Mavi ve ‘’Bizim Kadınlar’’ Bekir Sıtkı Keçeci

Edebiyat Bahcesi kullanıcısının resmi
Safiye’nin Dizelerdeki Yaşamı…

Orta şekerli kahvesini yudumlarken, akıllı telefonunun not defteri uygulamasını açtı ve kafasından geçen dizeleri yazmaya başladı.
*
‘’Kapınıza gök maviler/ Sarışın günler/ Bırakmak isterdim /Lakin vakit kış/Hava tenha/ Hayat pusuda /Ve ben dişil bir acının/ Rahminde / Sancılı bir tohumum…’’
*
Yaşamı boyunca çektiği ve ancak kimseyle paylaşamadığı sıkıntılarını, dertlerini, acılarını aktardığı dizeler, kendi yaşanmışlığının dışavurumuydu. Dört yıldır sırdaşı ve sığınağı yaptığı bu dizelere; ‘’çok karamsar şiirler yazıyorsun, biraz da güzel şeyler yaz’’ diyenlere burukça gülümserdi Safiye. Onu söyleyenler nerden bilsin ki, doğduğu günden bu yana acı çeken, horlanan, evlendikten sonra şiddete uğrayan sevgi yoksunu Safiye’nin, neler yaşadığını. Dizelerinde bunları aktarmayacaktı da ne yazacaktı. Kendini mi kandıracaktı, yoksa herkesin duymak istediği sahte güzellikler mi yansıtacaktı satırlarında. Elbette ne yaşamışsa onları paylaşacaktı sırdaşı dizelerinde…
*
1974 yılında İstanbul’da doğduğunda, ailenin üçüncü kız çocuğuydu ve bir erkek evladı olmasını isteyen babası, teyzesinin anlattığına göre, annesinin ayaklarına kurşun sıkmıştı. Hiçbir şeyden habersiz, ilk o an yaşamıştı farkında olmadığı acıyı. Ve nerden bilirdi ki, bu acının bir yaşam boyu kendisini sarıp sarmalayacağını…
*
İlkokulu bitirdiğinde, yatılı olarak öğretmen okuluna gitmek istemesine izin vermeyen babasına kızarak ve biraz da bel rahatsızlığı çeken annesine ev işlerinde yardım etmek için, okuluna devam etmemişti. Doğduğunda kendini istemeyen babası, bu defa da eğitimine engel olmuştu. Bunu yara olarak saklardı içinde. Çünkü ablaları ve küçük erkek kardeşi üniversite mezunuydular.
*
Babanın işleri iyiydi ve bu nedenle maddi yokluk çekmiyorlardı. Ancak Erzincan kökenli baba, çocuklarına gereken ilgi ve şefkati göstermiyor, sadece erkek kardeşle daha fazla ilgileniyordu. ‘’Feodal yapı, burada da kendini gösterdi ve biz sevgisiz büyüdük’’ diye söylenirdi her zaman. Yani, ‘’karınları tok, kalpleri aç yaşamışlardı’’ aile ocağında…
*
Kuzinine ait bir kuaför dükkânını işletirken tanışmıştı eşiyle. 17 yaşındaydı ve sevgiye açtı. Kısa bir flört dönemi sonrasında, aradığı sevgiyi bulduğunu düşünerek, ailesine evlilik konusunu açmaya karar verdi. Ancak feodal gelenekler, bu evliliğin karşısındaydı. Adının çıkacağı kaygısıyla, kaçarak evlenmenin tek yol olduğunu düşündü.
*
Ve 17 yaşında kaçarak evlendiği eşinin isteği üzerine, Erzincan’a onların aile ocağına gittiler. İlk dönem, her şey yolundaydı. Eşi çalışıyor ve kendisi de birlikte kaldıkları kayınvalidesiyle ev işlerini yapıyordu. Kısa süre sonrasında, evde hizmetçi muamelesi görmeye başladı ve kayınvalidenin zorlaması, eşinin ısrarı ve şiddet kullanması üzerine kapanmak zorunda kaldı. Zorunda kaldı zira babası; ‘’kaçarak gittiğin bu eve bir daha dönemezsin!’’ demişti.
*
Kendisi Alevi’ydi ve özgürlük tutkunuydu. Eşi ve ailesi bunu biliyorlardı ve kapanmamasını baştan kabul etmişlerdi. Ancak bir daha evine dönemeyeceği çaresizliğini bildikleri için, öncelikle başını örttürdüler ve eşi olacak zevat bir de tarikata bulaşınca; tamamen kapattılar kendisini. Sadece bununla da yetinmedi eşi, Alevi hiç kimseyle konuşmasına ve selamlaşmasına da izin vermedi. Yani yaşam zindana dönüyordu.
*
