GÖLDEKİLER

Ali Rıza Aksın kullanıcısının resmi
Sabahın yedisini gösteriyordu saat. Kahretsin, bitmişti… Kulaklarımda vater, finisör ve büküm makinelerinin gürültüsü, gözlerimde pamuk şeritleri…

Vardiyalar değişiyor, güneş, Nemrut’tan yana gülümsemeye hazırlanıyordu. Eve geldiğimde kahvaltım hazırdı. Aç ve yorgun olduğum halde bedenime söz geçiremeyip sızmışım. Uyandığımda şehre gölgeler sinmiş, ufuk kızıla boyanmıştı. Salonda Özlem`in sesi. -Hoş geldin, hangi rüzgâr attı seni buraya? -Bir uğrayayım dedim kız, kaç gündür görüşmedik de. -Kahvaltı yapmaz mısın? -Kız anam kahvaltısı mı kaldı, neredeyse akşam oldu. Annemin çıkışını fırsat bilen Özlem iyice sokuldu. -İyi ki çıktı kız. -Niye ki? -Sana anlatacaklarım var! -Merak ettim kız, neymiş…? Dalgın, iri gözlerini şöyle bir devirip sürdürdü Özlem. -Aşığım, âşık! On yedisinde cıvıl cıvıldı Özlem. Deli dolu derler ya, öyle… Fabrikanın dışında yaşamaya değer şeyleri anımsatan, değişik biri. Büyükler aşırı bulsalar da severdim onu. Ne yalan söyleyeyim, ”Keşke onun gibi olabilsem” dediğim çok olmuştu. Ama sokağa çıkar çıkmaz, o pısırık Zahide olur, çıkardım yine. -Bak, neler çeviriyormuş. Kim bu oğlan kız? -Yılmaz. -Hangi Yılmaz? -Hani şu yukarıda bir oğlan vardı ya, hep bakıp duruyordu bana. O işte. -Eh, nasıl oldu? -Önce göz göze geldik, sonra işi ilerletip buluştuk. Deli gibi âşık bana. Uzun boylu, kara gözlü, sıcacık… Ne etti, etti tavladı beni. Görsen bayılırsın kız! -Seni cingöz seni, kim kimi tavladı söyle bakalım? -İki gözüm aksın ki o tavladı… -Hadi hadi… -Ama ne olur kimseye deme, babamı bilirsin. -Ne korkuyon kız, şimdiye kadar neyini dedik ki? -Öyle ama gene de korkuyorum. Ablama baksana… Özlemin ablası, sağlık meslek lisesi mezunu, dünya güzeli bir kızdı. Hemşireliğinin ilk yılında, gönül verdiği oğlanın annesi kendisini istemeye kalkışınca kıyamet koptu. Deliye dönen babası: ”Ben kızımı, yolu, erknânı ayrı birine vermem! Keser, parça parça eder, bir çentiğini bile yedirmem size! Haydin bakalım, bizden size yâr olmaz” deyip, kapıyı göstermişti. O güzelim kız, günbegün erimiş, ruh hastası olmuştu. Sonra da bulaşıcı bir hastalığa yakalanmış gibi içeri tıkılmıştı. Sustuğumu gören Özlem, dayanamayıp sordu. -Ne oldu kız? -Yok bir şey, ablana takıldım da… -Onu her düşündüğümde ben de kahroluyorum ya ne yapayım? Ama onun gibi yapmayacağım ben, bohçamı aldığım gibi pırr. -Deli misin kız, öldürürler seni! -Ölüm haa, vız gelir bana. Ablam yaşıyor mu sanki… Özlemdi bu, ne yapacağı bilinmezdi. Şakası yok aşıktı. Hem de gerçeği göremeyecek kadar. Bir sabah mahalle, Özlem’in kaçtığı haberiyle çalkalandı durdu. Duvar diplerinde, kapı eşiklerinde hep o konuşuldu. ”Kız anam, dert tutasıca, gitmeye gidiyon, bari bizden biriyle git! Ne diye elin gâvuruylan kaçtın ki…” İş dönüşü anneme sormadan edemezdim. -Özlem’den ne haber? -Yok kızım, ne haberi… -Babası ne yapıyor? -Domuz ne yapacak, eve kapanmış, konuşmaz ki. Ne bilim, belki de akıllanmıştır. Aha bu ikincisi… Aradan bir yıl geçti. Ne gören, ne duyan… Olanı biteni unutmuş, eski hayatımızı dönmüştük ki, genç aşıkların döndüğü söylendi. Haber hızla yayıldı ve herkes onları konuşur oldu. Sevinçliydim, çünkü kazanmıştı Özlem. Hem de bizim adımıza. Artık sevdiğimizle olacak, zorla evliliğe meydan okuyacaktık. Bedenimizi ve yüreğimizi, sadece ve sadece sevdiklerimize sunabilecektik. Aşk kazanacak, nefret kaybedecekti. İçimden ,”Canım benim, görsem de sana şöyle bir sarılsam” demiştim. Arkasından babasının, ”El öpsünler de barışalım” dediği işitilince, Özlem’in her an, dudaklarından eksilmeyen bir gülücükle, bize hava atacağı anı kolluyordum. İşe gittiğim bir akşam, Özlem kocasına, ”Gidiyorum ama içimde bir korku var” demiş. ”Ne olur sen kal! Babamdır, bana acımasa da karnımdakine acır. Hele öfkesi dinsin, gerisi kolay…” Doğduğu, büyüdüğü ocağa dönmek, affedildiğini duymak, anne, baba