Zehra ile İbrahim, Mandalina Kolonyası ve Iasos

Edebiyat Bahcesi kullanıcısının resmi
Milas'a 45 dakikalık mesafede geçim kaynağı zeytin ve balıkçılık olan bir antik kent Iasos…

Öyle eski ki balığa sevdaları, tarihin ilk balık pazarına sahipler... Kadın erkek, yaz kış balıkçılık yapıyorlar. Zeytin zamanı zeytin işleyip satıyorlar, kıraç topraklarına inat. Deniz gibi mutlu, neşeli, zeytin gibi asil, zora boyun eğmeyen…
Bir kız yaşıyor oralarda. Adı Zehra. Annesi ve babası ile…  O küçükken üçü çıkıyorlar balığa, ama sonraları annesi hastalanıp yürüyemez olunca baba kıza kalıyor işler. 19 yaşında Zehra. İsteyeni olmaz mı? Çok.  Güzel mi güzel. Deniz rengi gözleri, siyah zeytin misali saçları var. Gülünce tüm tekne gülüyor, hatta tüm Ege.  Bazen sabah erken, bazen akşamüstü çıkıyorlar balığa. Tuttuklarını satarak geçiniyorlar.  Çipura en özel balığı Iasos’un. Tadı benzemiyor diğer çipuralara. Güllük ve Iasos’daki restoranlara veriyorlar tuttukları balıkları. Çok olmuyor ama olursa nadiren babası Milas'a götürüp satıyor. Gelirken de zeytin çiçeği kolonyası alıyor. Önceleri sadece annesine alıyordu, şimdilerde bir tane annesine, bir tane de Zehra ya. “Eee sen de büyüdün deniz gözlüm.” diyor babası ilk seferinde kolonyasını verirken.  “Güzel kok…” Sadece zeytin zamanı balık kokmuyorlar…
Arkadaşı var mıydı, olmaz mı, ama vakti yoktu Zehra’nın...
Bir de İbrahim var; Zehra’ya farklı gelen İbrahim. Restoran işletiyordu ailesi köy de, ama o Zehra gibi balığa çıkıyordu. Hatta kızıyordu ailesi ona.  “O balıkta, biz başka adam çalıştırıyoruz restoranda.” Diyorlardı, ama o asla denizden vazgeçemiyordu. Zaman zaman denizde karşılaşıyorlardı. Babası çok seviyordu İbrahim’i.  Hep yalnızdı balıkta. Bir gün sormuştu “Neden?” diye Zehra’nın babası. “Senin kadar şanslı değilim, Zehra gibi yardımcı bulamadım henüz Ahmet Kaptan.” demişti.  Zehra, başını ağdan kaldırınca göz göze gelmişti İbrahim’le. Iasos’da kadınlar hep yardım ederdi eşlerine. Demek ki İbrahim evlenmeyi düşünüyordu. “Henüz bulamadım.” demişti çünkü.  Askerliğini yapmıştı. İki yıl önce asker yemeğine gitmişlerdi annesi ile. Artık evlenirdi. Özeldi İbrahim. Akıllıydı üstelik çok iyi bir balıkçıydı. Çalışkan ve yakışıklıydı.  Gözleri derinlerin lacivertiydi. Her kız isterdi onunla evlenmeyi. Kızlar tüm erkekleri beğeniyordu sanki. Zehra mı, o, nazik erkekleri, kitap okuyan erkekleri seviyordu. İbrahim mi, çok nazikti ve hep kitap okurdu.
Bir eylül akşamı. Güllük.  Babası tekneyi bağlıyordu. Zehra alıp balık kasasını sahile yakın olan restoranlardan birine götürüyordu. Hafta sonları çok kalabalık oluyor Körfez. İçerde çok güzel kadınlar, çok yakışıklı adamlar var.  Çıkarken kapıdan arkasından bir kadın müşterinin, “Bir genç kız nasıl böyle balık kokabilir, ay çok kötü bir koku, ay inanmıyorum!” deyişini duymuş ama dönüp bakmamış.  ‘Şanslı olarak dünyaya gelmiş, balığı sadece lüks restoranlarda tabağında yemek olarak görmüş, en lüks parfümleri alabilecek kadar zengin bir kadındır mutlaka…’ diye aklından geçirmiş.