Evliliğinin ikinci yılında kızı Mavi ve ondan bir yıl sonra da oğlu Özgür doğdu. Umudunu Mavi’de, özgürlük tutkunu yaşamını oğlu Özgür’de simgeleştirmişti. Çocuklardan sonra, aynı evde kalma sıkıntısı olunca, yeni eve taşındılar. Burada da baskı ve eziyet artarak sürdü. Kıskançlık krizleri, ‘’balkona çamaşır bile asmama, pencereden bakmama”ya kadar indirgendi. Bunlar yetmezmiş gibi, bir de yoksulluk başlamıştı. Çocukları aç kalıyor, sadece bir çorba, makarna ve çocuklarını ‘’tost’’ diyerek kandırdığı ısıtılmış ekmekle karınlarını doyuruyordu. Kışın yakacak olmadığı için, çocuklarını üst üste giydiriyor ve ‘’astronot oyunu’’ diye çocuklarını kandırıyordu. Baba ocağına geri dönemeyeceği ve gidecek bir yeri olmadığı için, katlanıyordu tüm bunlara.
*
Bütün bunlar yetmezmiş gibi, bir de o alçak ruhlu adamın ihanetine uğramıştı. Açlığa, şiddete, baskıya, zorla kapanmaya razı olmuştu ama çocuklarının hatırına bile olsa, ihaneti kabullenemez ve bu evde kalamazdı. Oğlu ve kızı da büyümüştü ve artık 15 yıllık zindan yaşamına son verecekti. Böylece 2007 yılında boşanarak yeniden İstanbul’a baba ocağına döndü.
*
Dönmüştü ama çocukları orada kalmıştı. Tarikatçıların yurduna verilen Mavi, orada rahat değildi, Özgür de üvey anne eline kalmıştı. Şimdi tek isteği, kendine yeni bir yaşam kurarak, çocuklarını yanına almaktı. Zira ketum babası, ‘’O adam yesin, içsin, gezsin, ben de onun piçlerine mi bakacağım?’’ diyerek çocuklarını istemediğini açıkça söylemişti. Anne yüreği, ne yapıp edip çocuklarını yanına almaktan başka bir şey dinlemiyordu.
*
Onuruyla, namusuyla bir iş bulup çalışacak ve ayrılmış olmalarına rağmen kendisini hâlâ ‘’malı gibi gören’’ o zalim adamdan çocuklarını da kurtaracaktı. Birçok işe başvurdu, çalıştı. İlk olarak da kendine bir ev tuttu ve hemen çocuklarını yanına aldı. Zaten o ihanetçi zevat da çocukların sorumluluğundan kurtulmak istiyordu. Böylece çekirdek ailesini yeniden kurdu. Dört yıllık evlat özlemi bitmiş, ama yaşamın yeni zorlukları başlamıştı. Birkaç parça mutfak eşyası, iki kanepe ve biraz da ev eşyasından ibaret olan evlerinde, şimdi yeni bir yaşama yelken açıyorlardı üçü birden…
*
Muhasebe sertifikası olduğu için, bir dönem burada çalıştı. Tekstil atölyelerinde, kendisinden yaşça oldukça küçük kişilere ‘’çıraklık’’ yaptı, tiyatroda temizlik işçisi olarak çalıştı ve daha başka işler…
*
Aslında bir işte çalışmak ve oradan da emekli olmayı düşünecek kadar iyi niyetliydi. Beline kadar uzanan saçları ve düzgün fiziki yapısıyla göze çarpmasına eklenen ‘’dul kadın’’ oluşu, ahlak yoksunu işveren adamların başka niyetlerini ima etme ya da açıkça söylemelerine neden oluyordu. Bütün bunlara karşı mücadele etti, onuruyla çalıştı ve çocuklarını büyüttü. Bu süre zarfında, babasından ve ailesinden tek kuruş yardım istemedi. Çocukları ‘’piç değildi’’ ve kimseye minnet etmeyeceklerdi!
*
Fakat acılar peşini bırakmıyordu, bu defa da annesi siroza yakalanmıştı. Kendi karaciğerini vererek, onu yaşamda tutmaya çalışmış ancak tahlil sonuçlarında negatif sonuç aldığı için bu isteğini gerçekleştiremediği annesini kaybetmişti. Oysa umutla donör olmuş ve kendisine yaşam veren annesine vefa borcunun minicik bölümünü, karaciğerini vererek ve ‘’al ömrümü, koy ömrünün üstüne’’ diyerek, ona can olacaktı. Sonucun negatif olduğunu öğrendiğinde, başka yaşamlara umut olmak için, bütün organlarını bağışladı.
*
Ailesinde, artık kendine arka çıkacak, sevgi gösterecek ve dertleşecek kimse kalmamıştı. Kendi yanına alana kadar her türlü mutsuzluğu yaşayan çocuklarına, kendi üzüntülerini, dertlerini taşımak istemiyordu. Artık sırdaşı ve acılarının ortağı, işe gidiş gelişlerinde ve her olanak bulduğunda telefonunun not defterine kaydettiği dizelerdi.
