Bizim mahalledeki, bizim sokaktaki ve bizim evdeki 6/7 Eylül/ Sinan Gorgan

Edebiyat Bahcesi kullanıcısının resmi
Herkesin 6/7 Eylülü kendine mi? Özel anı defterinden bir gâvurluk hikâyesi… Bugün size çocukluk anılarımdan küçük bir bölüm yazmak istiyorum.

Bu anı yazısının, şimdiye dek yazdığım en “politik” yazılardan biri olduğunu, öncelikle kulağınıza fısıldamak isterim.
8 yaşında en derin politik dersimi aldığımı (abartılı demezseniz) size söyleyebilirim.
“Saf Türk varlığının” inkârı gibi olan kozmopolit soy ağacımın yanı sıra, aile geçmişimdeki olaylar zinciri, bu anlama gelmek üzere “özel tarihim” aslında benim ilk siyasi okulum olmuştur.
Şimdi size bunlardan,” herkes için de ders” niteliği taşıyan bir bölüm aktarmak istiyorum.
 
Ben, Peralı'yım aslen.
İstanbul'u ve Beyoğlu'nu yakinen tanımayanlar için söyleyeyim: Galata kulesinin bulunduğu meydanın bir kaç sokak arkasıdır, benim eski mahallem.
Hacımimi mahallesinde doğdum ve 6 yaşına kadar orada büyüdüm. Cumbalı eski bir ahşap evdi bizimkisi. Evimizin bulunduğu sokakta, bizim evin tam karşısında, yüksek bir duvar vardı. Bu duvar, Rasih Nuri İlerinin hala oturduğunu sandığım, bazı başka meşhurlarında ikamet ettiği Doğan Apartmanı’nın bahçesinin alt duvarı idi.
(Siz bu b binayı Uğur Yücel/ Şener Şen'in “Muhsin bey” filminden tanıyor olmalısınız)
Bizim mahallemiz, sokağımız, üst mahalleye göre daha fakir, daha da kozmopolit ve curcunalı bir hercümerc içinde idi.
Sonrasında, okulumu yakındaki “Firuzağa İlkokulu’nda okuyacağım Tophane ve Cihangir arasındaki yeni beton yapı dairemize taşındık, dedem ve babaannem ile birlikte.
Bu yeni ev, İtalyan hastanesinin karşısında, o dönem hâlâ Ermeni, Rum ve Musevi komşularımızın bolca olduğu yeni bir semte idi. Ama aklım, gönlüm hep eski mahallemizde kalmıştı. Bunun sebebi var.
Eski mahallemizi bu denli sevmem, benim orada, bir çocuk olarak çok sevilmem, ilgi görmem, adeta “el üzerinde” tutulmam nedeni ile idi.
Annem ben daha iki yaşında öldüğünden, beni babaannem ve dedem büyüttü.
Bunun konumuzla şöyle bir özel bağlantısı var onda dolayı anlatıyorum.
Annemin, henüz 22 yaşında, ben daha iki yaşına bile girmeden, uzun bir hastalık döneminden sonra, mahalle halkına çok trajik gelen kanserden ölümü ardından, mahalle kadınların ve teyzelerin bana her zaman özel bir sevgi ve gösterişli bir ilgi göstermesi söz konusu olmuştu.
Ahşap cumbalı evimizin arka bahçesinde, bir kalın dal ve gövdeli kiraz ağacı ve bir de biz çocuklar için ideal saklanma ve oyun yeri olan damı saçaklı kömürlük vardı.
Alex ile bizim bahçede oynardık her gün, her sabah.
Sabahları bizim bahçede, öğleden sonraları ise, “öğlen yemeklerimizi efendi gibi yememiz” şartına bağlı olarak, hak edilmiş olarak, onların bahçesinde oynardık.
Alexlerin bir kurt köpeği vardı, bu köpeğin varlığı, bana onların bahçesini çok cazip kılardı.
Meri teyze, Alex'in annesi, bize oyunlar gösterirdi, öğretirdi.
Ne de çok çocuk oyunu bilirdi Meri teyze.
Akşamüstleri, bizim evin önünde, cumbanın yağmur korunaklı çıkıntısı altında, mahallenin bazı kadınları, kaldırımın üstüne kilim serer, sandalyeler koyar, toplaşırlardı.
Her dilden konuştuklarını sanırım, hatta zaman zaman birbirlerinin dillerini tam anlamadan konuştuklarını hayal ederim hep.
Babaannem, Rumca bilirdi. Kendisinin, Girit göçmenlerinden olduğunu, bu nedenle, bu dili bu denli iyi bildiğini söylerdi.
Sonradan bunun “masum bir yalan” olduğunu, olayların akışından ve diğer aile büyüklerinin “geç” anlatımlarından öğrendim.
Kapı önü, cumba altı akşamüstü sohbetlerinin müdavimlerinden başlıcası, bizim ahşap evin alt katında, hemen girişte oturan “Madam Sara” idi.
