Gülçehre

Nejla Arslan kullanıcısının resmi
Sen kendini yitirdin mi hiç, kayboldun mu, yerle bağın koptu mu, yalnızlıktan öldün mü? Örneğin kalabalıklar içinde kendini nereye koyacağını şaşırdın mı? Nereye koysan, olmayacağını gördün mü? Ben bu soruların cevabını çocukken unuttum çocukken! Evet, artık soru sormuyor günü anlamlı kılıyorum…

Nereden başlasam da anlatsam! Hem çocukluğuma gitmek istemiyorum ki. Mutluydum çocukken. Ne biliyordum ki ne isteyecektim! Benim dünyam yüz haneli köyden ibaretti. İlçeye uzaklığı iki kilometre olan köyden yürüyerek gelip giderdik kızlı oğlanı okula.  Hep çemen dürümü olurdu çantalarımızda. Çanta dediysem bildiğin çantalardan değil, anamın ördüğü çuval çantalardan. Yağmur yağınca ıslanırdı içi, çoğu kez yufka ekmeğe sürülü çemen bulaşırdı defterime. Akıllıydım o zamanlar demek. Çantamın içine poşet diktim sonra.  Benim hayatım on dört yaşımda bitti, biliyor musunuz?  Şimdi düşünüyorum da kızım ve on beş yaşında hâlâ çocuğum. Büyümeden mi yaşlandım sence?

Bana bakınca bakımlı güzel bir yüz görüyorsun. İri, siyah gözler, iki tatlı gamze, kaşlara dayalı uzun kirpik, incecik bel, değil mi? Herkes dışımı görüyor.  Kendimi nasıl gördüğümü merak eden olmadı şimdiye kadar. Ben de kendimi herkes gibi görmeye başladım sonra.

Çocuktum, altı yaş falan işte. Kapının önüne kurulan ocakta süt pişiriyordu emmimin karısı. Nasıl koşup oynuyoruz çocuklarla. Hatçe yengem habire bağırıyor:

“Yaşamıyasıcalar ötede oynayın, toz konuyor.”

 Bizi kovalarken süt kazanına düştüm. Kaynar su süt kadar yakmazmış. Hani bastık sökersin ya bezden, öyle söktüler derimi. Kanlı irinler, açık yara kanar hep. “Allah bir kez yaktığı kulunu öte dünyada ikinciye yakmazmış,” diye teselli ediyorlar ya inandım ben de. Bir tarafım yanık benim.

Orta ikideyim. Anam, Hatçe yengemle sokakta saç başa girmişler. “Kızımı sen yaktın, götü yanık kızı kimse almaz bunu, oğluna alacaksın!”

 Toplanmış emmilerim:

“Alacak he.” diyorlar.

Ben çok güzel resim çizerim. Bak duvardaki tablolar benim çizimim. O yaşlarda da çiziyorum. Resim öğretmenim özel olarak ilgileniyor benimle. Anam okuldan aldı beni.

 “Nişanlı kız okumaz.” dedi.

Ağladım, sızladım senin bir değerin yok ki. Kapıyı kilitlediler üstüme. Bir fırsatını bulup İstanbul’a kaçacağım. Yok kimsem orada, görmemiştim ki daha önce. Köyden ilk çıkmışım olacak. Otobüs başka yere gitse oraya da gidecektim. Bir ailenin çocuğu gibi davrandım otobüsün içinde. Otobüs hareket etmeden buldu emmilerim. Oramı buramı morarttılar. Kilitler yine beni. Sonra baktım olmayacak, “Evleneceğim.” dedim.