ve kardeşlerine sarılmak duygusuyla bir güzel ağlamış Özlem. Ama yüreğini saran bir korku, boğazını sıkan bir hıçkırık, alır götürürmüş neşesini. Böyle düşüne düşüne evlerinin bulunduğu sokağa kadar gelmiş. İşte evleri… Pembe boyası, mavi kapıları hep aynı. Çıktığı merdiven, salındığı dut, saklambaç oynadığı kuytular hiç değişmemişti. Kurumaya bırakılmış, patlıcan ve biberler, eskisi gibi salınıp duruyorlardı balkonda. Hemen arkasından serpilip boy verdiği yıllara gitti. Nasıl da değişmişti babası. Gelişen bedenini, bir ayıbı saklar gibi nasıl da saklamıştı. Ne olmuştu, ne yapmıştı? Kız olarak doğmayı kendisi mi istemişti sanki? ”Keşke büyümesem de, babamın dizinde şeker yediğim, o sümüklü kız olarak kalsam” demişti. Arkadaşlarıyla dutun altında kısır yaptığı, nakış örüp kaset dinlediği günlere gitti. Göğsü yırtılırcasına soludu. Ya ablasına yapılanlar, yüreğinde sevgiye dair bir şey bırakmamıştı. Birden karnı tekmelendi. Bir mutluluk seli alıp götürdü endişesini. Kımıldayan yerini tuttu, öylesine bekledi. Annesinin, kardeşi Abuzer’e hamile olduğu günlere gitti. Nasıl da özlemişti keratayı. İçinden ılık bir şeyler aktı. İlk defa tadına vardığı analık duygusuyla mest oldu. Sıcak, serinliğe bıraktı yerini. Arabacı Hamo, arabasının üstünden ilgisiz bir bakış fırlattı kendisine. Sokağa, Pîrin Mağaraları’ndan yana bir keçi sürüsü aktı. Sürüden ekşi bir koku yayıldı. Burnu, kızarmış soğan kokusu aldı. Bir horoz, az ötede diklenip öttü. Daldı, çocukluğuna gitti. O pembe dehlizde sarhoş sarhoş yürüdü. Birkaç ev kalmıştı. Yüreği durur gibi olmuştu. Babası, sağda, sivikleri bitişik iki evin arasından çıktı. Durdu, gülümsedi. Belinden sıkıca bağlı bir şalvarla, beyaz bir mintan giymişti. Sonra Abuzer gözüktü. O da gülümsedi. Demek, affetmişlerdi kendisini. Koşmak istedi, aynı anda da vazgeçti. Bir şey gördü babasının elinde. Baktı, seçemedi. Yaklaşınca babasının kızgın yüzüyle buluştu. Korktu, korkunca da o şeyin bir tabanca olduğunu fark etti. Yapma der gibi elinin biriyle karnını, diğeriyle de yüzünü korumaya aldı. Karnında bir yanma oldu, gözleri karardı, sokak dönmeye başladı. Silaha, Davarcı Mamo’nun köpeği yanıt verdi. Sağlı sollu, birkaç evin perdeleri açılıp kapandı. Kara, cılız bir kedi miyav etti yanı başında. Bir sinek, burnundan açık gözlerine doğru harekete geçti. Abuzer, eline sıkıştırılan tabancayı aldı, ileri geri koşmaya başladı. Avazı çıktığı kadar bağırdı: -Namusumuzu temizledim, namusumuzu! Annesi, merdivende keskin bir çığlık attı. Bir namlu arkasını getirtmeden içeri kaçtı. Üç ay geçti. Akşam vardiyasına hazırlanıyordum. İçeri bir kadın atıldı, nefes nefese. Özlem’in annesi Fato’ydu bu. Neredeyse tanımıyordum. Aylar varki, ne yıkanmış, ne taranmıştı. Gözleri halka halka, saçları apaktı. Göğsünde yırtınma ve dövünme izleri… -Ne oldu, ne oldu? dedi annem. -Bir şey yok, dedi Fato. Koynundan buruşmuş bir kâğıt çıkardı. Salınıyor, habire dizine vuruyordu. ”Kaçtığı akşam bırakmış, oku ki, dert olmasın içime, oku ki, kaderi karam ne yazmış bileyim… ” Titreyen elindeki kâğıt, kim bilir, hangi korkularla kaleme alınmış bir durumu yansıtıyordu. ”Baba, Sakine’nin Yılmazla gittim. Affetmeyeceğini biliyorum… Bir taştım göle düştüm, bir çiçektim kurudum, bir camdım kırıldım, doğmadım, yaşamadım bil beni. Yalnız dokunma bize. Yalvarırım ablamın akıbetine uğratma bizi…” Hüngür hüngür ağladım. Bana öyle geldi ki, bir gölün dibinde, binlerce cesedin arasında, sessizce ağlıyordu Özlem. Küskün, kırgın: ”Alacağınız olsun!” diyordu bize. Fato Teyze, gözleri Ali Dağı’nda, Mahmut Ensari’nin Türbesine bakıyordu. Artık ne kızıyla ne de bizimle ilgiliydi. Bir gün Adıyaman’a uğrarsanız, terminalde, sokakta, mezarlıkta gördüğü her kıza sarılan, ak saçlı bir kadın görürseniz bilin ki o Fato Anadır. Sadaka vermeye kalkışmayın, bön bön yüzünüze bakar çünkü. Kaleme alan: Ali Rıza Aksın

