Hasret nemlenmiş, nem duvara işlemişti.

Fetih Koç kullanıcısının resmi
Akşam güneşinin batışı ile ancak aşağı Zımêq'e varabildiler. İçlerinde narin bir kadın vardı, hüzünlü ve edalı yürüyüşü ile herkesin dikkatini üzerine çekti. Kendisi her ne kadar tanıdık olsa da biraz yabancı, biraz da farklıydı... Bu farklılıkları her yönüyle belli oluyordu.

 Her ne kadar farklı olsa da Zımêqlilerin sıcak duygularıyla karşılandı. Sessiz kalmayı tercih ediyordu. Ona yönelen bakışlarda bir iz arıyordu. İçini nehir edip onu bu köye getiren o nehrin izi... ‘Hangi gözlere değer gözlerin, hangi bakışlar üşüşür de unutur yüreğimi?’ dedi içinden. Tüm çabalara rağmen oturmadı. Onu tanıyan Funda ve Yazgül onunla ilgilendi ve onu alıp Quma Çiçe'nin evine götürmeye yöneldiler. Reddetmeden onlarla birlikte köy ortasında ayrılarak eve doğru gitmeye başladılar. Yürürken aniden Funda ve Yazgül'e dönerek: “Onun evi nerde, o hangi evde büyüdü?” diye sordu... İkisi de şaşkın bir bakışla cevap verdi: “Kim, o kim, kimi soruyorsun!”  Ama o ses çıkarmadı. Sadece onlara baktı ve kafasını salladı. Eve gittiler.

Qume onları evin önünde karşıladı. “Funda na çenekı kama?” (Bu kız kim) dedi. Funda'dan önce Yazgül cevap verdi. “Bu bizim okul arkadaşımız. Elâzığ’dan. Birilerini arıyor ama ismini söylemiyor. ‘Sadece ondan unutamadığım kokusuyla bir iz arıyorum.’ diyor. Qume hiç tereddüde düşmeden “Ma bu kesin Sure'nin çocuklarından birini arıyor. Bu köye gelen böyle tuhaf ve ilginç tipler hep onları sorarlar. Onlardan biri daha birkaç yıl önce cezaevinden çıktı, gitsin ona Sure’nin hangi çocuğunu arıyorsa sorsun.” dedi ve kızları Sure'nin oğlu Hüseyin'e yönlendirdi.  

 Karanlık çökmüştü Zımêq'de. Hüseyin'in evine vardılar, Hüseyin evin önünde oturmuş, çay içiyordu. Hüseyin'in iki afacan kızı da evcilik oynuyordu kapının önünde. Hüseyin'le merhabalaştılar. Hüseyin buyur etti onları. “Gelin oturalım, birlikte çay içelim.” dedi. Hüseyin gelen misafirlere kürsü verdi, Sevim çay doldurdu. Çaylar içilirken inceden mizahi bir de sohbet karıştı çayların kokusuna. 

 Hüseyin “Xece senin ilk defa bizim köye ve bizim eve geldiğini görüyorum.” diyerek Xece’ye baktı. Xece cevap vermeden, Funda cevapladı Hüseyin'in sorusunu. “Evet ilk defa geliyor Aşağı Zımêq'e. Gelişi de öyle sıradan bir geliş değil. Bir iz ve bir koku arıyor kendisi. Qume bizi buraya, sana gönderdi, ‘Hüseyin bilir,’ dedi, biz de aldık sana geldik.”

 Xece, Hüseyin'e baktı, gözleri buharlaştı, boğazı düğümlendi, göğsü daraldı ve konuşmaktan zorlanıyordu. Gerçi konuşmak da istemiyordu. Konuşmadan onun izlerinin ve kokusunun gölgesinde yaşamak istiyordu. Duyguları öyle yönlendirmişti Xece’yi. Sessizlik çöktü karanlığın içindeki aydınlık yüzlere. Hüseyin az da olsa tahmin etti içinden. ‘Bu olsa olsa bizim o şeytan, sosyal-lümpen Çolağ olur!’ “Bizde aşkı en anlamlı kılan ve derin yaşayan, aşka âşık olmak gerekli diyen ve yaşatan serüvencimiz, maceracımız o Çolağ’tır, başka da kimse olamaz!” dedi kendi kendine. Çay içerken Xece de olağan bir duygu anaforuna kapıldı evin önünde. Onu oraya çeken bir duygu geldi, ayak ve ellerini bağladı sanki. Yüreği ona “İşte burada başladı onun yaşam macerası.” diyordu. İçi kıpır kıpırdı, bir serçe gibi titriyordu yüreği. “Burada kalacağım, hiçbir yere gitmem. Burada, yıldızların altında yatar ve bu kapıdan onun hangi yıldız tuttuğunu bulmaya çalışacağım.” 

