“Görülmüştür” Kurucularından Yazar Adil Okay İle Söyleşi/ Zabel Mirkan

Adil Okay kullanıcısının resmi
Dışarıda da acımasız devlet baskısı var. Dışarıda da özgür değiliz diyoruz ama “içerisi” ile kıyaslamak doğru değil. Cumhuriyet tarihi boyunca hapishane politikası “ıslah etme, topluma kazandırma” değil, tutsakları kişiliksizleştirme, çürütme ve imha amaçlı “modern Mengele” laboratuarı olagelmiştir. Bir de konu açılmışken propaganda amaçlı yazılan – söylenen yanlış yorumlanan bir ifadeye değineyim. “Dışarının da içeriden farkı kalmadı. Türkiye yarı açık hapishaneye dönüştü.“ Bu bir metafor olarak kullanılabilir. Ama gerçek tam olarak öyle değil. Faşizm koşullarında da yaşasak çocuklarımızla, sevgilimizle, dostlarımızla pikniğe, sinemaya, tiyatroya gidebiliyoruz. Denizi, dağları, nehirleri görebiliyoruz. Maddi imkânlarımız elverdiği ölçüde istediğimizi yiyip içebiliyoruz. İstediğimiz kitabı, dergiyi okuyabiliyoruz. Ama tutsaklar. Onlar yemeğe, içmeye, istedikleri insanla konuşmaya, uzun yürümeye, uzaklara bakabilmeye, sarılmaya ve sayamayacağım kadar çok şeye hasretler. Ve içeride hayat öyle kahramanlık masallarındaki gibi değil.

“Görülmüştür” çalışması nedir ve ne iş yapar?
 
Benim ve bir grup arkadaşın tek tek bireyler olarak sürdürdüğümüz politik tutsaklarla yazışma, dayanışma çabalarımız 10 yıl kadar önce başladı. Bu süreçte mantığımızın sınırlarını zorlayan akıl almaz yasaklara rağmen politik tutsakların ayakta kalma ve üretme mücadelesi içerisinde olduklarını gözlemledik. Ancak “dışarıdan” yeterince mektup alamadıklarından şikâyetçi olduklarını da  fark ettik. Bunun üzerine  mahpus mektuplarının ve sanatsal ürünlerinin daha geniş bir kitleye ulaşabilmesi için güçlerimizi birleştirip bir grup oluşturmaya ve web sitesi kurmaya karar verdik. Hem tutsaklara moral verme hem de okuyucuları mektup yazmaya teşvik etme amacıyla “www.gorulmustur.org” sitesini hazırladık. İlk sergimizi ise 7 yıl önce “Görülmüştür Mahpus resimleri ve mektupları” adıyla açtık. İsmimiz de oradan geliyor.  Sitemiz aynı zamanda bir arşiv merkezi haline geldi. Özel arşivlerimizde bulunan mektupları, mahpus fotoğraflarını, şiir-öykü ve resim- karikatür çalışmalarını derli toplu paylaşmak amacıyla sitemize yüklemeye giriştik. Bu gün itibariyle Türkiye’nin kamuya açık, kolay ulaşılabilen, en zengin sanal tutsak kütüphanesini oluşturduk diyebilirim. Tutsakların içeride elle hazırladığı, bizim e dergi haline getirdiğimiz sanat edebiyat dergileri, yüzlerce resim, karikatür, şiir, öykü, deneme, makale, belgeseller, videolar ve binlerce mektup ile bu mektupları yazanların hapishanelerden yolladıkları kendi fotoğrafları sitemiz arşivinde paylaşıma açıktır. Dileyen arşivimizdeki eserlerden yararlanabilir.

İHD gibi kurumlar varken böyle bir oluşuma neden ihtiyaç duyuldu?
 
