Cemal ilkokulu bitirdikten sonra ailesiyle birlikte mevsimlik işlerde çalıştı. Fındık hasadı gelince ailesiyle Karadeniz’e gidiyor orada çalışıyordu. Pamuk zamanı gelince Çukurova’ya gidiyor yarı aç, yarı tok pamuk topluyordu. Çalıştığı yerlerde ne elektrik vardı ne sağlıklı içme suyu ne tuvalet ne de banyo etme imkânı. Arazide çadır kurup orada yiyip içerek yatıyorlardı. Yemeğe oturduklarında sineklerle yarışıyorlardı. Çalıştıkları yerlerde yerli halkın onları ötekileştirmesi, horlaması Cemal’e ölümden beter dokunuyordu.
Cemal, yıllarca mevsimlik işlerde çalıştıktan sonra hayatın böyle sürdürülemeyeceğini anladı. Daha iyi bir yaşamı kurmak için İstanbul’a gitti. İstanbul’da inşaat işlerinde çalıştı. Yazın yakıcı sıcaklarında ve kışın ayazında gecesini gündüzüne katarak en ağır işlerde çalıştı. İnşaatta yatıp kalkan Cemal tüm çabalarına rağmen sigorta yaptıramamıştı, üstelik sadece asgari ücret ödeniyordu. Günde on iki saat çalışmasına rağmen mesai ücreti almadığı gibi haftalık izni de yoktu. Hiçbir sosyal hayatı yoktu. Robotlaşmıştı. İçini dökebileceği, dertlerini anlatabileceği bir arkadaşı da yoktu. Ruhu daralmış, iyice bunalmıştı. Çıkmaz bir sokaktaydı.
Çeşitli nedenlerle çalışmadığı günlerde gidip İstanbul’un kalabalığına katılarak amaçsız geziniyordu. Günün birinde bir parkta her şeyden habersiz otururken yanına birileri gelip selam verdi ve izinsiz olarak yanına oturdu. Hâl hatır sorduktan sonra Cemal dertlerini sıralamaya başlayarak içini döktü. Cemal’in yanına izinsiz oturan kişi bunu fırsat bilerek “Sana bir hap vereceğim, sen onu içince çok rahatlayacaksın, ondan sonra sıkıntı da stres de almazsın.” Dedi.
Cemal o hapı aldıktan sonra vidaları gevşedi. Kendisini rahat hissetti. Sanki üzerindeki tonlarca yük kalkmıştı. O kişi sık sık gelerek Cemal’e hap satmaya devam etti. Aylar sonra Cemal uyuşturucunun bağımlısı oldu. Uyuşturucu almadığı zaman krizlere giriyor, kat katı kesiliyordu. Oğlunun durumunu duyan baba kahroldu. Yer gök onu kabul etmiyordu. Bir çaresini bulup İstanbul’a gitmeli ve oğlunu uyuşturucu canavarının elinden kurtarmalıydı.
Cemalin babası yol parası için sütünü yedikleri koyunlarını satarak İstanbul’un yolunu tuttu. Gecekondu mahallesinde ucuz bir ev kiraladı, oğlunu yanına aldı. Cemal artık elden ayaktan düşmüştü. İş görecek hali kalmamıştı. Baba Cemal’i görünce dünyası yıkılıyordu. Gözyaşlarını içine akıtıyordu. Çocuğunu bu hale getirenler eline gelse bir bardak suda boğardı. Ne yazık ki İstanbul’da bir körden farksızdı. Eli kolu kesikti sanki. Oğlunun derdine çare olamıyordu. İstanbul gibi bir kentte aileyi geçindirmek çok kolay değildi. Nerede iş bulursa çalışıyordu, ama ancak karınlarını duyurabiliyorlardı.
Baba bir gün eve geldiğinde yine oğlunun uyuşturucu kriziyle boğuştuğunu, kendisini duvarlara vurduğunu gördü. Yüreği parçalandı. Cemal uyuşturucu almak için babasından para istedi. Yokluğun gözü kör olsun. Yokluk büyük bir çaresizlikti. Baba ne kadar yok dediyse de anlatamadı. Cemal de çok çaresizdi. Mutlaka uyuşturucu almalıydı. Baba yok dedikçe o ısrarla istedi. Baba veremeyince cebinde sustalısını çıkarıp babaya saldırdı. Cemal babasını hafif şekilde yaralamıştı. Boğuşurlarken Nasıl olduysa bıçak Cemal’in elini kesmişti, eli kanlar içindeydi. Sanki o kan babanın yüreğinden akıyordu. Birdenbire bağırdı “Kesildi mi ellerin oğlum?” dedi ve oğlunu alarak hastaneye uyuşturucuyla mücadele bürosuna götürdü.
11 Ocak 2014 Finlandiya