 Funda ve Yazgül “Artık kalkalım geç oldu, gidip yatalım.” diye Xece’yi uyardılar. Xece hiç oralı olmadı. Gitmeye de hiç niyeti yoktu. Hüseyin duruma müdahale etti. “Siz gidin, Xece bizden biri artık, o burada kalacak. Burası da onun evi.” diyerek Funda ve Yazgül'e “Yarın sabah gelin kahvaltı yaparız birlikte.” dedi. Hüseyin'den bunu duyan Xece nerdeyse düşüp bayılacaktı. Biri dokunsa hemencecik orada duyguları iki pınar olup gözlerinden akacaktı. Hiç ses çıkarmadı, sessiz kalmaya devam etti.

Geceye yayılan çay kokusunda artık evin üyeleri kalmıştılar. Hüseyin ve Sevim merakla Xece'nin tavır ve davranışlarını izliyorlardı. Sevim “artık geç oldu bizde yatalım, Xece hadi gel içeriye sana yatak sereyim ve sende güzel bir uyu ve dinlen” dedi. Xece en çok da bunu istiyordu. Evin içerisinde olmayı…

Geldiğinden beri onu evin içine çeken bir tılsım gelip kalbin üzerine oturmuştu. Kalktı yerinden, kapıya dokunduğunda, onun kokusunun hissi sarıp sarmaladı. Yürümekte zorlandı. Elleriyle kapıyı okşadı. İçinden ‘Kim bilir o bu kapıdan kaç kere girip çıkmıştır!’ diye iç geçirdi. Kapıdan içeri girdi, duvarları elleriyle inceden okşayarak ilerledi. Sonra evin ortasında yere oturdu. Aradığı iz ve koku artık onun içindeydi. Ruhunun tılsımını emanet ettiği yerdeydi.

Gözleriyle her tarafı taradı. Baktığı her yerde onu gördü. Çok mutluydu. Gülümsedi, ardında da gözleri damlacıklarla yanaklarında akıp yaşanan bu duygu ışığına su olup karıştı. Hüseyin ve Sevim de bu hissin mutluluğuna duygulanarak, onlar da boğuk boğuk olup gözleri buharlaştı. Xece eğildi evin ortasını öptü. İçinde inceden bir ezgi söylemeye başladı. Hüseyin ve Sevim'de Xece'nin yanında yere oturdular, ezgisine ortak oldular. Sonra Hüseyin, evin ve ailesinin kısa ve öz hikayesini anlatı. Xece hiç kıpırdamadan pür dikkat hikâyeyi dinledi. 

Sonra, Xece “Bana Çolağ’ı anlat.” dedi Hüseyin'e. Hüseyin, “Tamam ama yarın sana uzun uzun anlatırım, şimdi yatalım ve sen dinlen iyice.” dedi. Ve Xece'ye “Sen Çolağ’ı ne zaman tanıdın, nerden biliyorsun, o yıllardır yok bu diyarlarda?” diye sordu. Xece önce bir sigara yaktı ve gözlerini yatan iki afacan güzel kıza dikti ve anlatmaya başladı: 

 “Yıllar önceydi, çocuktum, bir gün sanki rüzgârla birlikte geldi. Gözleri gözlerime değmişti. Gülümsemeleri yüreğime akıp gidiyordu. O tebessüm yüzü ve içten sohbeti, bir de ellerime dokunuşunu beni benden alıp gitmişti. Ona olan aşkımı rüyalarımda yaşattım, büyüttüm. Oysa asırlarca, hani yıldızların yorgunluktan uykuya daldığı ay ışığının bile gözlerini kapattığı ılık meltemlerin esmekten yorulduğu bir günün sabahında âşık oldum ona... Bizde kalmıştı, uyumuştu, sabah kalktığımda evin önündeki çardağımızda oturuyordu. Orada da elimi tutup saçlarıma bir çiçek taktı. Onu; orada çardaktan üzüm salkımın içinde öpmek istedim... Son nefesim olsun ki onca kahırlı geceden çıkıp da bir dem mavinin alacasında tek o var ya; denizin dibine vurup sarhoş olsam hatta hiç ayılmasam ay tepeden gelir mi dersin; en çok o ışık, gözlerimde en çok o var hâlâ…Çardakta bana baktığı o çocuk gözlerdeki ışık...” dedi, derinden bir nefes çekti ve sustu. Suskunluk evin ortasına hâkim oldu. Dakikalarca suskunluk kendini korudu. Gözlerden akan pınarlarda suskunluğa ortak olmuş sessizce yanaklardan akıp gidiyorlardı.