Bildiğiniz gibi çeşitli kentlerde cezaevleriyle dayanışma komisyonları var. İHD şubeleri var. THİV, TAYAD, CISST/TCPS var. TUHAD FED vardı. İyi çalışmalar yapıyordu. OHAL sürecinde KHK ile kapatıldı. Bunların yanı sıra çok sayıda Demokratik Kitle Örgütü ile kendine “Sivil Toplum Örgütü” diyen kurumlar var. Tutsaklarla dayanışma amacıyla oluşan “Vatandaş inisiyatifleri” ve “platformlar” var. Saygın, fedakâr insanlar çalışıyorlar. Onların da iletişim adreslerini sitenin “bağlantılar” penceresinde bulabilirsiniz. Biz sadece: "Neden tutsaklarla dayanışma amacıyla yola çıkan bir kişi daha olmasın, neden bir web sitesi veya bir gazete daha olmasın" diyerek yola koyulanlardanız. Bizim farkımız “mektupla köprü kurmak” gibi bir misyonu üstlenmemizdir. Zira mektup konusunda ısrar etmezsek, hatırlatmazsak insanlar ne yazık ki kendi yoldaşlarını unutacak. Çünkü dışarıda gürül gürül akan bir dünya var. Gündelik hayatın ağırlığı, rutin telaşlar ve devlet baskısı ile ekonomik zorluklar insanları – hatta politik insanları, hapishane deneyimleri olanları bile- bu konuda duyarsızlığa itiyor. Bizzat tutsakların değinileri, yazdıkları, şikâyetleri, sitemleri bu gözlemimizi doğruluyor.
 
İşte biz mektuplaşma çağrısı ile bu boşluğu doldurmaya çalıştık. Bu çağrımızın içini doldurmak, etkili hale getirmek için yüzlerce etkinlik düzenledik. Sergiler açtık. Belgeseller yaptık. Kitaplar yayınladık. Konferanslar düzenledik. Basına demeçler verdik. İnsanlara tutsakların rakam olmadığını sese, söze, dayanışmaya ihtiyaçları olduğunu hissettirdik. Dünyanın birçok yerinden – Japonya’dan Uruguay’a kadar- çağrımıza yanıt geldi, böylelikle biz de doğru yolda olduğumuzu anlayıp devam ettik.
Her çalışma kıymetli. Yılın özel günlerinde toplu kartpostal, kitap yollama –biz de yapıyoruz- çok önemli ama fazlası gerekir diyoruz. Bir tutsak seçin, yazışın diyoruz. Bu yıllar sürebilir. Yani az yazın ama sürekli yazın diyoruz. Zira tutsaklar mektuplarına yanıt gelmeyince üzülüyorlar. Merak ediyorlar. Bu kez “mektubum ulaşmadı” mı diye arayışlara gidiyorlar. İşte “az yapın - devamlı yapın” derken bunu kastediyoruz.
 
Tutsaklardan gelen mektupları bilgisayara geçirmek bile hayli önemli bir iş ve siz bu düzeni yıllardır koruyorsunuz.

 
El yazısı ile gelen mektupları bilgisayar ortamına geçirmek önemli. Kolay değil tabi ama onlarca arkadaşın hatta kimi zaman hiç tanışmadığımız okuyucularımızın – takipçilerimizin desteğiyle bu konuda da hayli yol kat ettik diyebiliriz. Yorulan, kendi iş yoğunluğu artan arkadaşlarımız oluyor, onların yerine başka gönüllüler çıkıyor. Bu önemli. Zira mektubu tarayıp sadece fotoğrafı koymak okuyucu üzerinde yeterli etkiyi yapmıyor.
 
Demem o ki bizim bitmeyen mesaimiz var. Mektupların postaneden alınması. Okunması. Taranıp yazıcı arkadaşlara yollanması. Gelenlerin tashihi. Önce web sitemizde sonra sosyal paylaşım ağlarında yayınlanması. Hak ihlali duyuran mektupların basına yollanması. İHD genel merkezine yollanması. Tutsaklardan gelen yeni edebi ürünlerin sanat edebiyat dergilerine gönderilmesi. Sonra bu mektuplara –mutlaka- cevap yazılması. Kitap yollanması. Arada eylem- etkinlik- sergi- belgesel projeleri. Basının takip edilip hapishane temalı haber ve makalelerin yayınlanması. paylaşılması. Yani bu mesai zor - ağır da gelse devamlılık önemli diyoruz. Başta Gamze, Serdar, Emre, Tülin, Ali Osman, Arif, Büyük Arif, Fuat, Mehmet, Dilay, Ganime, Nihal, Selime, Neşe, Gonca, Dilan ve adlarını yazmamızı istemeyen diğer arkadaşların dar zamanlarından yaptıkları fedakârlıkla bu çalışmalar yürüyebiliyor.

