Kurt Ali

Edebiyat Bahcesi kullanıcısının resmi
“KURT ALİ” Abdullah Dur’un ilk roman çalışması. Cinius Yayınları. Ekim, 2017. 334 sayfadan oluşuyor roman.

Roman Ali Kurt, İstanbul 2002 başlığıyla hayat buluyor.

Kurt Fındıklı Bisküvileri fabrikasının dördüncü katında 25’inci yaş gününü kutlayan torun Ali Kurt arkadaşı İsmet ile dertleşmektedir. Ali Kurt sevgilisi Sema’dan doğaya olan bağlılığı ve dağlarda tatil yaptığı için ayrılmıştır. Çünkü Sema dağ yürüyüşü yerine alışveriş merkezlerini tercih eder… Ayrılmalarına rağmen, Sema yine de Ali Kurt’a doğum günü hediyesi olarak bir çift dağ yürüyüşü ayakkabısı gönderir. “Doğum günün kutlu olsun dağ ayısı!” demeyi ihmal etmez. Ali Kurt ve arkadaşı İsmet bu nota çok gülerler…

İstanbul’un stresli yaşamı, fabrikadaki hengâme Ali Kurt’un yolunu -her zamanki gibi- Tirebolu’ya düşürür ve “Espiye Dağ Gezginleri” adlı dağcılık kulübünün dağ ve yayla gezilerine katılır. Ayrıca babasını ikna etmiştir... Yıllardır çürümeye bırakılmış konaklarının aslına uygun bir şekilde yenilemenin verdiği bir heyecanı vardır yüreğinde bu kez. Mühendis Bekir Bıçak ile odaları dolaşırlarken gördükleri bir dolap karşısında hayrete düşer ve hayran kalırlar. Dolabın üst bölümünde Osmanlıca ve Latin harfleri vardır ve kaybolmaya yüz tutmuştur üstelik.

Dolabın sol tarafı deniz suyunun rutubetine dayanamamış, çürüyen tahtaları eğik haldedir. Kapak boyaları kabarmış ve ne olduğu belirsiz bir resmin izleri vardır. Orada gördüğü bir delikle işaret parmağıyla oynarken tesadüfen küçük gizli bir bölme ortaya çıkar. Orada kalın bir defter ve bambu ağacından yapılmış bir boru bulur. Borunun kapağını açınca, içinden bir mektup çıkar. Nisan 1848’de Ueli isimli birine yazılmış bir mektup. Araştırınca atalarından biri olduğunu öğrenir. Ali Kurt dağcılık kulübündeki arkadaşı Yusuf’u arar ve mektubu tercüme etmesini ister ondan. Çünkü Yusuf Almanya’da doğup büyümüştür, üstelik bilgisayar mühendisidir.

Yusuf, mektubun tipik bir İsviçreli tarafından yazıldığını, içinde çok eski Almanca kelimelerin bulunduğunu ve bunun için epey uğraşacağını söyler. Ve mektup yavaş yavaş çözülünce dedesinin Ueli Kurt adında bir İsviçreli olduğunu anlar. Artık tek bir düşüncesi vardır. O da: İsviçre’nin Urnâsch kasabasına gidip ailenin geçmişinin izlerini aramak! Büyük bir hazine bulmuş kadar sevinçli ve heyecanlıdır artık.

Uçağa bindiği gibi soluğu Zürich Havaalanı’nda alır. Urnâsch’teki Otel Krone’de kendisine yer ayırtır. İki saatlik bir tren yolculuğundan sonra kalacağı otele varır. Küçük, şirin bir yer olması onu umutlandırır. ‘Geçmişin izlerine daha kolay ulaşırım,’ diye düşünür. İlk işi resepsiyondaki kızın verdiği telefon fihristindeki Kurt isimleri arayıp bulmak olur. Bulduğu 12 Kurt ismini ve adresini not alır.

Ertesi günü küçük kasabanın merkezindeki bütün evleri dolaşır ve rastladığı bir müzeye girer. Eski, küçük bir binadır müze. Tahta eşyalar çocukluğunda Tirebolu’da gördüğü eşyaların hemen hemen aynısıdır. Dede konağındaki dolabın aynısı karşısında durmaktadır. Sarı bir defterin üzerinde “Ueli Kurt” ismini görür. Altında Almanca bir not vardır.  Daha sonra bu notun ne anlama geldiğini, emekli Bay Tobler’den öğrenir: “Hans Kurt’un müzemize armağanıdır.”