Emmilerimin kızıyla yine oynayıp gülüşüyoruz. Bütün gün köyün sokaklarında “vızzık” arıyoruz. En iri vızzığı kim bulursa onu takdir ederdik. Hele iki içimden sonra atılan vızzık bulmuşsam sorma keyfimizi.  Ahırın arka duvarına gider sırayla birer nefes çeker tüttürürdük. O vızzıkların tadı damağımda hâlâ. İzmarit bulamadığımız günlerde buğday saplarına kuru ot tıkayarak içiyoruz kızlarla. Dumanı yutunca nefes alamıyor, bizi bir öksürük nöbeti tutuyor ve diğer kızlar gülmekten yıkılıyordu. Dağ taş bizim. Gezip duruyoruz. Evleneceğimi unutmuş durumdayım, yine mutluyum anlayacağın. Nişanlım geliyor yanıma, amcamın oğlu olduğunu söylemedim sanırım. “Ne istiyon ağbi?” diyorum. Gizli gizli yanarmış, ablama aşık, o beni değil ablamı görmeye geliyor. Bilmezdik. Ablam, ak kardelen gibi güzeller güzeli, bakınca gözleri kamaştıracak güzellikte genç kız. Her gün dünürcüsü geliyor.

Babam şair benim. Binlerce şiiri var. Halk şairi, şiirlerini türkü yaptılar. Ozanlar derneğinden çıkmaz. Üstünde eski ekose ceketiyle sabah gider ilçeye akşama döner, yok şiirden gayrı kaygısı. Yumuşak huylu bir adam, sesini yükseltmez. Yaz gelince inşaatlarda çalışırdı, mevsim dediğin üç ay buralarda. Sonra başlarsın yazın birikimini kışın yemeye. Tezek kokan odalarda altı yedi baş yaşarsın. Gecenin yarısında uyandırır babamın yatağından gelen garip sesler. Diğer kardeşler uyuyor rolü yapar. Kimi kalkıp dışarıdaki helaya gidemez altına kaçırır, yer şamarı anamdan sabahına.

Kışın şairliği coşardı babamın yokluk daha çok gösterince. Hep kadere bağladığı şiirlerle bulurdu yazı. Şairden baba olmuyor. Anam, beş dönüm taşlı tarlayı eker, biçer, değirmene götürür, inek ve tavuk besler, tavuk, cücük aç bırakmaz bizi. Mesela köyde önce anamın ıspanağı, maydanozu çimlenir. Bahardan ota hasret kaldığımız altı aylık kış günlerinden sonra kuzinede pişen ıspanaklı börekleri   kapışırdık.  Tadından yenmezdi anlayacağın. Anam tohumları güzden saçardı, kar kalkınca naylon çekerdi. Zor ay bahar, kışlıkları tükenir, inek hamile sütten kesilir, yufkayı alan maydanozun başına dikilir. Maydanoz nasıl kokar bilsen, şimdikiler kokusuz, anam güvercin gübresi atardı. “Bekleyerek yanmış olacak gübre, ölçüyü bileceksin yakar fazlası.” derdi. Anamın sözü geçerdi evde. Babam ne işine yarardı anamın anlamış değilim. Çok hürmet ederdi. Ellaniyi getirir ibrikle sıcak su dökerdi babamın eline. Akşam ozanlar derneğinden gelince -lastik ayakkabısı eskiydi babamın- ayak parmaklarını ovalayarak sabunla yıkardı anam. Hem de kokulu sabunla. O sabunu anam, babama saklardı için ılık ılık olurdu kokusunu duyunca. Babam kokulu sabun gibi gezerdi. Biz güzel kokuyu güller, nergisler açınca koklayabilirdik. Burun deyip geçme güzel koku aşka hasret kalmak gibidir.

Babama güveniyordum. “Yanımda olur, vermez beni abime.” diyordum. Yanılmışım. “Yanıksın seni kimse almaz, mecbursun.” dedi. Babam da morarttı beni. Şairliği nerede kaldı? Bir oğlan vardı okuldan. Hiç konuşmadan bakardı, defterimin arasına sümbül koyarken görmüştüm önceki bahar. Belki o bile gelir kurtarır beni diye bekledim.