Ancak bir de tutsaklara mektup yazmaktan imtina edenler var. İnsanlar mektup yazmak konusunda genelde neden çekiniyor? Bu çekincelerin doğruluk payı nedir veya bu kaygılarında insanlar ne kadar haklılar?
 
Dışarıda da acımasız devlet baskısı var. Dışarıda da özgür değiliz diyoruz ama “içerisi” ile kıyaslamak doğru değil. Cumhuriyet tarihi boyunca hapishane politikası “ıslah etme, topluma kazandırma” değil, tutsakları kişiliksizleştirme, çürütme ve imha  amaçlı “modern Mengele” laboratuarı olagelmiştir. Bir de konu açılmışken propaganda amaçlı yazılan – söylenen yanlış yorumlanan bir ifadeye değineyim. “Dışarının da içeriden farkı kalmadı. Türkiye yarı açık hapishaneye dönüştü.“ Bu bir metafor olarak kullanılabilir. Ama gerçek tam olarak öyle değil. Faşizm koşullarında da yaşasak çocuklarımızla, sevgilimizle, dostlarımızla pikniğe, sinemaya, tiyatroya gidebiliyoruz. Denizi, dağları, nehirleri görebiliyoruz. Maddi imkânlarımız elverdiği ölçüde istediğimizi yiyip içebiliyoruz. İstediğimiz kitabı, dergiyi okuyabiliyoruz. Ama tutsaklar. Onlar yemeğe, içmeye, istedikleri insanla konuşmaya, uzun yürümeye, uzaklara bakabilmeye, sarılmaya ve sayamayacağım kadar çok şeye hasretler. Ve içeride hayat öyle kahramanlık masallarındaki gibi değil.
 
Şimdi bu girişten sonra sorunuzun yanıtına geçeyim. AKP Devleti’nin adım adım ördüğü Korku imparatorluğu belli konularda başarı elde etti. Dışarıda insanlar daha fazla korkmaya başladı. Sokak eylemlerine, basın açıklamalarına katılımın azaldığı gibi politik tutsaklarla dayanışma gösterme, bir mektup yazma konusunda bile “acaba başıma bir iş gelir mi..” gibi abartı bir evham başladı. İşin ilginç yanı Avrupa’da yaşayan arkadaşlar arasında da çoğalmış bu tedirginlik. Sınırda yakalanırım, gözaltına alınırım endişesi yaşıyorlar. Hepsi değil tabi. Biliyorsunuz politik tutsaklarla birlikte hazırladığımız sergiyi Avrupa’ya taşıdık. Ben bizzat valize doldurup sergi fotoğraflarını ülke ülke gezdim. Orda gözlemim bu yönde oldu. Devlet arada gözdağı vermek için havaalanında birkaç kişiyi gözaltına alıyor, bu da göçmen emekçiler arasında tedirginliğe yol açıyor. Bu yapılanlar dışarıda olan muhaliflere de bir gözdağıdır. “Her an içeri düşebilirsiniz. Sizin de başınıza bunlar gelebilir.” Devletin mesajı budur. Ama hayır arkadaşlar. Yılda yüz binlerce mektup gidiyor hapishanelere. Hiçbir devlet bu mektupları yollayanları soruşturacak güçte olamaz. Ayrıca dışarıdaki muhalefet devleti yeterince meşgul ediyor zaten. Velhasıl mektuplaşmada sorun yok. Münferit birkaç örnek dışında hiç olmadı.

Siz tutsakların “Adil Heval’i”, “Adil Abi”sisiniz; mektuplarda size böyle sesleniyorlar. Onlarla hayli güçlü ve farklı bir iletişiminiz var. Bu köprüyü nasıl kurdunuz?
 