Kategori: 

Bunları Okudunuz mu?

04/20/2024 - 16:37
03/31/2024 - 21:39
03/21/2024 - 04:53
01/14/2024 - 19:15

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Hapishane Dergisinin 51. Sayı...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Nisan-Mayıs-Haziran 2024 tarihli 51. sayısı...
TEK KİŞİLİK HÜCREDE YAZILAN BİR ÖYKÜ: DE...
               Mahallenin kimi çocukları ondan hem korkar hem de onunla uğraşmaktan vazgeçmezdi kargalar...
Duvarları delen çizgiler
Balıkesir Burhaniye yakınlarında yaşayan arkadaşlara davet. 10 Aralık'ta Insan hakları haftasında, Burhaniye Yerel Demokrasi ve Insan Hakları Gündemi...

Konuk Yazarlar

Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
  Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...
Utanmak/ Sıdo için/ Sevda KURAN
  Fakiri, zengini, orta hallisi, Alevi’si, Sünni’si, Ermeni'si, hacısı, hocası, orospusu, delisi ve de pavyon kabadayıları, sarhoşlarıyla...
Girit Leblebisi
  Ben vakitlice davranmış, gün batımını da izlemek için kahvelerin gürültüsünden uzakça bir bankı gözüme kestirip oturmuştum. Bir süre sonra,...