Kızı Mavi, babasının da katkısıyla üniversite son sınıfa geldi ve oğlu Özgür de ses sistemleri işinde çalışarak, kendi işini kurdu. Sorumluluğunu yerine getirdiğini düşünerek, kendine yeni bir yaşam kurma sırasının geldiğini düşündü. Bunu yaparken, geçmiş hatasından ders çıkartacak ve yaşamı birlikte üreteceği kişiyi buna göre seçecekti.
*
İki yıl önce, bir şiirini seslendiren Salih ile tanıştı ve sosyal medya üzerinden gelişen ilişkilerine bir biçim vermek için, yüz yüze görüşmeyi kararlaştırdılar. Akdeniz’in güzel bir sahil kasabasında yaşayan Salih’le, nadiren onun yaşadığı kasabada ve bazen de kendi oturduğu İstanbul’da, defalarca görüştüler. Bu görüşmelerde, her ikisinin de ilk evliliklerindeki durumları ve yaşamı birlikte üretme kriterlerini ayrıntılı konuştular.
*
Birbirlerine ısınmışlardı ve evlenmeye karar verdiler. Kızı, bu evliliği onayladı, ancak oğlu karşı çıkıyordu. Kendi babası da önce onaylamış ve ne olduysa son anda vazgeçmişti. Salih, geçen yıl ailesini de alarak kendini istetmiş ve nişan yüzükleri orada takılmıştı. Hemen nikah hazırlıklarına da başladılar. Salih’in oturduğu kasabada yaşayacaklar ve yeni bir hayat üreteceklerdi. ‘Umarım, burada da dizeleri sırdaşım yapmam.’ diye geçirdi içinden.
*
Sekiz aydır beraberdiler Salih’le. Yaşamın birçok noktasını ortaklaştırıyorlardı. Sahilde geziyor, birlikte şiir seslendiriyor, İnsan Hakları savunuculuğunu birlikte yürütüyor ve Wernicke Korsakoff aktivitelerine beraber katılıyordu. Eşinin ailesi ve arkadaşları da kendini sahiplenmişlerdi. ‘’Hasret kaldığım baba ve abi sevgisini, şefkatini, sahiplenilmiş olmayı hissettiriyorsunuz’’ dediği baba ve abi de onu çok seviyor ve mutluluğu hak eden bu kardeşlerine sevgilerini, desteklerini esirgemiyorlardı.
*
Bugün de hava güzeldi. Termoslarına doldurdukları çay ve açılır kapanır iki piknik oturağıyla birlikte sahile yürüdüler. Denizin hemen kıyısına oturdular ve çaylarını yudumlarken, Salih’in parmakları usulcacık okşadı uzun saçlarını. Mutluydu Safiye, mutluydular. Bunun sonsuza kadar sürmesini isterken, birden aklına geliveren dizeleri unutmadan telefonunun not defterine kaydetti:
‘’Küçük, mavi bir / Akvaryum balığıydım./ Düşümdü gökyüzü. /Sonra ellerimi tuttun, / Gökyüzüydün, düşümdün…’’
14 MAYIS 2020 KARGIPINARI/MERSİN -- BEKİR SITKI KEÇECİ

Kategori: 

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Hapishane Dergisinin 51. Sayı...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Nisan-Mayıs-Haziran 2024 tarihli 51. sayısı...
TEK KİŞİLİK HÜCREDE YAZILAN BİR ÖYKÜ: DE...
               Mahallenin kimi çocukları ondan hem korkar hem de onunla uğraşmaktan vazgeçmezdi kargalar...
Duvarları delen çizgiler
Balıkesir Burhaniye yakınlarında yaşayan arkadaşlara davet. 10 Aralık'ta Insan hakları haftasında, Burhaniye Yerel Demokrasi ve Insan Hakları Gündemi...

Konuk Yazarlar

"BİZ BAŞKA TÜRLÜ SEVERDİK BİRBİRİMİ...
Derken, Galata Yokuşu'nun oralarda, yeni kurulmuş bir ajansta iş buldum. Burada getir götür işlerine bakacak ve Tünel'den başlayıp, Levent'e...
Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
  Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...
Utanmak/ Sıdo için/ Sevda KURAN
  Fakiri, zengini, orta hallisi, Alevi’si, Sünni’si, Ermeni'si, hacısı, hocası, orospusu, delisi ve de pavyon kabadayıları, sarhoşlarıyla...