
Sıkıntılıydı yine ortada bir şey yokken. Sonra perdeyi araladı gri bir gökyüzü, kara bulutlar doğuya yüz tutmuştular, uzaklara şimşek çakıyordu. Gök gürlemesiyle şehir uyanmıştı. Sokakta bir koşuşturmaca... Islanmamak için koşarsın hani ya! Sonrası malum… Bir kadın elinde küçük siyah bir poşet ve diğer elinde bir çocukla hızlıca uzaklaştı. Uzaklara yine şimşek çakmıştı, tüm şehir o an aydınlatmıştı. Nefesindeki buharla penceresinin camı buğulanmıştı. Eliyle camın buğusunu silerken, bahçedeki küçük ceviz ağacından son yaprak süzülerek rüzgârın eşliğiyle konuverdi diğer yaprakların arasına. Uzaklara bakınırken kara bulutlarla dalmıştı çok eskilerine.
Gaz lambası kokusu odayı sarmıştı. Dışarıda yağmur ve rüzgâr mırıldanıyordu pencere aralığından. Masada annesiyle ablası koca bir sini içinde buğday ayıklıyordu. Bu ayıklama işi her sonbahar yapılan rutin bir meşgaleydi. Anne Kürtçe bir ağıt mırıldanıyordu. Nasıl bir ezgi olduğu söylenemezdi. Odayı acı bir hüzün sarmıştı. Eskiye bir ağıttı, ölüm vardı her nakaratında. Notaları olmayan düz bir acı. Duvara yansıyan gölgesine bakındı ve değişik hareketlerle farklı karakterler çıkartmaya başladı. Eliyle köpek figürleri oluşturdu, ileri geri hareketlerle lambada titrek bir gölgeyle tavşan gölgesi düştü duvara. Odadaki acı ağıtın içinde hafif bir gülümseme aldı içini. Mutluluktan öte bir sevinçti. Küçük bir çocuğun bu tür duyguları tuhaf geliyordu annesine, göz göze geldi, tekrar içini hüzün kapladı. Olmadık yerlerde ağlardı sessizce. Nedenini kendisinin de çözemediği. Çocukluğunu yoksulluk olarak algılamaya, içinde hüzünlü ağıtlar dolu gecelerle günler geçiriyordu. Duygusal ve ürkek bir yapıyla büyüyordu. Pencereden dışarı bakınırken şimşek karşı sıra dağları aydınlatıyordu. Yağmur tüm şiddetiyle penceresini camını tıkırdatıyordu. Annesinin o koca karnını tutarak “çabuk annemi çağırın” demesi duyuldu. İnlemeler uğultular odayı sarmıştı. Anne hamileydi. Koşarak dış kapının arka tokmağını açarak karanlıkta kayboldu çocuk. Kısa bir zaman sonra eve dört yaşlı kadının gelmesiyle odada bir hareketlilik oldu. Annenin bağırmaları odayı dolduruyordu. Soba başında bulunan güğümde sıcak suyun leğene aktarılması, havlular dualar ve bir telaş sardı gaz lambası kokusunda. Çocuk kendisinde bir yaş büyük abisi ve bir yaş küçük kardeşiyle minderlerle kaplı tahta yataklara sessizce ama korkuyla bakıyordular. Yaşlı kadınlardan biri çocuğa bağırarak “çabuk su getir çeşmeden” demesiyle çocuk irkildi.
Elinden bakraçlarla abi kardeş köyün ortasında bulunan çeşmeye koştular. Dalında kalan son ceviz yaprakları da ayaklarının altına düşüyordu. Ceviz ağaçları o kadar büyüktüler ki iki kardeşin kollarını dolamasıyla bile kavuşamıyordu bir araya. Evdeki uğultu köpek havlamalarına karışmıştı. Bakraçlar dolduruldu hızlı adımlarla içeri girildi. Lambanın titrek alevinde neye benzediği belli olmayan bir gölge düştü duvara. Yaşlı kadın ayaklarında tutmuş baş aşağı poposuna vurmasıyla bir ciyaklama aldı odayı. Kadınlardan biri hadi mızginamın bıraki ve bu (müjde bir kardeşiniz oldu) yarı Kürtçe yarı Türkçe bir söylemle. Uzun tren düdüğüyle camın buğusunu tekrar sildi, karanlığı yaran bir tren takur tukur ilerledi uzağa. Yine uykusuz bir gecenin tam ortasındaydı. “Gideyim ben artık buralardan” diyerek attı kendini sokağa ve yağmur ıslatıyordu sokak lambalarını. Yüreği sıkışmıştı bu şehri terk etmek istiyordu. Düştü kalabalığın içine ve yapayalnız. Tek hedefi şehri terk etmek... Uzunca bir kalabalıkta sadece fısıltılar duydu. Başını dayadı cama, dönmeye özlem duymuştu şimdiden. İşte böyledir bu koca şehir İstanbul. Gitmek ve kalmak arasında bir duygu… Bu kararsızlık içinde karar verirsin kalmaya.
23.11.2012 kardeşim Mehmet e…