Hüseyin kalktı. Xece'nin elinden tuttu, onu ayağa kaldırdı. “Tamam dedi sen gel Çolağ'ın en sevdiği köşede yat. Yarın söz sana onun gizemli dünyasının neresi olduğunu gösteririm, gider orda onunla konuşursun.” dedi ve Xece'ye Çolağ’ın köşesine yatması için yer gösterdi. Xece; Çolağ’ın dünyasına girmişti. Özlem dolu yılların tortusu çatlamaya başlamıştı. Kendini hiç bu kadar mutlu görmemişti. Çolağ’ın iz ve kokusu tenin nemlendirmiş, kuru günleri ıslanmaya başlamıştı. Xece üzerindeki bütün elbiselerini çıkardı, çırılçıplak Çolağ’ın yatağına uzandı. Binbir hayalle Çolağ’ı yaşamaya başladı. Yazın en kavurucu sıcağında onsuz yüreği üşüyordu. Xece sevdalıydı. Onu istiyordu hayatında. Onsuz yüreği hiç ısınmayacaktı. Yastığına sarıldı ve konuştu onu oraya çeken iz ve kokuya.

“Yokluğun buz gibi soğuk.” dedi ve devam etti. “Uzaklardan bir ses olmanı isterdim, bir selam, bir nefes... 'Üşüme' diye seslenmeni isterdim... Şu an yanımda olup 'özledim' deyip sarılmanı... En karanlık yerinde düşlerimin çıkıp gelmeni isterdim, kınalı bir bahar gibi, umut ışığı olmanı isterdim hayatıma... Gelseydin ve yaslasaydım başımı omuzuna, ağlasaydım doya doya... Geçerdi üşümesi yüreğimin, geçerdi üşümesi bilirim. Kirpiklerimde yağmurlar dumanlanmazdı...

Seninle suları yeşil bir ırmağın kıyısında buluşmak, saçlarının kokusundan öpmek, içime çekmek ve serin soluğundan içmek, sana sarılmak, kucaklamak, gözlerin bakışlarında, gözlerin içinde, gözlerin renginde boğulmak isterdim…” Çolağ’ın kokusuna sarıldı ve derin bir uykuya daldı.

Şafak sökmüş, sabah güneşi kert ufkundan kendini belirtmeye başlamıştı. Zımêq çocuklarla cıvıl cıvıldı. Sıcak havanın verdiği rehavetle olsa gerek gözlerine hâkim olamıyordu Xece. Boynunun üzerinde bir o tarafa bir bu tarafa yaprak gibi sallanan başın sahibi o değildi sanki... Üstünde sanki bin yıldır çıkarmadığı eski kıyafetler var, ayakları çıplaktı. Çıplak ayakla taşlara basa basa öylece Zımêq'ın ortasına gitti, oynayan çocukların seyrine daldı.  Taşlar sanki ayaklarıyla kardeş gibi, canı acımıyor, ses çıkarmıyor, ya da alışmış böylesi bir acıya... Ayaklarının acısı bir yana, sanki yüreğinde bir yumruk gibi oturup kalan acılar var. Kimseyle konuşmadı. “O da çocukluğunda burada oyun oynamıştır.” diyerek oynayan çocuklar da onu görmeye başladı.

Yıllardır kimseyle fazla konuşmuyordu. Sessiz kalmayı hep ilke yaptı kendine. Nedense kirlenen dünyada temiz duyguyu bulmak ne kadar da zordu. Xece bundan dolayı daha çok kendi sevdasının sessizliğine kendini gömerken, sadece çocuklarda ancak hilesiz bir dünya olacağına anlam veriyordu. Bundan dolayı büyüklerden çekiniyordu. Çekinirdi, çünkü onun yüreği uzaklara bakardı... kimse bunu bilmezdi. Onun; ona göre bu oynayan çocuklar sadece anlayacağına kanat getirmişti... yüreğinin sevdasında bu çocuklar kadar paktı... hilesizdi... bugün bunu anlamak zor olacak diyordu. Zor olduğu gibi, anlatmak da çok daha zordur. Bundan dolayı sessiz ve uzak kalmayı kendi tercihiydi... çocukları ve doğa seslerini dinlemek belki onun için daha da anlamlıydı...