Müze Müdürü Ludwig Hasler ile randevulaşır. Bambu borusu içinde taşıdığı mektubu birkaç kez okuyan Hasler, heyecanlanır. Ayağa kalkıp Ali Kurt’a sarılır:

“Memleketine hoş geldin Ali Kurt,” der.

Müze müdürü camekan içindeki “Ueli Kurt’un 1838’den Beri Günlüğü”nü ofise getirir ve İngilizce tercüme eder. Ayrıca müdür: “Yıllardır müzedeki bu günlüğü kimsenin merak ederek okumadığını, günlüğün sizinle hayat bulduğunu,” söyler torun Ali Kurt’a.

Ludwig Hasler ile günlükteki bütün mekanları gezer hatta Keçi Yolu’ndaki dedesi Ueli Kurt’un evini bulur. Sahibi Arnavut Blerim Ahmedi’dir. Torun Ali Kurt’un Türk olduğunu duyunca onu kahve içmeye davet eder, ama o kendi hikayesini anlatır.

Hans Kurt’u arar ama bulamaz müze müdürü. Günlüğün kopyalarını çekip torun Ali Kurt’a verir. Artık onun da elinde dedesinin hikayesinin bir dökümü vardır.

Romanın konusuna gelince:

Olay 1840’ların İsviçre’sinde Urnâsch kasabasında geçmektedir. Tek dayanağı olan, her şeyi öğrendiği-öğrettiği dedesidir. Bir demircinin dikkatsizliği sonucu onlarca evin yanıp kül olduğu Heiden kasabasına dedesiyle yardıma gittiğinde henüz 12 yaşındadır Ueli Kurt. Marangozluğa yatkınlığı ve yaratıcılığı onun ününü kısa sürede diğer köy ve kasabalara taşır. Hele bir kiliseye yaptığı kapı işlemeciliği onun adını bir anda göklere çıkarır.  İnsanlar yoksuldur o dönemlerde. Yaylalara çıkarlar. Borçlanarak yaşarlar.

Ueli Kurt 17 yaşında amcasının kızı Rösli ile evlenir. Oysa Juliet isminde bir sevdiği vardır. Babası ve amcasına karşı koyamaz. Bir yıl sonra Maria isminde bir kızları olur. Ama o da özürlü doğar. Ayakları yüzünden yürüyemez. Ueli Kurt’un götürmediği yer, çalmadığı kapı kalmamıştır ama çare de bulamaz.

Appenzeler’de herkese borç veren Bay Dörig Ueli Kurt’u yanına çağırır bir gün. Kafasında onlarca cevap arayan soruyla varır yanına. Peynir dükkânında Bay Dorig, “Senin çok maharetli bir marangoz olduğunu duydum. Fransız bir müşterim sarayını restorasyon yapmak istiyor. Bu yüzden duvar ustası, marangoz… istedi benden. Hem çalışır para kazanır hem de bana olan borcunuzu ödersiniz,” der. Hemen kabul eder Ueli Kurt. Ailesiyle konuşur. Bir tek Maria istemez babasının uzak yerlere gitmesini…

Bay Tobler’in kılavuzluğunda Ueli Kurt ve civar köy ve kasabalardan 15 kişi posta arabasıyla Fransa’ya gitmek için yola çıkarlar. St Gallen’deki bir depoda geceyi geçirip, ertesi sabah bu kez bir gemi ile Bodensee gölü üzerinde devam ederler yolculuklarına. O zamanlar yolculuklar zor ve tehlikelidir. Bu yüzden 15 kişiye papaz elbisesi giydirilir.

Chamboard Sarayı’nda çalışmaya başlayan Ueli Kurt’un çalışkanlığı, yaratıcılığı ona yeni imkanlar sunar. Ustabaşı ona tıpkı dedesi gibi davranmaktadır: Korur, öğretir, yanında ayırmaz. Hatta Fransızca öğrenmesi için ona kitap verir.
Ueli Kurt kazandığı paranın bir bölümünü ailesine gönderir. İşleri iyi gitmektedir. Karısından bir mektup alır, sonra arkası kesilir. Sonra bir gün iş arkadaşlarından biriyle tartışır. Adam, ona kızı Maria’nın öldüğünü, karısı Rösli’nin papazla evlendiğini, ondan bir erkek çocuk doğurduğunu söyleyince, elindeki tahta ile adama vurur ve öldüğünü sanarak saraydan kaçar. Üzerinde annesinin yaptığı kesede parası vardır ama her şeyini yazdığı günlüğü yattığı yatağın altında kalmıştır. Günlerce saklanır. Sonra Marsilya’ya gitmeye karar verir. Karşısına hep iyi insanlar çıkar. Şansı da yaver gider.