Evet tutsaklar bana “Abi, keke, heval, yoldaş, hoca” diye hitap ediyorlar. “Amca” diyen de oluyorJ Hepsi saygı ve sevgi ifadesi. Bunun nedeni ilişkimizdeki içtenlik, sahilik ve dayanışmada ısrar bence. Karşılık beklemeden özveri. İnsan kendi yaptıklarını yazmaya sıkılıyor ama sorunuzun yanıtı burada yatıyor. Bakınız geçen hafta 24 yıldır içeride olan Yurtsever bir tutsaktan, Gönül Bulut’tan mektup aldım. O sorunuza daha açık yanıt veriyor. Kısa bir bölüm aktarayım: 
“Adil abi, Sizi zindanlara bir ses olma, soluk olma çabalarınızı sürekli takip ettim. Varlığınızla gurur duyarak. Bütün tutsak canlar adına teşekkürler. Size ve o doğruluktan, adaletten sapmayan yüreğinize inanıyoruz. Biliyoruz o dağ yürekler bizimle...”
 
Bir de 25 yıldır tutsak olan, yazar Seyit Oktay’ın bana yolladığı, beni onurlandırdığı mektuptan alıntı yapayım, neden tutsaklarla aramda böyle bir bağ kurulduğu anlaşılmış olur. Oktay mektubunda tutsaklarla dayanışmam sonucu hakkımda açılan bir soruşturma için dayanışma mesajı veriyor:
“Keke Adil, Kadim zamanların kadirşinas bilgeleri gibi içerdekilerin seslerini sesin yapıp dünyaya duyurdun. Seni yalnız bırakmak kendimizi yalnızlaştırmaktır, tecrit etmektir. Bunu bilerek keşke daha fazlası gelseydi elimden diyorum.  Başına gelen kara-mizah örneği soruşturmaya ilişkin daha önce yazdım. Seni sindirmeye çalışıyorlar. İçeride, kimsesizliğe, sessizliğe, tecride, izolasyona mahkûm edilen bizlere ulaşmanı, sesimizi güzel insanlara, topluma ulaştırmanı engellemeye çalışıyorlar. Hülasası budur bu davanın. Kimimizi ölümle, kimimizi hapisle, kimimizi de davalarla böyle sindirmeye, bastırmaya, susturmaya çalışıyorlar. Ama hançeremizde tek kelime, tek tını kalana dek haykıracağız:
“Ya özgürlük / Ya özgürlük” diye! “ 
 

Siz de eski bir mahpussunuz değil mi?
Evet. Eski bir mahpus olarak mektubun verdiği morali ben de bizzat yaşadım. Bunun da etkisi vardır belki empati yapmamda. 1980 yılında Adana hapishanesinden firarımdan sonra, kaçak - sürgün hayatım boyunca da devam ettim mektuplaşmaya.  Ve o gün bu gündür, mahpuslarla dayanışma amacıyla mektuplaşmalarım devam ediyor. Hapishaneden aldığım çok sarsıcı mektuplar oluyor. Elle hazırlanmış zarflar. Ellerinde bulunan sınırlı boyalı kalemlerle süslenmiş mektuplar. Gazetelerden kestikleri resimleri ya da onlar için çok kıymetli olan, zor temin edebildikleri kurutulmuş çiçekleri mektup kâğıdının kenarına yapıştıran sevgi dolu insanlar. Şikâyet etmeyen, kendilerini, çocuklarını, özlemlerini dolaylı anlatan, kimi zaman da hapishanelerdeki yönetimin keyfi uygulamalarını, tecrit içinde tecridi, yasakları ve cezaları betimleyen tutsak mektupları.
 
Bu mektupları yanıtsız bırakırsam uykularım kaçar. Vicdanım sızlar.
 
Bakınız benim yazıştığım bazı tutsakların bu yazışma- tanışma sürecinde çocukları büyüdü, evlendiler, şimdi ziyarete çocuklar yanı sıra torunlar da gitmeye başladı. Ve ben – biz onlarla aile dostu olduk değim yerindeyse. Ama onlar hala tutsak.
 