Madam Sara, bizim kiracımızdı. Bizim evin alt katında bir göz odası vardı.
Sabahları Alex'le bizim bahçeye çıkarken hep onun odasının önünden geçmek zorundaydık.
Bizlerle hep gülerek konuştuğunu hatırlarım.
Madam Sara ile ilişkim derindi.
Babaanneme, bir anne gibi düşkün olmama rağmen, hastalandığımda, Madam Sara'nın bana çorbayı elinden içirdiğini, onun yanına sıkça kaçtığımı, akşamları onun kucağında bir kedi gibi uyuduğumu hatırlayabiliyorum.
Ben uykuya daldıktan sonra, o beni kucağında üst kata ve yatağıma taşırdı.
Madam Sara'nın beynimdeki anı resimlerinden ne zaman ve nasıl kaybolduğunu anımsayamıyorum.
Güllü Teyze’yi hatırlıyorum. Küçük ve narin, zayıf bir kadıncağızdı. Süryani olmalıydılar.
Oğlu Kazım ve özürlü kızı Sevim ile sıkça gelirlerdi bize.
Pazar günleri hep “Nana Moskuri” (Yunanlı şarkıcı) böreği (üçgen börek, şimdiki ismiyle,” hafif hanım böreği”) yemek için ve çaya, biz onlara giderdik.
Bu böreğe neden bu adı takmışlardı, bilemem.
Pazarları, bu ziyarete, dedem Kürt Hamdi de hep gelirdi birlikte.
Dedem Kürt Hamdi -ki bugün sizlere anlatacağım “olayın” başkahramanıdır. Erzurumlu idi. İran'ın Gülistan Türkmenlerindendi aslen ailesi. 1905 Rus savaşında sonra Horasan'a sonra da Erzurum’a gelip yerleşmişlerdi.
Büyük dedem, o yöreden bir Kürt kızıyla evlendiğinden, ana dili Kürtçe idi.
Kürtler arasında bu yönü ile kabul gördüğünden, Kuruçeşme sahilindeki eski kömür depolarında “kürekçi” olarak çalışan 600 kadar, muhtelif yörelerden gelmiş kürdün ”çavuşu” idi.
Büyük tesadüftür, diğer dedemin adı da, annemin babasının da adı “Hamdi” idi. 
Herhalde ikisi de sultan Abdülhamit kuşağından oldukları için olsa gerek.
Dedem “Kürt Hamdi” koca burunlu, Yunanistan'ın Gümülce ’sinde göçüp gelmiş diğer dedem, “Pomak” dedem Hamdi ise koca (kepçe) kulaklı idi.
Ailenin gençleri, aralarında, Hamdi'lerden konuştuklarında, onlara duyurmadan “Koca Kulak Hamdi” geldi, “Koca Burun Hamdi” gitti diye konuşur, aralarında eğlenirlerdi.
Şimdi burada anlatacağım hikâye, işte bu koca burunlu dedem “Kürt Hamdi’nin hikâyesidir aslında.
8 yaşında idim artık.
Firuzağa İlkokulunda başarılı bir öğrenci olmuştum artık.
Eski mahallemizi özlemiştim.
Babaanneme eski mahalleye gitmek istediğimi söyledim.
Sınıfta başarılı idim ya, kırmadı, adeta ödül olarak, bir kez daha beni eski mahallemize götürdü.
Mahallemiz değişmeye başlamıştı. Bazı Ermeni ve Süryani aileler artık yoktu.
Onların evlerini Afyonkarahisar’dan yeni göç eden aileler almıştı.
Bizim evin arka sokağında Çingenelerin evleri vardı şimdi.
Yeni göçmüşler, adeta bir iç mahalle kurmuşlardı.
“Şoparlar” dedi babaannem. Anlamamıştım.
Mahalle daha harap görünüyordu gözüme şimdi.
Komşumuz, arkadaşım Alexler 1964'te gitmişlerdi.
Evlerinde tanımadığım birileri oturuyordu şimdi.
Sokağın başındaki dükkânda, bakkal Mimi, hala orada idi.
Ona yine uğradık. Beni uzun zamandır görmemişti.
Beni görünce, neredeyse sevinç çığlığı attı, diyebilirim.
Küçük hediyeler, şekerler...
Sanki tüm dükkânı bana verecek gibi idi.
Annemin kanserden genç yaşta ölümü sonrasında ile oluşan drama hali nedeni ile, mahallemizde neredeyse herkes tarafından şımartılmaya alışıktım aslında.
Bakkal Mimi'nin ilgisi yine de, benim için dikkat çekecek kadar fazla, hatta abartılı idi.
O yıllarda, ailesi Ankara’da olduğu için İTÜ'deki eğitimi nedeni ile, bizim evde kalan, babaannemin yeğeni, Ünal ağabey (onun durumu da ayrı bir derin gavur hikayesi) anlattı bana bu ilginin sebebini, sonradan.
Bakkal Mimi'nin abartılı sevgisi bana değildi, sebebi başkaydı.
”Kürt Hamdi’ye olan saygı idi, bu ilginin nedeni aslında.
Kürt Hamdi dedem kurtarmıştı onları.
Kurtarmak?
