“Tarih hocası seni odasına çağırıyor" dedi. Cevap vermedim, herhangi biri tarafından herhangi bir şekilde cevap verilmemeliydi ona. Kötü ve fazlasıyla sesliydi.
Bir tarih hocasının benim gibi birinden ne isteyebileceğini düşündüm, her şeyimi verebilirdim ona; hayal kırıklıklarımı, umutsuzluklarımı, mutsuzluğumu ve çirkinliğimi. Hak ediyordu bunu, yaşaması ve konuşması gerekenler vardı ve o da onlardan biriydi. Ben de biriydim sadece biri...
Bembeyaz kâğıtlarla kaplıydı kapısı, sevilmeyen beyazlar; severdim onları, sevilmezlerdi çünkü. Her yer bembeyaz olabilirdi içeride, ruhlar birbirleriyle bağrışıyor olabilirlerdi. Hissediyordum bunu; liderleriyle beraber beni bekliyorlardı. Çaldım beyazlığı ve açtım.
Güzeldi Tarih hocasının gözleri benimkilerine inat. Mavi ve beyaz; ölebilir ve öldürülebilirdik bu odada. “İçeri girebilirsin Kaan" dedi, mavi gözleri çekmeceye karşı büyümüştü, bir şeyler arıyordu, başımı belaya sokabilecek küçük ve nadir bulunan şeyler.
Odada 2 kişi daha vardı, tanıyordum onları. Her gün üzerime doğru gelenlerden sadece ikisiydi. Birisi uzun boyluydu, keçileri andıran bir sakalı vardı; bir patrik olmalıydı o, yanlış yerdeydi; kırmızı bir kiliseye gitmeli ve rahiplerle dertleşmeliydi. Halka bir yüzük vardı kulağında, kıkırdaklarında da vardı o demir yuvarlaklardan. Bir filmde oynamış olmalıydı; yüzüklerin efendisinde...
Diğeri kıvırcık saçlı, ince burunlu ve yoğun makyajlıydı. Gözlerinde saklanamaz bir donukluk vardı, gözleri yoktu ikisinin de, göz bebekleri de... Çekmeceden bir tomar kâğıt çıkardı hoca ve önüme attı. Boştu kâğıtlar, odada bulunan bütün insanları anlatıyordu ve beyazdı; bizdik onlar.
"Biz öğretmenler arasında ve bu arkadaşlarla konuştuk ve biz senin bir senaryo yazmanı istiyoruz Kaan" dedi koltuğundan keskin bakışlarla beni süzerken. Başlarını salladılar 2 kişilik aptallar korosu. "Ben" dedi ince burunlu olanı "Sinem adım, sinema- televizyon 3.sınıf öğrencisiyim." diğeri atıldı ardından, bakışlarını gözlerime dikerek; "Sinem’le aynı sınıftayım, adım Sinan" dedi.
Sevmezdim onları hatta nefret ederdim. Geleceğin egosuna yenik düşenleriydi onlar, hormonlu birer salatalık gibiydi hepsi. Fakültelerinin önünden geçtiğimizde veya göz göze geldiğimizde küçümseyici ve alaycı bakarlardı bizlere. Güçlü ve paralı olacaklarını düşünürlerdi. Tyler geldi aklıma selam verdim ona, haklıydı; "Hiçbirimiz ince bir kar tanesinden yapılma değildik, o organik çürüyen madde her yerimizi sarmıştı." Farkında değillerdi onlar bunun, cevap vermedim onlara ve güldüm.
Hoca da başını salladı, hüzünlü gibiydi gözleri ve devam ediyordu:
"2014 Martında başlayan bir senaryo projesi var, Çanakkale Savaşıyla ilgili ve maalesef 3 ay kalmasına rağmen hâlâ bitirilemedi bu senaryo. Sen bu fakültenin tanınan en güçlü kalemisin, bize yardım edebileceğimi düşündüm. Bu arkadaşlarda projeyi devralan arkadaşlar, onlar da seninle çalışmak istediler"
Hayatım boyunca nefret ettiğim insanların arasındaydım çoğu kez; onların arasında dolaşır, ara sıra onlarla konuşur ve bakışırdım. Ama birlikte çalışmak; imkânsızdı bu. Koro hareket etmiyordu sanki. İkisi de beni süzüyordu göz uçlarıyla:
- Hocam bundan yaklaşık olarak 4 yıl sonra büyük ihtimal ben herhangi bir restoranda garsonluk yapacak veya her sabah aynı fırından aynı sayılarda simit alıp, aynı saatte mesaiye başlayacak bir adam olacağım. Bu ikisi ise pahalı ruj ve gümüş küpeleriyle Tanrının seçkin ve şöhretli sanatçıları olacaklar. Hayır onlarla beraber çalışamam, avam tabaka asla aristokratlarla işbirliği yapmamalı.