Marsilya’da gemilere kiremit taşır. Sonra bir gemi kaptanın marangoz aradığını duyunca, kaptanın karşısına sarhoş bir halde çıkar. Önce azarlar kaptan, tam dönüp gidecekken arkasından seslenir: “Yarın sabah König 2 gemisine gel.”

König 2 gemisinde işe başlar. Gemi buharlıdır… 1849’da gemi Rusya’ya doğru yola çıkar. Rusya dönüşü çarklarından biri kırılır. Gemi batar… Kaptan silahını başına doğru götürüp tetiği çeker ve yaşamına son verir oracıkta. Ueli Kurt ise boş varillerin üzerinde Giresun’un Tirebolu sahillerine yarı baygın bir halde atıyla gezmekte olan bir Osmanlı paşası tarafından bulunur.

Halil Paşa ve karısı Fadime onu çok sever, Karadeniz’de savaşırken kaybolan oğullarının yerine koyarlar. Hatta daha sonra Halil Paşa ona “Ali Kurt” kimliğini çıkarttır. O artık bir Türk olmuştur.

Her şey iyiye giderken bir gün kâhya konağa gelip, “Kızınız İlkbahar geldi,” diye bağırır. Fadime Nine’den bahşişini alıp gider.

 Mısır’da asker kocası ölen İlkbahar’ın konağa gelmesiyle bir anda her şey değişir. Ali Kurt artık konakta değil başka bir evde kalmaya başlar. İç huzuru kaçmıştır. Memleketini, Urnâsch’i özler. Gitmeye karar var. Halil Paşa’ya söyler. O da anlayışla karşılar. Gitmesine izin verir. Her türlü yol masrafını karşılayacağını söyler.

Tam kafasında gitme hazrlıkları yaparken İlkbahar yanına gelir. Sonra bu gelişlerini sıklaştırır.  Ağaçları yontar, çivi çıkar. İlkbahar'ın varlığı Ali Kurt'un Urnâsch’e gitme fikrini yavaş yavaş aklından silinmeye başlar… Aralarında bir aşk doğar sonra…

Roman kendini okutuyor. Akıcı bir dilde, sürükleyici. Hatta ilerde filmi de yapılabilecek cinsten.
Geçenlerde Facebook hesabında yazarı Abdullah Dur, “Ali Kurt romanım Appenzeller Verlag’tan Almanca olarak basılacak,” diye gururla yaptığı duyuruyu okumuştum.

Ben de onun adına gururlandım. “Darısı bizim başımıza,” diyerekten.

                                               20.07.2018 Herisau

                                                 Necmettin Yalçınkaya yazar-editör

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Hapishane Dergisinin 51. Sayı...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Nisan-Mayıs-Haziran 2024 tarihli 51. sayısı...
TEK KİŞİLİK HÜCREDE YAZILAN BİR ÖYKÜ: DE...
               Mahallenin kimi çocukları ondan hem korkar hem de onunla uğraşmaktan vazgeçmezdi kargalar...
Duvarları delen çizgiler
Balıkesir Burhaniye yakınlarında yaşayan arkadaşlara davet. 10 Aralık'ta Insan hakları haftasında, Burhaniye Yerel Demokrasi ve Insan Hakları Gündemi...

Konuk Yazarlar

Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
  Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...
Utanmak/ Sıdo için/ Sevda KURAN
  Fakiri, zengini, orta hallisi, Alevi’si, Sünni’si, Ermeni'si, hacısı, hocası, orospusu, delisi ve de pavyon kabadayıları, sarhoşlarıyla...
Girit Leblebisi
  Ben vakitlice davranmış, gün batımını da izlemek için kahvelerin gürültüsünden uzakça bir bankı gözüme kestirip oturmuştum. Bir süre sonra,...