
Elindeki elişine ömrünü verirken annemiz, arada bizlerin mızmız isteklerini yerine getirmek için yerinden kalkardı.
Soluk bir ışık, sararmış hatıralar gibi tepemizde sallanırken, o eski radyodan da dünyanın sonsuzluğu şarkı olur akardı yüreğimizin pembesine.
Şimdi usul usul bizi terk ederken o hatıralar, bizle birlikte büyüyor yalnızlığımız da.
Bir telkari, bir oya, bir örtüydü o eski zamanlar.
Radyonun üstüne atılmış beyazı karla yarışan işlemeleri büyük bir vakarla kaldırırdık. Annemizin ellerine hürmetten miydi, yoksa varlığımız bu büyük nimette miydi bilmeden hem de.
Arada pencereden bakardık karanlık uzaklara. Bütün masal yaratıkları koşardı üstümüze, ama olsun ne gam, annemiz vardı yanımızda. Bizi korurlardı nasıl olsa.
Ama müthiş merak ederdik sokağın o zamandaki büyüsünü.
Ay ışığı vurunca karşı tepelere, dünyanın o sessiz ıssızlığında, küçüldükçe küçülürdü düşlerimiz ve gözlerimiz. Bir masala bakardı uykularımız.
Gerisi bir başka âlem, bir başka dünya ve bir başka masumiyetti.