliyorlardı. Bunun için de bir zaman süreci gerekiyordu. Sayılarının artması ile şehirli nüfusun geçmeleri şarttı. Şehrin içindeki varoş mahallelerde Uzun Adam’lar, şehrin dışında ise Cafer 'ler bu uzun ince yolu tamamlamak üzereydi. 



Şehirli nüfus işe kendi yaşam mücadelesinde çırpınırken İstanbul dışı bu yerlerde neler olduğunun farkında bile değildir. O işine gücüne giderken çocuğunu okutmak onu iyi bir iş sahibi yapmak kendisinde bir an önce emekli yapmak derdindedir. Sonrasında ise ege bölgesinde bir yazlık alarak hayatını mutlu bir şekilde sonlandırma telaşı içerisindedir. Vergisini öder. Sinemaya, tiyatroya gitmeye çabalar. İyi giyinmek ister. Ve bu çabaları gösterirken de birçok ekonomik zorluklar yaşar. Şehrin belediyeleri ise mevcut şehir planları içerisinde olan yerlere hizmet götürmekte bile yetersizken Caferlerin kurduğu yerleşim birimlerine hiç yetişemiyordu. Çünkü İstanbul yerleşim planında böyle yerler yoktu. Buralar haritada orman, dere, ova, bayır, gibi yerler olarak görünüyordu. Köylüler ise sürekli isyandaydı. Devlet baba onları hep üvey evlat gibi görmüştü. 



Ama sabreden derviş muradına ermişti. Yıllar sonra o gün geliyordu. Cafer’in kurduğu gecekonduya müteahhit gelip teklif vermişti : "Yedi kat inşaat, çifter daireden on dört daire ve iki dükkan yaparım Cafer.  Yarısı senin yarısı benim. " Ne diyorsun teklifime” dediğinde Cafer bayılmamak için kendisini zor tutmuştu. Ya Erenler, ya Ömer, ya Alpaslan, ya Fatih" derken gözyaşı döküyordu. Bu yeni ülke ekonomisinin oluşmasında ilginç bazı olaylarda yaşanmıştı. Bir zamanlar Ümraniye ilçesinde çöp patlaması olayı yaşanmıştı. Çöp dağları çevredeki gecekonduların üzerine yığılmış ve birçok insan çöplerin altında kalarak ölmüştü. Bu olay üzerine ekranlarda, gazetelerde medya mensupları her faciada olduğu gibi arabesk kalemlerini konuşturarak uzun süre haber yaparak insanlara gözyaşı akıtmışlardı. Şimdi bu çöplüğün olduğu alanlarda oturanlar birer emlak zengini olmuştu. Bir Amerikan şirketi kendi ürününü satmak için bir mağaza arayışında Ümraniye'de bir dükkâna gidiyor. Merkezi konumda olan bu dükkânın birçok taliplisi de sıraya girmişti. Dükkân sahibi aylık otuz bin dolar kira istiyordu. Firma yetkilisi yirmi yedi bin dolar teklifte bulunuyor. Diğer odadan çıkan Hacı Baba elinde bastonuyla fırlamıştı. Hem görüşmeyi yapan oğlunu hem de firma temsilcisini bastonuyla kovalayarak dükkânın dışarısına çıkartırken haykırıyor,  “Bre şerefsizler, bre kâfirler ben bu dükkânı bu binayı yapmak için ne şehitler verdim, biliyor musunuz?” diyordu. 



Ülkenin yeni sermayesi, yeni partisinin temel taşları bu şekilde döşeniyordu. 



Devam edecek... 

Kategori: 

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Hapishane Dergisinin 51. Sayı...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Nisan-Mayıs-Haziran 2024 tarihli 51. sayısı...
TEK KİŞİLİK HÜCREDE YAZILAN BİR ÖYKÜ: DE...
               Mahallenin kimi çocukları ondan hem korkar hem de onunla uğraşmaktan vazgeçmezdi kargalar...
Duvarları delen çizgiler
Balıkesir Burhaniye yakınlarında yaşayan arkadaşlara davet. 10 Aralık'ta Insan hakları haftasında, Burhaniye Yerel Demokrasi ve Insan Hakları Gündemi...

Konuk Yazarlar

"BİZ BAŞKA TÜRLÜ SEVERDİK BİRBİRİMİ...
Derken, Galata Yokuşu'nun oralarda, yeni kurulmuş bir ajansta iş buldum. Burada getir götür işlerine bakacak ve Tünel'den başlayıp, Levent'e...
Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
  Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...
Utanmak/ Sıdo için/ Sevda KURAN
  Fakiri, zengini, orta hallisi, Alevi’si, Sünni’si, Ermeni'si, hacısı, hocası, orospusu, delisi ve de pavyon kabadayıları, sarhoşlarıyla...