On dört yaşımda içinde kaybolduğum gelinliği giydim. Köyün çimlerinin üstünde gelin alıcıların attıkları kurşunlar eşliğinde ilçeye gelin oldum. İşte orada bitti benim hikayem anlıyor musun?

Sahipsiz olmak neymiş o gün anladım. Seni gökten atmışlar da yerde biten bir otsun. Kime güveneceksin, kime dayanacaksın? Allah’ıma dualar ediyorum. “Meleklerini gönder al canımı,” diye.  İte atılan kemikten değersizim. Kocam namaz kılıyor, şükür namazı. Boncuk boncuk terliyorum. Haççe ablam, görümcelerim bekliyor evde. Kaçamıyorum. Ah Allah’ım kurtar beni, kaçsam ya da al canımı, al canımı. Küçücüğüm, çelimsiz!

“Soyun Fatma,” dedi kocam. -Ablamın adıyla hitap ediyor bana- “Abi, sen benim abimsin.” diyorum. İki tokat atıyor bana. Gelinliğimi parçaladı. Kaç saat uğraştı, kaç kez kustum, dişlerimi sıkmaktan ağzıma kan doldu. Kapıda bekleyenler gitti. Banyoya kaçtım. Kapıyı bir vuruşta açtı. Saçlarımdan tuttu odaya attı beni. Sabah ezanı bu kadar mı geç okunurmuş? Sabahlar dururmuş, o gün öğrendim zaman dururmuş. Ağlamıyorum artık. Boy abdesti alıyorum, sonra abim sabah namazı kıldı. Ölsem, ölmüyorum. Ben kadın oldum, “Ben senin kocanım, abin değil.” dedi. Boğazım kurudu, karma çay demledim. Çok güzel oluyor böyle yağmurun sesini dinleyelim mi biraz. İstersen yağmuru seyredelim biraz. Şu karşıdaki tepeyi görüyor musun? Nasıl yeşermiş. Bahar gelince okuldan kaçar, kızlı erkekli tepenin zirvesine çıkar, kuşbakışı izlerdik her yeri. Yeşilden bir şey görünmezdi. Cennetim olan bu ilçe cehennemim oldu sonra. Pencereyi açma boşuna İngiliz çimi ektiler çevre düzenlemesi olarak. Toprak kokusu gelmiyor artık. Çimler de sahtekâr artık.

Sabahına kalktım. Topuklarıma kadar inen saçlarımı kökünden kestim. Eğri büğrü oldu ama olsun rahatladım. Haydi ama hep not alıyorsun. Çayını soğutma.

Baktım dizlerim titriyor, suya kan karışıyor banyoda. Rahmim olduğunu da bilmiyorum, bana kimse bir şey anlatmadı ki. Bir hafta boyunca o ince kan aktı bacaklarımda.  Yattım üç gün hem de hiç kalkmadan. Dördüncü günü kalktım kahvaltı hazırladım. Öğleye, akşama da. Bir hafta dokunmadı bana ne yaptığını biliyormuş demek. Bir ay evden çıkmadı, çarşıya bile çıkmadı. Camdan bakıyorum kafeste bülbül misali. Okul arkadaşlarım geçiyor kapımın önünden. Yan duvarda diğer amcamın evi. Duvara vuruyorum kuzenlerim gelsin diye. Nasıl içim gidiyor nasıl. Çıkıp oynamak istiyorum, arkadaşlarım istop oynuyor. Seslerini dinliyorum. Bakıyorum, bakıyorum camdan.

Bir ay sonra okul arkadaşlarım, kuzenlerim gelmeye başladı. Hiç akşam olmasın istiyorum. Kocam gündüz tek kelime konuşmuyor benimle, geceleri işkence, ablamın adını sayıklıyor benimle. Bir ay bahçeli evin ve ablamın hayalinin tutsağı oldum. Kabul ettim bu benim kaderimdi...

