Dilenci Adam

Edebiyat Bahcesi kullanıcısının resmi
Yazar Memet Alagöz'ün Ceylan Yayınlarından çıkan Roza adlı bu öykü kitap BEKSAV bünyesinde yayınlanan SANAT ve HAYAT dergisinin düzenlediği "Hapishaneler Arası Öykü Yarışması'nda ödül alan "Dilenci Adam", Berfin Bahar dergisinde yayımlanan "Ase" adlı öykü dahil sekiz öyküden oluşuyor. Her öykü ayrı bir yaşanmışlığın hikâyesidir. Yazar Memet Alagöz, 196 Iğdır doğumlu. Ceylan Yayınlarından çıkan İlk romanı "Memo-Gerillada Yaşam ve Aşk"tır. İkinci kitabı "Roza" adlı öykü ve üçüncü kitabı ise belgesel roman olan "Mitka'nın Gözyaşları" dır.

Dilenci Adam*
Bir ayağı topal, saçları dökülmüş, kafası kabak gibi ortaya çıkmış, elli yaşlarında, bedenen çökmüş bir adam, sabahtan beri bir o kaldırımda bir bu kaldırımda avuç açmış dileniyordu. İyi giyimli bir kadın çantasından çıkardığı bir miktar parayı kendisine verdi. Adam, kadının ayaklarına kadar eğilerek parayı alıp cebine koydu. Bir de dua okudu ama kadın çoktan uzaklaşmıştı.
Soğuğa rağmen sokaklar insan kaynıyordu.
Kentin manzarası her zamanki gibiydi, değişen bir şey yoktu. Kaldırımda durup dilenenler, onların yüzüne bakıp, “Vah zavallılar!” deyip acıyan iyi eğitim görmüş bay ve bayanlar, kendi bedenini satarak yaşamaya çalışan sokak kadınları, onlara sokulan meteliksiz kadın düşkünü taşralı erkekler…Bunlar, kent yaşamının hiç değişmeyen bir yüzüydü sadece…
Kaldırımlar arasında mekik dokuyan adam, sağlam ayağının üzerinde yaylanarak başka bir sokağa yöneldi. Sokağın başında bekleyen bir yosmaya sokuldu:
“Kaç para güzelim?”
Kadın kırk beş yaşlarında, sarışın, uzun boylu, boyuna göre oldukça zayıftı. Yüzüne sürdüğü boyalar, dökülmeye yüz tutmuş bir duvarın sıvası gibi kabarık duruyordu. Kendisine göre oldukça kısa duran adama tepeden bakarak:
“Bin...” dedi.
“Bir kerecik için çok değil mi güzelim?”
“İşine gelirse.”
“Ateş pahası.”
“Kadın sinirlendi:
“Çekil başımdan, meşgul etme…”
Adam da sinirlendi:
“Karaborsayla mı satıyon lan?”
Adamın son söyledikleri hoşuna gitmiş olmalı ki, güldü:
“Karaborsayla mı… Ulan kabak herif, karaborsayla satılmayan ne kaldı ki bu memlekette?”
Kadının kişiliği gibi, sesi de kalabalıkta eriyip gitti. İsteğini alamayan adam, topal ayağını yerden sürterek oradan uzaklaştı. İyice yorulmuş, takati kalmamış olmalı ki geçip bir kaldırıma oturdu. Soluklandıktan sona, avucunu açıp dilenmeye başladı:
“Allah için bir sadaka! Ey Müslümanlar, Allah’ın bu günahkâr kuluna yardım edin, sizin için dua edeceğim.” Sanki mahşer günüydü, insanlar sel olmuş, sokakta akıyordu. Dilenci bir hamle daha yaptı: “Evet, ben günahkârım, itiraf ediyorum. Yoksa ne işim var bu sokaklarda? Allah hiç kimseyi perişan etmesin, ama ben perişanım. Karım ölüm döşeğinde… Onun yüreği tertemiz… Ah zavallı karıcığım… Çocuklarım aç! Açlıktan ölecekler… Ey kalbi temiz insanlar, bana değil, çocuklarıma acıyın, karıma acıyın, karıma yardım edin.”
Bu gibi durumlara alışkın olan insanlar, adamın yüzüne bile bakmıyordu.
Dilenci adam umutsuzca gözlerini kapattı, başını ellerinin arasına aldı ve düşüncelere dalıp gitti. Kaldırımlar arası mekik dokuyan, sokaktaki kadına sokulup pazarlık yapan, avuç açıp dilenen adam gitmiş, yerine bambaşka biri gelmişti.
Eski Anadolu tüccarları gibi göbeği bacaklarının arasına sarkmış, kalın enseli bir adam, nasihat verircesine söyledi:
“Be adam, dilencilik yapacağına git kendine bir iş bul, çalış. Yoksa bu sokaklarda ölüp gideceksin?”
Gözlerini siyah gözlüğünün arkasına gizleyen, uzun boylu, keçi sakallı, kafasında geniş fötr şapkası olan ajan kılıklı bir adam üzerine vazifeliymişçesine tüccar kılıklıya cevap verdi:
“Çok haklısınız efendim. Bu nezaketsizler nasihat dinlemezler ki. Bu gibi şeylere kulakları kapalı. Onlar için çalışmak mı? Asla. Bunlar ne anasının gözüdür. Kolay para kazanmak varken çalışırlar mı hiç? Bir de ne yalanlar uyduruyorlar. Yok efendim karım hasta, yok efendim çocuklarım aç, bana yardım edin, diye diye milleti soyup soğana çevirmişler. Bendeniz aslen buralıyım. Anlayacağınız burada doğmuş, burada büyümüşüm. Kendilerini acındırtan bu meymenetsizlerin ettikleri laflara kimse kanmasın, hepsi palavra.”