Siz sadece Görülmüştür grubu çalışmalarıyla değil aynı zamanda sanatçı- edebiyatçı kimliğinizle de tanınıyorsunuz. Dergilere, gazetelere yazıyorsunuz, farklı konularda düzenlenen panellerde tebliğler sunuyorsunuz, karma sergilerde yer alıyorsunuz, küratörlük yapıyorsunuz. Kitap çalışmalarınız var. Yanılmıyorsam ikisi hapishane temalı 18 kitabınız var. Sonuncu da Arkası Yarın adlı romandı. Birçok hapishanede sakıncalı bulundu. Neden?
 
Ee artık “hapishane okuma komisyonları” beni tanıdı, açığımı arıyorlar diyebilirim. Başka açıklaması yok. OHAL sürecinde hem “Hapishanelere Esinti Yollayalım” adlı kitabım, hem de “Arkası Yarın” adlı romanım sakıncalı bulundu. Ben de konuyla ilgili basın açıklaması yapmış bu durumu protesto etmiştim. Basın açıklamamdan bir bölüm paylaşayım konu daha iyi anlaşılır.
“Yine bir hapishanede kitaplarımdan biri, Hapishanelere Esinti Yollayalım" "sakıncalı" bulunarak yasaklandı. Son romanım "Arkası yarın" da "müstehcen" bulunarak, hayatında Kerime Nadir ve/veya Kemalettin Tuğcu'nun romanlarından başka kitap okumayan "seçkin hapishane eğitim komisyonları" tarafından yasaklanmıştı. Nitekim Görülmüştür Ekibi ile redfotoğraf grubunun ortak organize ettiği "Düşler Tutsak Edilemez" adlı sergi kitabımız da bazı hapishanelerden gerekçesiz biçimde "iade" mührüyle geri döndü. Bazılarında ise sahibine verilmeyip depoya kaldırdı.
 (…) Son bir not düşeyim, dostlar da bilsin, zindan zebanileri de duysun: ‘Bu tür kararlar bizi yıldıramaz. Biz yine de politik tutsaklara "esinti" yollamanın yollarını bulacağız.’
 
Bir hatırlatma yapayım, Hapishanelere Esinti Yollayalım, benim bu temada hazırladığım ikinci kitaptır.  Ondan önce yayınlanan “Ben çıkana kadar büyüme e mi...”  adlı kitabımda ise hapishanedeki insanların çocuklarıyla kurduğu travmatik ilişkileri konu almıştım. Bu kitap mecliste bile tartışma yaratmıştı.
 
 

"İçeriden Dışarıya Fotoğraf/ Düşler Tutsak Edilemez" başlıklı bir sergi düzenlediniz ve sergi, gerek fikir gerekse içerik bakımından hayranlık vericiydi. Nedir bu serginin teması, kapsamı?
 
“Fotoğraf Köprüsü” ve “Düşler Tutsak Edilemez” adını verdiğimiz bu projeleri (sergileri)  redfotoğraf ve görülmüştür grupları olarak ortak hazırladık. Yüzlerce insanın emeğiyle, grafik çalışmasıyla, küratörlük deneyimiyle, organizatörlüğüyle, ısrarıyla, desteğiyle bu sergileri başarabildik. Ama hep dediğim gibi asıl teşekkürü - takdiri tutsaklar hak etmektedir. Zira bu zaten bizim görevimiz. Bize tutsaklardan gelen armağanlar, teşekkür mektupları fazlasıyla yetmektedir.
 
Şimdi sergilerin içeriği hakkında bilgi vereyim:
“İçeriden Dışarı - Dışarıdan İçeri Fotoğraf Köprüsü” ve "Düşler Tutsak Edilemez" adını verdiğimiz sergiler iki aşamalı bir projeydi. Bu çalışmayla bir ilki başardığımızı düşünüyoruz. Elbette daha önce de “Fotoğraf”, diğer sanat disiplinleriyle buluşmuş ve yeni imgelere bürünmüştür. Ama fotoğrafların, demir parmaklıkların arasına zorlukla sızıp, sözcüklerle – mısralarla buluşması eylemi, “imgeyi yeniden üretimi” bu ülkede ilktir. Üstelik fotoğraflarla sadece tek bir hapishaneye “izinle” girilmemiş, tam 30’a yakın hapishaneye –yüzden fazla tutsağa- engellere rağmen ulaşılmıştır.
 