Bir ay kahvaltıyla geçti, yemek yapmasını bilmiyorum. Küçücük ve zayıfım. Görümcem geldi, hasta bir çocuk gibi sarıldım boynuna. Gözlerimin içi bile sararmış. Ağladım, yalvardım. “Abla beni kurtar!” diye. Ablam anladı, köye götürdü beni. Kardeşine “Hayvan.” dedi. Besledi beni; ballar, börekler, ceviz ve sucuklarla. Etlendim.  Ne güzel uyuyorum. On beş gün sonra geldi beni almaya. Bıraktığımız günlere döndük.   Üç ay geçti. Adam işe gitmiyor, keyif yapıyor kendince. Başım dönüyor, bulantım var. Annemle kocam doktora götürdü beni. Hamileyim, kocam çocuğu istemiyor.

 “Bu kendine bakamıyor çocuğa nasıl bakacak aldıralım.” diyor. Tekrar kürtaj için doktora götürdüler beni.  Doktor anneme döndü. “Kocanız dışarda beklesin buyurun hanımefendi.” dedi.  

Annem:

“Hamile olan kızım.” dedi.

Doktor inanamadı, kocama baktı. Muayene sonucu kocaman yüzüne tükürdü.

 “Bu çocuğun rahmi gelişmemiş, çocuğu alırsak bir daha anne olamaz.” dedi.

Doktora yalvararak öyle bir baktım ki anladı. Söz hakkım yok, konuşamıyorum.

 “Ha bir de doğuma kadar ilişki yasak.” dedi doktor.

Öyle mutluyum ki... Kocam çalışmaya başka şehre gitti. Hamileyim diye doldurdu dolabı. Her ay maaşı bana geliyor. Paraya dolar, mark, altın alıyorum. Kuzenlerim geliyor, ben gidiyorum. Kollarım, boynum altın dolu. Süsleniyorum, taze gelinim. Sürmeler çekip allıklar sürüyorum, renkli şallarla başımı kapatıyorum acemice. Kocamın yatırdığı paraların üstüne altınları bozdurup iki göz topraktan yapılmış ev aldım. Kiradan kurtuldum. Evim dolup boşaltıyor, yiyip içip gülüyoruz emmi kızlarıyla. Kocam yok, çok mutluyum.  Geliyor sonra. Kocam hayaller kuruyor.

 “Kızım olsun gözleri teyzesine benzesin.”

Ben oğlum olsun istiyorum. Gözleri teyzeye benzeyen kız istemiyorum. Anlıyorum kocamı ablamı unutamıyor. Dualar ediyorum.

“Allah’ım kızım olmasın gözleri ablama benzemesin.”  

