
Tıka basa dolu koltuklar, otlu peynir, turşu kokuyor koridor. Minibüs, sırtında yatak yorganla emek koşusunda kısık farla ilerliyor. İple bağlanmış naylon yalnızlıklar sarkıyor üstündeki balık istifi bagajdan. Rüzgârın önünde uçuşan naylon leğen, plastik maşrapa görüntüsü yol boyu. Peşi sıra öndekileri çok yakından kovalayan otoban korosu ritmini arttırıyor. Karnaval havası değil sanki ölüm mangasının hedefinde çığlık yankısı artan kalabalık.
Dünya yalpalayan bir salıncakta, tozlu yollardan keskin dönemeçlerden kıvrılarak ilerliyor minibüs. Teypteki dengebej, sesinin derin kıvrımlarında titreyen bembeyaz bir sumru kuşu. Bilinmez olanı ve gözlerimizi kaçırdığımızda unutulanı dillendiriyor yumru ağzı. Gırtlağındaki boğumlardan biçimleniyor yeryüzünün netameli cehennem ezgileri.
Gözlerini indiriyor kuytulara şoför, uzun kısa, üst üste selektör çakıyor karşı şeritten gelen karaltı. Kornaya takılı nasırlı eli. Uzun süre orada unutuyor elini, vücudundan taşırdığı kanamayı büyütüyor sesi. Asfaltı şimşek hızıyla söküyor gecenin soluğu, kamyonun dişsiz lastik izi ziftin içinde upuzun.
Teypteki dengebej susmanın verdiği genişlikte ömrünü döküyor boş kursağından. Gecenin sızlayan ve böğüren yerlerine sokuyor mızrağını. Yolu boydan boya geçmek isteyen irice bir tavşan atlıyor karanlığa. Asfalt çatlağından geriliyor, boylamını unutmuş olduğu keskinlikte titreyen çığlık. Hız kesip biçiyor önünde ne varsa. Leğen ve maşrapa iplerinden kurtuluyor, yatak yorgan toz toprak.
Çocuklar karanlığı kıyısından tutup çekiyor çığlıkların biriktiği ziftten hızla.
Başlıyor bulutların arasından serçe akını, mevsimlik ölüler geçişi.