Babası hâlâ ağlarla uğraşıyor.  Oturup kayaların üstüne dalıp gidiyor, Zehra. Babası zeytin çiçeği kolonyası aldığında dünyanın en mutlu insanı olurdu, daha lüksünü bilmezdi. Kullanmadı da. Aslında onun da vardı sevdiği bir koku. Komşularına akrabalarının hediye getirdiği mandalina kolonyasının kokusu hep burnunda idi. Ama söylese kırılırdı ki zeytin çiçeği kokusunu en güzel koku bilen babası. Her akşam balıktan sonra yıkanırdı. Kış da olsa yaz da. Gözünden bir damla yaş düşüyor. Arkasından gelen "Hey balıkçı, gülmesi güzel balıkçı, toplamışsın yine denizi." sesi ile kendine geliyor.
 “Yoruldun mu?” diyor İbrahim.  Sorusunu bitirmeden Zehra’nın gözlerinin ıslaklığını fark ediyor.  “Neyin var?”
 Kaçırıyor gözlerini Zehra.
 “Yoruldum galiba ondan.” diyor.
 İnanmıyor İbrahim.
“Deli fırtınalarda bile yorulmayan, korkmayan, ağlamayan Zehra mısın sen?” diyor.  
Yere bakıyor Zehra.
 “Ben,” diyor,  “kötü kokuyormuşum.”  Az önceki yaşananları anlatıyor.  “Ben,” diyor, “o kadın söyleyinceye dek kötü koktuğumu bilmiyordum. Ben balığa çıkmayacağım artık!”
 İbrahim Zehra’ya bakıyor…
 “Balık kokuyoruz, hepimiz, tüm Iasos çünkü biz balıkçıyız. Hem de milattan önce 3000’li yıllardan beri balıkçıyız. Tabiat zeytin ve balıktan başka şans vermemiş ki bize. İyi ki de vermemiş.” Altında oturdukları heykeli gösteriyor. Yunus balığı sırtında Hermias heykelini.  “Unutma efsaneyi, yunus balığı ile çocuk.  Denizde kaybolan, öldü sanılan 11 yaşında Hermias isimli dünyalar yakışıklısı çocuğun, günler sonra sefere çıkan balıkçılar tarafından yunus sırtında Ege Denizi’nde mutlulukla dolaştığının görüldüğünün ve bir gün kıyıda yunus ve onun ölüsünün bulunup birlikte gömüldüklerini anlatan efsaneyi…. Yüzerlerken yüzgecinin boynunu kestiği Hermias’ın ölümü, yunusu da ölüme götürmüş.  Dostunu hiçbir koşulda terk etmemiş, yaşamda da ölümde de birlikte olmayı yeğlemiş. Balık ile Hermias… Balık ile insan… Dostluğu, ölümün ayıramadığı dostluk… Biz bu efsaneye inanan binlerce yıllık tarihin insanlarıyız.  Şimdi sen o kadın kötü kokuyor dediği için bizim dostlarımızdan, binlerce yıldır karnımızı doyuran bizden bir an bile ayrılmayan dostlarımızdan mı ayrılacaksın? Yakışmaz sana da bize de yakışmaz. Hem sen deniz kızısın, tabii ki balık kokacaksın. Hem de benim tüm Ege’de gördüğüm en güzel deniz kızısın...”
Zehra nefessiz kalıyor.  İbrahim ona “güzelsin” diyor.  “Ben en çok mandalina kolonyasını seviyorum.” diyor Zehra farkında olmadan. Neden söylüyor, bilemiyor.  “Komşumuza yıllar önce akrabasının getirdiği o kokuyu hiç unutmadım.” diyor.  Sevincinden deli taylar koşarak babasının yanına gidiyor.
Kış bitiyor, bahar geçiyor, yaz geçiyor, babası artık balığa çıkamaz oluyor… Zehra tek başına artık… “Çok açılmadan…” diyor babası,  “rızkımızı çıkar yeter. Hem zeytin çok bu yıl.” Diyor.  “Hem ben yakında iyileşeceğim.” diyor ama üçü de farkında. Sadece umut bunlar, gerçekleşmesi mümkün olmayan umutlar…
Akşam balıkları teslim ediyor Zehra. Tekneyi bağlıyor.  
“Denizdeki tüm balıkları bitirmişsin Kaptan.” diyen İbrahim’in sesi ile irkiliyor.
“Sen ne yaptın, erken mi döndün?”  diyor.  
Üstü başı temiz… “Yok.” diyor İbrahim.” Bugün çıkmadım balığa, çok önemli bir işim vardı!”
İbrahim’in balığa çıkmaması görülmüş şey değildi. Bir kere abisi askerden gelecek diye gitmemişti Zehra’nın bildiği…
 “Oturalım mı şurada*” deyip kayaları gösteriyor.
 “Tamam.” diyor Zehra. Tuhaf sanki İbrahim.
 “Ahmet Kaptan hasta.” Diyor.