Ve kocam yokken oğlum oldu, gözleri bana benzeyen. Ertesinde geldi. Konuşmadı benimle. Görümceler, emmilerim çok rahatsız benden. Kocamın parasına ev aldım diye. Onlara bakarmış kocam. “Kardeş senin paranı har vurup harman savuruyor.” diyorlar. Artık para gelmiyor bana. Evde yiyecek yok. “Babamlara köye git.” diyor kocam. Gidiyorum. Onların gönlü olmuyor. Eve geliyorum, aç kalıyorum. Oğlum büyüyor, bir köy, bir ev. Günlerce aç oturuyorum evde. Kuzenlerim yemek getiriyor, dayanamıyorum açlığa. Bindim otobüse, İstanbul’dayım artık. Emirgan’dayım. Boğaz, martılar, gemiler. Denizi ilk görüşüm. Bizim oralarda ırmaklar var. Bazı yerleri coşkun akar, baharda eriyen kar sularıyla coşar. Ağacı kökünden söker götürür. İçine girsen seni de alır götürür. O ağaçları, kütükleri, düz ovaya hediye gibi atıverir nehir. Al sana odun. Alabalık sevdasına kimleri alıp götürdü nehir. Sonra bir kenara atıverir ölüyü geri verir sana. Deniz öyle mi?   Boğulmuş olanı sana geri verir mi? İyotmuş! Duyduğum koku. Bizim oralarda güvercin olur dam üstünde geçirir sevgi görmeyen oğlan çocukları, aşıktır onlar güvercinlere. Kaçıştır aslında tutkuları. Sevgiye kaçış. Horlanırlar hatta. Bütün gün kuş peşinde gezenlere kız bile vermezler. Burada martılar var. Güzel ötmüyorlar bana kalırsa. Bizim kel horoz bile şarkı söyler gibi öterdi. Ne varmış bu denizde? Kenarında oturup bakıyorlar. Bizim oralar öyle mi ya! Çıkarsın bir tepe başına boyuna gelmiştir buğdaylar. Uçsuz bucaksız yeşil buğdaylar. Rüzgâr esti mi bir o yana, bir bu yana sallanırlar. Yeşilin denizi bizimkisi. Yeşil yeşil kokar, hayattır, umuttur, berekettir. Ben memleketimin dikenini bile buradaki kokmayan güllere tercih ederim. Sarı, mor, gri dikenler nazlı ve dirençli... Çıkaramazsın kökünden. Herkes nereye koşuyor böyle? Asık suratlar, robot gibiler. Sevmedim burayı, korkutuyor. Annem geçen yıldan taşındı buraya, teyzeme yakın oturuyor. Tarihi eski bina, çivi bile çakamazsın yasakmış. İki odası var, evdeki eşyalar zengin evlerinden verilmiş. Her biri ayrı renk. Annemle teyzem her gün bir eve temizliğe gidiyor. Elleri dolu geliyorlar, her şeyin eskisi var; bot, elbise... Ben bunları giymem ki. Açık saçık, büyük hem bana. “Çalışmadan olmaz.” dedi annem. Ertesi gün işe başlayacağım öğretim görevlisiymiş karı koca. Annemle teyzem konuşurken duydum. Haberler tez gelmiş. “Ne yapayım bu kızı, kadın dediğin etli butlu olur, bir yanı da yanık, yemek yapmasını bilmiyor.” demiş.

Kocam bana sahip olurken yerden yere çalıp dövüyordu. Of demedim. Yüzümü astım ondan mı? Bütün kocalar böyle mi sever bilmiyorum ki... Kaç kez pişirdiğim yemeği başımdan aktardı. “Öğrenirim,” demedim mi? Dedim. Annem beni mi suçluyor anlamadım ki! Oğluma babam bakacak... Burada şairler derneği yok mu? Koca İstanbul hem. Sabah erkenden çıktık annemle. Çok güzel evin bahçesi. Üç katlı evin içinden üst katlara çıkılıyor. “Villa.” dedi annem. Hiç böyle ev görmedim. Orta yaşlı güzel bir kadın karşıladı beni. Bize eşyaya bakar gibi baktı. Sabah yedi akşam yedi yaşlı annesine bakacakmışım. Annem işe gitti. Çekinerek bakıyorum. Gözlerim yerde.