Zımêq'ın ortasında Çolağ’ın çocukluğuna dalan Xece, Hüseyin'in yanına gelip oturduğunu hiç fark etmedi. Hüseyin “Erken kalkmışsın Xece.” deyince ancak fark etti. Sessiz ve derinden Hüseyin'e bakarak: “Bana onu anlat.” dedi.

Hüseyin nasıl anlatacağını, nerden başlayacağını bilemiyordu. Biraz sessiz kaldı. Düşündü, içine derinden bir acı geldi yüreğine sapladı. İçinden kardeşi Çolağ‘a sevgi dolu küfürler salladı. Ayağa kalktı. Xece'ye baktı ve başladı anlatmaya:

 “Köyün altında bir diyar var, oraya git. Onu orda bulursun. O, orayı mesken tutmuştu. O diyarı yâr eyledi, jar eyledi, gecesine gündüz eyledi, kendini orda buldu, orda yarattı. O orda Koe Sûr'a baktı, Weroc'a , Barık'a baktı. O diyarda yıldızları kendine yorgan eyledi, ay ışığında kendini yıkadı, sevdasını aradı. Ceviz ağaçlarından düşen yaprakları öper, bağrına basar, ağlardı. Avuçlarından kelebeklere su verir, ağlardı. Git o diyara, KEMERE GANGE git onu orda bulursun. O yıllar aşkını oraya gömdü, oraya sakladı, orayı aşkın diyarı yaptı (tume asq), sonra ağlayarak çıktı gitti. Git, o mutlaka gelecek, o oradadır. Ruhu, yüreği, sevdası ve her şeyiyle oradadır. O sincaplarla akrabadır. Onlarla her gün ceviz yerdi ve sincapların dansına kendini kaptırır, kendinden göçerdi. Bu Zımêq'de gördüğün her sincap da onun kokusu ve sırrı vardır. Git onun gizemli dünyası o diyardaki kayalıklarda saklıdır, her taş onunla yoldaştır. O diyarın çiçekleri de onun gibi Çolağ'tır.” dedi ve yanaklarına düşen nar tanesi damlacıklarla birlikte olduğu yere çöktü.

Xece, hiç ses çıkarmadan, cevap vermeden diyarın yoluna kendini bıraktı. Diyara vardı. Diyarın en tepesine çıktı, kollarını bir kartal gibi her iki yana açtı ve haykırdı Barık Dağı'na: “Seni seviyorum Çolaaaağğğ!”

 Sesi Barık Dağı'na çarptı tüm Zımêq'e yayıldı. 

Kategori: 

Bunları Okudunuz mu?

04/20/2024 - 16:37
03/31/2024 - 21:39
03/21/2024 - 04:53
01/14/2024 - 19:15

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Hapishane Dergisinin 51. Sayı...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Nisan-Mayıs-Haziran 2024 tarihli 51. sayısı...
TEK KİŞİLİK HÜCREDE YAZILAN BİR ÖYKÜ: DE...
               Mahallenin kimi çocukları ondan hem korkar hem de onunla uğraşmaktan vazgeçmezdi kargalar...
Duvarları delen çizgiler
Balıkesir Burhaniye yakınlarında yaşayan arkadaşlara davet. 10 Aralık'ta Insan hakları haftasında, Burhaniye Yerel Demokrasi ve Insan Hakları Gündemi...

Konuk Yazarlar

"BİZ BAŞKA TÜRLÜ SEVERDİK BİRBİRİMİ...
Derken, Galata Yokuşu'nun oralarda, yeni kurulmuş bir ajansta iş buldum. Burada getir götür işlerine bakacak ve Tünel'den başlayıp, Levent'e...
Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
  Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...
Utanmak/ Sıdo için/ Sevda KURAN
  Fakiri, zengini, orta hallisi, Alevi’si, Sünni’si, Ermeni'si, hacısı, hocası, orospusu, delisi ve de pavyon kabadayıları, sarhoşlarıyla...