İlk aşamada sesimizi duyan tutsaklar “fotoğraflarımıza” okuma yapmış, sesimize ses vermişlerdir.
İkinci aşama olan "Düşler Tutsak Edilemez" adlı sergimiz de, birinci gibi yüzlerce insanın destek olduğu kolektif bir çalışmanın ürünüdür. Mahpusların düşleri, onların betimlemeleri üzerine fotoğraflara yansımıştır. Tutsaklar imgelerini- düşlerini bize yazmış 60 Fotoğrafçı arkadaşımız da şehir şehir gezerek onların düşlerini – isteklerini- imgelerini fotoğraflamışlardır.  
 
Sergilerde amacımızı da şöyle özetledik:

  1. Politik Mahpuslarla birlikte kolektif bir fotoğraf projesi gerçekleştirmek
  2. Dışarıda olan bizlerin, içeridekilerle iletişim halinde olmalarını sağlamak
  3. Yaratıcı olmanın yalnızca zanaat olmadığını, düşüncenin soyutlama aracı olarak nasıl kullanılabileceğini göstermek
  4. İçerinin sesini fotoğrafların diliyle dışarıdaki insanlara göstermek
  5. 2018 Yılı itibariyle hapishanelerde sayıları her geçen gün artan 240.000 tutuklu ve hükümlünün varlığını dışarıdakilere yeniden anımsatmak.

 
Bu konuyla ilgili son bir not düşeyim: Amed’ten İstanbul’a, Mersin’den İzmir’e kadar onlarca kentte açılan sergilerimiz daha sonra birçok Avrupa ülkesinde açıldı. Biliyorsunuz Avrupa’dan yeni döndüm. Aralık ayında da gelen yeni bir davet üzerine Düşler Tutsak Edilemez adlı sergimizi Almanya’da açacağız. Oradan Avusturya’ya geçme planımız var.
 

Tutsakların ihtiyaçlarını yeterince bilmiyoruz. Şu an öncelikli ihtiyaçları arasında neler var? Örneğin sitenizde okuduğum mektupların çoğunda tutsaklar yeterince kitap gönderilmemesinden şikâyetçiydi...
 
Evet mektup, dergi ve kitap. Tutsakların acil ihtiyaçları bunlardır. OHAL’de başlayan kitap – dergi yasağı birçok hapishanede kalktı. Şimdi heyecanla kitap bekliyor tutsaklar. İlk defa yazacaklara da önerimiz şudur: İnanın ki ne yazsanız onlar için moral olur. Günlük yaşantınızdan bir kesit yazıp yollamanız yeter. 10 yıldır 20 yıldır içeride olan insanlara dış dünyadan haber vermek, günlük yaşantı hakkında bilgi vermek, paylaşmak da çok önemli. Bir de not düşeyim mektubun içine imkanı olan arkadaşlar boş bir kartpostal ile bir de normal mektup pulu koyabilirlerse iyi olur. Ama bazı PTT şubelerinde pul olmuyor. Yok diye göndermemesizlik de yapmayınız.

Hapishanelerin durumunu OHAL süreci ve sonrasında karşılaştırmak gerekirse; koşulların değiştiğini veya iyileştiğini söylemek mümkün mü?  Cezaevlerinde hak ihlalleri ve fiziksel şiddet bir iktidar geleneği mi? Neden son bulmuyor?
 