“Adın ne?” dedi. “Gülçehre.” dedim. İlk kez biri bana “Kızım Gülçehre üç katı temizleyecek, anneme bakacaksın.” dedi. İlk kez biri bana yanık yerine “Gülçehre.” dedi. Düşünebiliyor musun? Öyle hoşuma gitti ki. O duyguyla sevinerek temizledim üç katı.  Yaşlı teyzenin yemeğini hazırladım. Bu zenginlikle zeytinyağlı yemekler mi yenirmiş. Tadını bilmediğim, adını duymadığım çorba ve meyve var dolapta. İlk kez muz yedim. Dışı ne kadar güzel yiyesi geliyor insanın. Öyle ısırılır sandım, gülümsedi yaşlı kadın. Ben de utandım. Ne iyi saçımı okşadı. Kızı gibi değil. Alışıyorum eve. Koşarak geliyorum artık. Annemde yemek yemiyorum karnımı doyuruyorum burada. Haftalığımı annemin avucuna sayıyorum. Babam, oğluma bakıyor ya. Yaşlı teyze muz veriyor bana oğlum yesin diye. Kilo aldım. Denize, üçüncü katı temizlerken geçen gemilere bakıyorum. Karşımda boğaz. O gemiye binsem de oğlumla benim yaşımdaki annelerin hepsini bir adaya götürse bebeklerimizle. Ayaklarımız kumların içinde gezse sonra dalga vursa. Unuttum söylemeyi. Gemiye bindik, adaya götürdü beni evin hanımı. Acıyor bana sanırım. Hele kocası iyi adam. Zeytinyağlı yemekleri yapmasını öğretti bana. “Dışardan okulu bitir.” dedi bana. Çok heyecanlıyım. İngilizce konuşuyor. Her gün yeni kelime öğreniyorum. Bugün çok mutluyum dışardan okulu bitireceğim. Yaşlı teyze muz verdi yine. Babamın yüzü garipti. Haftalığımı uzattım anneme. Muzu çıkardım oğluma yedirmek için. Annem, “Kocan geldi oğlunu götürdü.” dedi. Kaldım öyle. “Elin dölüne biz bakacak değiliz ya.” dedi. Ağladım sustum sonra. Günler geçiyor. Annem eski bir telefon uzattı. “Al bunu oğlunun sesini duyarsın.” dedi. Telefonum çalıyor, oğlumu ağlatıp sesini dinletiyorlar. Dayanamıyorum, gideceğim. Beni karşılarına aldı çalıştığım aile. “Henüz çok küçüksün. Seni okuturuz, burada kalırsın annende kalmak zorunda değilsin, çocuğun büyüyünce bulur seni gitme.”

Annem kolumdan tuttuğu gibi otobüse bindirdi… Döndüm. Adım yine yanık. Ah keşke burada biri bana “Gülçehre.” dese...

 “Hatırlıyor musun sana iki çocukla geldiğim günü? Kimse beni almamıştı evine. O kadar şefkatle bakıyordun ki her ayakkabı almaya gelişimde. Bir tek sendin benim içimi gören. Boşanacağımı duyan kapısını niye kapattı sence? Haydi ama çayını iç sevgili dostum. Senin Gülçehre deyişine kurbanım. “

Kategori: 

Bunları Okudunuz mu?

04/20/2024 - 16:37
03/31/2024 - 21:39
03/21/2024 - 04:53
01/14/2024 - 19:15

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Hapishane Dergisinin 51. Sayı...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Nisan-Mayıs-Haziran 2024 tarihli 51. sayısı...
TEK KİŞİLİK HÜCREDE YAZILAN BİR ÖYKÜ: DE...
               Mahallenin kimi çocukları ondan hem korkar hem de onunla uğraşmaktan vazgeçmezdi kargalar...
Duvarları delen çizgiler
Balıkesir Burhaniye yakınlarında yaşayan arkadaşlara davet. 10 Aralık'ta Insan hakları haftasında, Burhaniye Yerel Demokrasi ve Insan Hakları Gündemi...

Konuk Yazarlar

"BİZ BAŞKA TÜRLÜ SEVERDİK BİRBİRİMİ...
Derken, Galata Yokuşu'nun oralarda, yeni kurulmuş bir ajansta iş buldum. Burada getir götür işlerine bakacak ve Tünel'den başlayıp, Levent'e...
Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
  Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...
Utanmak/ Sıdo için/ Sevda KURAN
  Fakiri, zengini, orta hallisi, Alevi’si, Sünni’si, Ermeni'si, hacısı, hocası, orospusu, delisi ve de pavyon kabadayıları, sarhoşlarıyla...