O
Portakal ağaçlarının ışıklı gölgesinde
uzatıp ayaklarımızı usulca Akdeniz’e
Lorca’nın şiirlerini okumalıyız demiştim.
O büyük, zeytin sözlü güneyli ustanın.
Ne tuz kokusu sevilerden uzakta,
pavkırması çakalların ne de kıyıcıları ömrün
engelleyebilir bunu, biz görmesek de birileri
okur ustayı kanayan yerinden çığlıkla.
Portakal ağaçlarının ışıklı gölgesinde
uzatıp ayaklarını usulca yüreğinize
Boynu bıçakta soğuyan
suyun kavdan ateşiyim
masallardan giymişim dağı
gözlerimde zifirden bukağı
ışıl ışıl büyürken ellerin kente
kalbim ipekte, Hızır’la kol kola.
Destanlar çağını fısıldar
Ares üfler soluğunu
Yalnızlık rüzgârları iner
Sunaklar adak dolu
hazırlanır sığır derisi kalkan
keskin kılıç
sivri ok
tunç balta
alsın can
Alsın daha fazla can
Koşumlar vurulur uçan atlara
Güneş yalım yalım
Dağ taş öfke
Çarpışır zırhlar, parlak tolgalar
Oluk oluk akar kanlar Hades ülkesine
Akbabalar çakallar üşüşür kimsesiz cesetlere
Ay yıkımlardan bezgin gizlenir bulutlara
Başlangıcında
ulu yolların,
ya da
yol ayrımlarında
bir başınayızdır
çoğu zaman
bir başına,
teke tek
karşı koymak
dövüşmek düşer payımıza.
Bir başınayızdır
çoğu zaman,
dağlar,
sahip çıkar hüznümüze,
geceleri
yırtıp gelen
ışığın gürültüsündedir
damarlarımızı patlatan,
öfkemizi
hüzne kaçıran
büyük hırs…
Asi Yakılsın Dağlara / 1992
Bir şiir için
Şiir hâlâ
Bir yer
Soluklanmak için.”[1]
‘Şiir İçin Cevaplar’ında belirttiği üzere, “Şiir ateşin habercisidir,/ yangının kundakçısı./ Yanardağın üstündeki kuştur şiir,” Ülkü Tamer’in dizelerinde…
Haksız da değildir! Homeros’un “Kanatlı söz” diye tarif ettiği bir yangındır şiir; yüzyıllardır alev alev yanan, yakan…
Ve var mıdır acının yüreği