"Senin saygısız birisi olduğunu duymuştum" dedi uzun boylu ve sakallı olanı.
- "Ben de sizin gelecek hayatınız ile ilgili ilginç şeyler duymuştum" dedim. "Genellikle özel arabalarınızla dolaşır, kendinizden olmayan insanlarla konuşmazmışsınız."
Diğeri girdi araya kıvırcık ve şöhret düşkünü olanı:
“Biz bu projeyi ne kadar büyük zorluklarla aldık biliyor musun!? Senin için üniversitenin en iyi yazarı deniliyor, olabilir belki. Ama bu bizi ve projemizi küçümseyeceğin anlamına gelmez."
Şaşırmıştım buna, yıllardır bize “proleter" gözüyle bakanlar söylüyordu bunları. Başka bir yerde karşılaşsak yüzüme bile bakmayacak insanlardı onlar ama ihtiyaçları vardı bana ve bir sorunları; "yazamıyorlardı."
- Hiçbir şekilde bu senaryoyu yazamazsınız siz; beceriksiz, sorumsuz ve gereksizsiniz."
Hocanın mavi gözleri tekrar büyümüştü, göz bebekleri bana bakıyor ve "şımarık bir yazar" olduğumu söylüyordu: "Üniversitenin tek yazarı sen değilsin" dedi hoca.
"Doğru” dedim gülerek ."Ama en iyisiyim, bütün herkesi kelimelerle yok edebilecek biri. Şu sinemacıları bile."
Ardından boğa bakışlı ve "iyi kız" numaraları yapan oyuncu kıza döndüm. Hocanın arkasında bir fotoğraf vardı, iki genç asker duruyordu fotoğrafta; kıyafetleri yırtık, ayakkabıları kumaştan ve delik deşikti. Fotoğrafları gösterdim onlara:
- Asla iyi bir senaryo yazamazsınız, hatta siz asla yazmayacaksınız. Şu fotoğraftakileri görüyorsunuz değil mi? Onlardan olamazsınız veya onlar gibi. Sanırım mevcut durumunuz onları anlamaya yetmez, daha fazlası olmalısınız; "şimdikinden daha anlamlı"
Saldırabilirlerdi bana, istiyorlardı bunu. Aşağılamıştım onları hak ediyorlardı. Garipti sessizlikleri, psikolojileri bozulmuş olabilirdi veya şizofrenliğin kapısını aralamış..."
"Kusura bakmayın hocam" dedim hocaya dönerek; müzisyen, oyuncu ve senaristlerden nefret ederim. Bilirsiniz beni; "boş olanlardan otobüs, tren, uçak veya yol olanlarını severim. İnsan olanlarını değil."
"Ama ucunda 5.000 TL var "dedi hoca ben kapıya yönelirken. "Fakir paraya ihtiyacı olan anlamına gelmez" dedim. Sonra dışarı çıktım. Odadan sesler geliyordu, o iki sinemacı birbirlerine bağırıyordu, kâğıt hışırtıları vardı; uçuşuyor olabilirlerdi havada. Bir kahkaha fırlattım kapının önünde, tutmuşlardı galiba; birden sustular.
Yürümeye başladım koridorda, mutluydum. Öğretmenliğe başlamıştım, iyi bir ders vermiştim o ikisine. Tek bir senaristi seviyordum sadece; gerçek bir senaristti o. Adı: Tanrıydı.
Bir senaryo yazıyordu şu aralar. Hırçın ve hep uğraşmak zorunda olduğu bir karakteri vardı. Her gün ölüyor ve tekrar diriliyordu. Herhangi bir senaryoda bir kahraman olamazdı, basit biriydi; basit biri...
Fakir gazeteci- Kaan Yasin Ersoy