“Evet.” diyor Zehra…
“Annen de.”
“Evet.”
“Ben sana hep aşıktım.” Hiç uzatmıyor lafı.
Zehra’nın kalbi duruyor adeta. Gözü denizde. Konuşamıyor.
 “Evlenir misin benimle?”
 Başka zaman olsa Zehra ölür sevincinden.  O, evlenirse ne olur annesine babasına.
 “Ama olmaz!” diyor.  “Olmaz, sevmiyorum seni.”  diyor ve koşarak eve gidiyor. ağlıyor yol boyunca…
Annesi babası gözü yolda onu bekliyorlar.  Balıktan denizden konuşuyorlar ama sanki bir şey söylemek ister gibiler, söyleyemiyor gibiler… Babası yemek sonrası “Gel,” diyor, “otur yanıma, benim akıllı kızım, sen büyüdün artık.”
“Bugün İbrahim geldi...”
 Zehra’nın kalbi yine duruyor…
“Seninle evlenmek istediğini söyledi.”
“Boş ver baba.”
 Devam ediyor Ahmet Kaptan. “Geçimimizi senin sağlandığını bildiğini söyledi… ‘Ben hiç kimse ile balığa gitmedim.’ dedi. Çünkü yanında çok güvendiği biri olmalıydı, senin gibi seni sevecek, sayacak, kollayacak biri. ‘Ben sadece Zehra ile balığa gitmek istedim. Kabul ederseniz biz evleniriz, balığa çıkarız yine senle Zehra gibi. Sana Ahmet Kaptan değil Ahmet Baba derim. Çıkan balığın yarısı size, yarısı bize olur. Sizi hiç yalnız bırakmayız.  Bir evlatta ben olurum size.’ Dedi. Bir de ananla ben de anlamadık ama ‘ona mandalina kolonyası alırım her Bodrum'a, Milas'a gittiğimde.’ Dedi.”
“Böyle mi dedi sahiden?”
 “Evet, böyle.” dedi.
Sabah nasıl oluyor bilmiyor, Zehra. Teknenin yanına gittiğinde İbrahim’i ağları katlarken buluyor.
"Hey İbrahim Kaptan her gidişinde alacak mısın bana mandalina kolonyası?" diyor.
İbrahim başını kaldırıyor.
“Sevmiyorsun ya beni!” diyor.
“Sevmemek mi?
“Annem babam ne olurdu?”
 “Ben bunları düşünemez miyim sandın? Ben askerden gelince seni istetecektim ama annen hasta olmuştu.  Babandan nasıl kopartırdım ki seni. Bekledim işte.”
“Yardım edeyim mi ağı toplamana?” diyor Zehra.
 “Bir ömür boyu ise olur.” diyor İbrahim.
“Bir ömür boyu…”
Ve bir ömür boyu yardım ediyor Zehra sevdiği adama. Sevdiği adam da ona. Ve mandalina kolonyası almayı hiç ihmal etmiyor İbrahim sevdiği kadına.
Ege insanı...
Güzel sevip, güzel kokuyorlar...
Tıpkı deniz gibi, zeytin gibi...
Ve ben çok seviyorum Ege’yi…
Zehra gibi kadınları...
İbrahim gibi adamları...
SERAP GÜVENER

Kategori: 

Bunları Okudunuz mu?

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Hapishane Dergisinin 51. Sayı...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Nisan-Mayıs-Haziran 2024 tarihli 51. sayısı...
TEK KİŞİLİK HÜCREDE YAZILAN BİR ÖYKÜ: DE...
               Mahallenin kimi çocukları ondan hem korkar hem de onunla uğraşmaktan vazgeçmezdi kargalar...
Duvarları delen çizgiler
Balıkesir Burhaniye yakınlarında yaşayan arkadaşlara davet. 10 Aralık'ta Insan hakları haftasında, Burhaniye Yerel Demokrasi ve Insan Hakları Gündemi...

Konuk Yazarlar

Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
  Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...
Utanmak/ Sıdo için/ Sevda KURAN
  Fakiri, zengini, orta hallisi, Alevi’si, Sünni’si, Ermeni'si, hacısı, hocası, orospusu, delisi ve de pavyon kabadayıları, sarhoşlarıyla...
Girit Leblebisi
  Ben vakitlice davranmış, gün batımını da izlemek için kahvelerin gürültüsünden uzakça bir bankı gözüme kestirip oturmuştum. Bir süre sonra,...