Zulüm imparatorluğu ad ve maske değiştirerek sürüyor. AKP hükümetinin özellikle OHAL’le birlikte hapishanelerde uyguladığı fiziki ve psikolojik şiddet yeni değil. İlk değil. AKP hükümeti seleflerinden aldığı kötülük mührünü mazlumların bağrına basmaya devam ediyor. Dönem dönem “iyileştirmeler” görülse de bu devletin inayeti değildir. İçeride ve dışarıda yürütülen kararlı direnişin, mücadelenin sonucudur. Yani bu coğrafyada zulümle direniş başat gelişmiştir. Ancak içerideki insanların kolektif direnişleri zorlaştı. F tipleri ile tecrit başladı. Eskiden bir “ceza” olarak yönetmelikte bulunan “hücre cezası” sürekli hale geldi. Kazanılmış demokratik hakları da rafa kaldırdılar. Kendi yasalarına bile uymuyorlar. Ama tutsaklar buna rağmen direniyor. Fakat şimdi dışarıdan desteğe, dayanışmaya her zamankinden daha çok ihtiyaçları var.

Son olarak, bu röportajı okuyanlar tutsaklar için ne yapabilir? Görülmüştür ekibiyle nasıl dayanışabilir?

 
Aslında çağrıyı tutsaklar yapıyor. Bakınız, ağırlaştırılmış müebbet hapse mahkum Deniz Tepeli yazdığı mektupta, Dışarından gelecek “ses”in önemine nasıl değinmiş:
 
“Aslında, dışarıda olsak belki de hiç tanışamayacağımız, ya da fark etmeden yanından geçip yine de keşfedemeyeceğimiz dostlarla ancak tutsaklık koşullarında tanışabilirdik. Bu da hayatın cömertlik ve adaletlerinden biridir. Duvarlar ve yasaklar birçok şeyi sınırlar, kısıtlar. Ama engellerin çatlaklarından bir yol bulup, süzülüp, sıyrılıp gelir güzellikler. Küçük bir şey; mesela yazılan birkaç satır, yapılan bir davranış, bir ifade ediş biçimi çok şey anlatır.”
 
Biz Görülmüştür Grubu olarak desteğe tabi ki ihtiyaç duyuyoruz. Sergilerimizi dolaştırmak için hem ülke içinde, hem dışarıda kurumlardan davet bekliyoruz. Okurlardan teknik destek istiyoruz. Kuruluş manifestomuzda yazdığımız gibi devletten ve/veya AB Fonlarından ve/veya sermayeden destek almıyoruz. İstemiyoruz. Okurlardan da para kabul etmiyoruz. Ama pul, kitap, çeşitli ebatlarda zarf, boş kartpostal, kırtasiye malzemesi kabul ediyoruz. Bunun için okurlar okayadil@hotmail.com veya gorulmustur@gmail.com e posta adreslerimize yazıp posta adresimizi isteyebilirler.Web sitemizi  www.gorulmustur.org tanıtabilirler.  Web sitemizi ve sosyal paylaşım ağlarındaki sayfalarımızı tanıtmak, orada yayınlanan haberleri, mektupları paylaşmak tutsakların seslerinin daha çok insana ulaşması demektir.
 
Kaynak: Gazeteci Yazar Zabel Mirkan'ın Adil Okay ile söyleşisi, Yeni Özgür Politika, 08.11.2018.
 

 

 

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Hapishane Dergisinin 51. Sayı...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Nisan-Mayıs-Haziran 2024 tarihli 51. sayısı...
TEK KİŞİLİK HÜCREDE YAZILAN BİR ÖYKÜ: DE...
               Mahallenin kimi çocukları ondan hem korkar hem de onunla uğraşmaktan vazgeçmezdi kargalar...
Duvarları delen çizgiler
Balıkesir Burhaniye yakınlarında yaşayan arkadaşlara davet. 10 Aralık'ta Insan hakları haftasında, Burhaniye Yerel Demokrasi ve Insan Hakları Gündemi...

Konuk Yazarlar

"BİZ BAŞKA TÜRLÜ SEVERDİK BİRBİRİMİ...
Derken, Galata Yokuşu'nun oralarda, yeni kurulmuş bir ajansta iş buldum. Burada getir götür işlerine bakacak ve Tünel'den başlayıp, Levent'e...
Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
  Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...
Utanmak/ Sıdo için/ Sevda KURAN
  Fakiri, zengini, orta hallisi, Alevi’si, Sünni’si, Ermeni'si, hacısı, hocası, orospusu, delisi ve de pavyon kabadayıları, sarhoşlarıyla...