Eskiden “olaylar” olmuş, bir güruh bizim mahalleye girmek istemiş, dedem elinde tabanca engellemişti.
Kürt Hamdi, elinde tabancayı sallayarak,” burası Müslüman mahallesi, giremezsiniz” diye bağırmış, sonrada havaya bir kaç el ateş etmiş idi.
Silah mı talancıları korkuttu, yoksa “burasının Müslüman mahallesi” olduğunun bağırılması bilemem?
Hatta bir başka efsaneye göre, dedemin ellerinde çift tabanca varmış.
Bakkal Mimi'nin dükkânı, bizim sokağın başında, tam köşede idi.
Kürt Hamdi'nin cüreti ve cesareti, sokağımızı da, bakkal Mimi'nin dükkânını da talandan kurtarmıştı.
O neden ile minnettardı bakkal Mimi.
Muhtemelen, 6/7 Eylül talancıları bizim sokağın özelliğini bilemiyorlardı, çünkü bu güruhun bir kısmı -birçoğu başka illerden ve yörelerden devşirilmiş idi.
Belki de, bu nedenle bilemediler, bizim sokağın “gâvur sokağı” olduğunu.
Oysa sokağın sonunda, Rum ilkokulu vardı. Hala var mıdır, açık mıdır bilemiyorum?
Yıllar su gibi geçti.
Büyüdüm ortaokula başladım.
Eski mahallemize yakınındaki, Kuledibi'ndeki St.George Lisesine gidiyordum şimdi.
35 kişilik sınıflar. Üç yakın arkadaş edindim, onlarla kaynaştım hemencecik.
Joseph, Harutyun (Arto), Ara.
1976 sonrasında ise, solculaşmaya başlamıştım. Yoğun kitap okumalar falan.
Tarihti ilgimi çeken.
“Az gelişmişlik sürecinde Türkiye”. Okumaya başladım.
Üç cilt. Yazar Stefanos Yeresimos. İstanbullu bir Rum aslen.
“Osmanlıda kurulan yabancı şirketlerin çalışanları ve yöneticileri hep azınlık Hristiyanlardan olurmuş” diyordu Yeresimos.
Babaannem, aslen güya Giritli ya, Rumcayı su gibi konuşur ya, şimdi ben biraz da okuyor, bir şeyler öğrenmiş, biliyor olmakla ilgili, kendimi göstermek için, ona soruverdim: “Ya babaanne, sen bize hava atar durursun, benim babam, büyük adamdı, Samatya Garı’nın müdürü idi, dersin, durursun. Samatya Garı ise bugünün Yeşilköy havalimanı gibi önemli bir yerdi o zaman. Bak adam, (Yeresimos) kitabında ‘bu tür işletmelerin yöneticileri hep Hristiyan olurdu’ diyor. Sen, bizimi kandırıyorsun yahu?”
Babaannem kem küm etti, lafı dolandırdı, somut bir cevap vermedi, veremedi.
Üç ay kadar sonra babaannem beyin kanaması geçirdi, İtalyan hastanesi kaldırdık, kurtaramadık. Ekim ayı idi sanırım, öldü.
Mezarlık işleri, ölüm kâğıdının çıkarılması bana kaldı.
Babaannemin, Güzide hanımın nüfus kâğıdını bulmalıydım önce bu işlemler için.
Aradım taradım evde, yok, yok!
“Yahu kadın bunu nereye koymuş”
Saklamış.
Nüfus kâğıdını, elbise dolabının ta en dibine sıkıştırmış.
Neyse buldum ya.
Eski tip nüfus cüzdanı idi.
Defter tipi, biraz buruşmuştu ve yıpranmıştı kâğıdı. Açtım, göz attım.
Baba adı: Dimitri.
Adı: Evadoksiya
Evadoksiya? Benim babaannem? Güzide?

Kategori: 

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Hapishane Dergisinin 51. Sayı...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Nisan-Mayıs-Haziran 2024 tarihli 51. sayısı...
TEK KİŞİLİK HÜCREDE YAZILAN BİR ÖYKÜ: DE...
               Mahallenin kimi çocukları ondan hem korkar hem de onunla uğraşmaktan vazgeçmezdi kargalar...
Duvarları delen çizgiler
Balıkesir Burhaniye yakınlarında yaşayan arkadaşlara davet. 10 Aralık'ta Insan hakları haftasında, Burhaniye Yerel Demokrasi ve Insan Hakları Gündemi...

Konuk Yazarlar

"BİZ BAŞKA TÜRLÜ SEVERDİK BİRBİRİMİ...
Derken, Galata Yokuşu'nun oralarda, yeni kurulmuş bir ajansta iş buldum. Burada getir götür işlerine bakacak ve Tünel'den başlayıp, Levent'e...
Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
  Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...
Utanmak/ Sıdo için/ Sevda KURAN
  Fakiri, zengini, orta hallisi, Alevi’si, Sünni’si, Ermeni'si, hacısı, hocası, orospusu, delisi ve de pavyon kabadayıları, sarhoşlarıyla...