Kan donması

Muzaffer Oruçoğlu kullanıcısının resmi
Chagall'ın 'Yeşil Yahudi'sini çağrıştırıyor yüz hatları. Gazze'den geleli üç gün olmuş. Lök gibi çökmüş koltuğa, düşlemlerin biçimlendirdiği iri, ışıklı bakışlarını raflardaki kitaplara dikmiş. Göğsüne yayılan beyaz sakalının üzerine indirmiş elini, düşünüyor.

Filistinli karısını ve kızını getirememenin verdiği acı ve endişeyle mırıldanıp duruyor.

"Bundan sonra roman yazabileceğimi sanmıyorum. Gazze bana, Nazi uçaklarının ve kara birliklerinin gerçekleştirdiği Varşova yıkımını anımsattı. 340 hektarlık alana tıkış tıkış sığınan Varşova Gettosundaki 500 bin Yahudi’nin durumunu görür gibi oldum. Oradaki ünlü Yahudi direnişini ve sokaklardaki cesetleri görür gibi oldum. Kanım dondu."

Susuyor. Donmuş kanını yutkunuyormuşçasına inip kalkıyor şahmerdan gibi gırtlak çıkıntısı. Karşımda oturan bakıcı kadın, çevresine avuntu yayan çipil gözlerini bana dikiyor: "İnsan neden bu hale geldi bilemiyorum," diye mırıldanıyor.

"Ben de bilemiyorum," diyor yazar. "Bildiğim şu ki, Zalimler, ezip nesneleştirdikleri yığınları sadece özgürlük ve başkaldırı idealiyle donatmıyorlar, aynı zamanda intikam ve zulüm hisleriyle de donatıyorlar. Ezilen toplumların egemen kesimleri bu hislerle donanma eğilimine oldukça yatkındırlar. Bunlar, kendilerini ezen zalimlerden kurtulduklarında, kendileri gibi intikam ve zulüm hisleriyle donanan yığınların geri kesimlerine dayanarak, devirdikleri eski zulüm sistemini, bir üst seviyede, çok daha incelikli bir biçimde, yeniden kurabiliyorlar. Tarihin gelmiş geçmiş en büyük zalimlerinden birisi olan Hitler, sadece Yahudi soykırımının mimarı olarak kalmadı, aynı zamanda Yahudi sermayedarlarının bir bölümüne kendi yöntemlerini de öğretti."

Sesinin eskisi gibi kararlı ve cevval olmadığını, sarsaklığının arttığını, iradesinin özellikle güzellik ve gözyaşı karşısında oldukça zayıfladığını fark ediyorum. Hataları canlanıyor gözlerimin önünde. Bıyığından çorbasına düşen kılı tanıyamadığı için 'sen temiz yemek yapmıyorsun,' diye karısına çıkışıyor. Çıkışma kar kütüğü gibi büyüyerek boşanmaya yol açıyor. Kadın, kızıyla birlikte Gazze yoluna düştüğünde anlayabiliyor ancak, kılın bıyığına ait olduğunu.

Hatalarını hatırlatayım diyorum ama vazgeçiyorum. Ortadoğu’da ortaçağı anımsatan bir kitle kırımının olduğunu söylüyorum. Ağzını geniş geniş açıp esniyor, "evet, " diyor, "Bir yanda Gazze bombalanıyor, diğer yanda İŞİD adlı İslam ordusu kendinden olmayan herkesi boğazlıyor. Ortaçağ hortlamış. Şu anda, Görkemli bir sakal ve cazip bir belagat sanatıyla, 'Tanrının yeryüzüne düşmüş kılıyım' diye Ortadoğu’da tek başına gezinseniz, aklını hakketmemiş bir yığın kelle peşinize takılır, güç haline gelirsiniz."

"Gitmen iyi oldu, gitmeseydin bu tahlilleri yapamazdın."

"Hayır, boşuna gittim. Ne kadını ikna edebildim ne de kızımı. İkisi de suskunluk içinde, mezar dinler gibi dinlediler beni. Kadın değişmemiş hiç. Ön yargılarını karşılaştığı gerçeklere karşı titizlikle koruyor. Birisi gizli olmak üzere hâlâ üç gözü var. Görünmeyen hassas noktalarıma o gizli gözüyle bakıyor hep. Ama tüm bunlara rağmen hakkını yiyemem. Yuvasını kalbinde kuran bir kuştur."

Dayanamadım, "senin de hataların var," dedim birden. Düşündü. Alnına bastırdı avucunu. "Evet," dedi. "Hatalarımı fark edemiyorum. Hatalarım kördür, toslayıp da fark edemediğim zaman gözleri açılıyor, körlükleri bana geçiyor."

Bakışlarının yumuşak ve bağışlayıcı olduğunu görüyor, rahatlıyorum. Hep birlikte susup, kahvelerimizi yudumluyoruz.

"Bütün canlılarla birlikte artık eşyalar da haklarını istiyorlar, " diye başlıyor yeniden. "Beni teselli eden tek şey budur. Ötesini bilemiyorum. Bir can çekişme halinden ibarettir benim seksen üç yıllık tutarsız benliğim. İki kez, Varşova Gettosunda ve Treblinka'da öldüm dirildim. Şimdi daha kötü şeyler oluyor, ama yazarlar susuyor. Boş zamanlarını zamanın boşluğuyla dolduran soylu yazarlardan kimse kalmadı. En son Marquez vardı, o da bu yıl gitti." Kafasını usulca çevirip, kızının duvardaki resmine bakıyor. "Kızıma aşığım. Onun Gazze'den ölüm haberi geldiğinde, bütün kitaplarımı götürüp, şehir merkezinde, Federation Square'de yakacağım."

"Aman Tanrım, kanımı donduruyorsun, o ne biçim söz öyle," diye çıkışıyor bakıcı.

Kanımın daha fazla donmasını beklemeden kalkıyorum.

Kategori: 

Bunları Okudunuz mu?

04/25/2025 - 10:25
02/20/2025 - 10:30
01/18/2025 - 21:05
11/20/2024 - 20:50
11/14/2024 - 19:11

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Dergisinin 54. Sayısı Çıktı
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Ocak-Şubat-Mart 2025 tarihli 54. sayısı...
Ümüş Eylül Dergisinin 53. Sayısı Yayınla...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan  Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Ekim-Kasım-Aralık 2024 tarihli 53. sayısı...
Düşünsel özgürlüğün Sınırsız Kütüphanesi...
Görülmüştür Kolektifi, Redfotoğraf grubu ve Karşı Sanat, “içerdekilerle dışardakileri buluşturan” ortak bir sergiye daha imza atıyor. Fotoğrafçılar,...

Konuk Yazarlar

Feyza Eren’den Akdeniz’e Lirik Bir Güzel...
  Uzun yıllardır sanat yaşamını ABD’de sürdüren Feyza Eren, “Vedadır Belki” adlı, tekli çalışmasıyla yeniden...
80’LİK DULLAR-1/ Sedat ÖNCER
Çünkü nüfusu orta yaşın da çok ötesinde insanlardan kuruluydu. Beldenin tek camisinden gün yoktu ki bir sela sesi duyulmasın… Emeklilerin tercih...
ZİNE/ Nazir Atila
Zine birden telaşlandı. İçini derin bir üzüntü kapladı. Yüreği korkuyla karışık bir heyecanla atmaya başladı. “Korkma Zine, okulun reviri var,...