Tüccar kılıklı adam, “sen de kimsin?” dercesine ajan kılıklının yüzüne derin bir bakış fırlatıp oradan uzaklaştı.
Ajan kılıklının sözleri, dilencinin içine taş gibi oturdu. Soğuğa rağmen yüzü terlemişti. Ajan kılıklının arkasından seslendi:
“Beni dinleyin bayım. Ben diğerlerinden farklıyım; ben topalım, üstelik kalp hastasıyım… nasıl çalışacağımı söyler misiniz?”
Kimse cevap vermedi.
Hava giderek soğuyordu. Yağmur çiselemeye başlamış, bulutlardan düşen damlalar vitrinlerin camına çarparak yere düşüyordu. Oradan geçen bir kadın, yanındaki erkeğe veryansın ediyordu:
 “Yalancı herif, hani karını boşayıp beni alacaktın! Üstelik söz verdiğin arabayı da almadın. Seni hiçbir zaman affetmeyeceğim!”
Adam da kızdı:
“Sus yoksa…” Didişe didişe uzaklaştılar.
Az sonra şiddetli bir yağmur yağdı. Pek kimse yağmura aldırmadı. Hele dilenci hiç aldırmadı. Haritaya dönen yüzüne düşen damlalar bulutların gözyaşları değil de mutluluğun gözyaşlarıymış gibi yüzünde sıcak bir tebessüm belirmişti. Yine de mutsuzdu. Ne sönüp giden gözlerinin feri geri gelmişti ne de yaşadığı açılır yok olmuştu.
Sokak yağmur sularıyla dolup taştı. Rıhtımı döven deniz dalgaları gibi, yağmur suyu da kaldırımları yalayarak akıp gidiyordu. Kol kola girmiş kızlı, erkekli bir grup genç, yağmurun altında cilveli kahkahalar atarak başka bir sokağa girip gözden kayboldular. Çok hızlı geçen bir taksi, otobüs durağında bekleyen yaşlı bir kadının üstüne su sıçrattı. Kadın büyük bir öfkeyle:
 “Allah kahretsin seni, üstümü mahvettin! Saygı da kalmadı ayol.” dedi. O sinirle otobüsün gelmesini beklemeden çekip gitti.
Usanmadan kaldırımda oturup bekleyen dilenci adam, ıslanmasın diye kâğıt paralarını cebine koymuş, demir olanları da önüne bırakmıştı. Yağmurdan kaçıp bir dükkânın giriş kapısına sığınan bir simitçi, “Amma da yağdı ha, duracak gibi değil.” diye söylendi.
Dilenci adam hemen cevabını yapıştırdı:
“Yok dostum yok, öyle deme. Bırak gönlünce yağsın. Yağsın ki, kirimizi pasımızı söküp atsın. Yoksa pislikten gebereceğiz. Bu kent zenginlerin, para babalarının… Olsun dostum, ama yağmurlar bizim olsun. Bunu da bize çok görmezler inşallah. Çünkü zalimlerden her şey beklenir…
Yağmurun sesinden simitçi onun söylediklerini duymadı. Zaten umursadığı da yoktu. Dilenci başını kaldırdı, etrafına baktı ve insanlarla dalga geçercesine kahkahalarla güldü. Dilenci tam bir kaçıktı. Yüzü tekrar eski haline dönünce, gözlerini belli belirsiz noktalara dikti. Yüzü bir yaprak gibi solmuş, yaşlı gövdesi yumak yumak olmuştu. Kısık bir sesle: “Evet dostum evet, yağmurlar bizim olsun, kent onların…İstesek bize mi verecekler sanki, pöff…” Sonra hiçbir şey görüp duymak istemeyen bir tavırla buğulu gözlerini sıkı sıkı kapattı, kafasını anlamlı anlamlı sağa sola çevirdi. O an gerçek hayatı yaşamıyor da taklit ediyordu sanki. İnsanların gözünde anlamsız görünen bu dilenci adam aniden kükredi. Cümleler, kırık dökük dişlerinin arasında saçılmaya başladı:
“Hepinizin canı cehennem! Neymiş kadermiş, içine etsinler böylesi kaderin. Hepiniz pisliksiniz! Pislikler… Size söylüyorum, beni duyuyor musunuz?”
Söylediklerine kimse aldırmadı.
Dilencinin hayatı, sefalet içinde sürüp gitmiş, onuru sokaklarda eriyip yok olmuştu. Bir ara kısık bir sesle: “Bu şehirden nefret ediyorum!” dedi. Ne gelecek ne geçmiş ne de yaşadığı an umurundaydı. Bardaktan boşalırcasına yağan yağmurun altında sırılsıklam olmuştu. Zayıf vücudu aniden titremeye başladı. Sokakta büyük bir kalabalık oluşturan insanlar için o dilenci bir ayrıntıydı, belki ayrıntı bile değildi. Ağzında hırıltılar çıktı, başı önüne düştü, kolları gevşeyip yanına sarkınca titremesi durdu. Oradan geçen bir kadın:
Aa, bu adam ölmüş ayol!” dedi.
Bir başkası:
“Sahiden ölmüş!” dedi.
Dirisini önemsemeyen insanlar, ölüsünün etrafında büyük bir kalabalık oluşturdu…
 
  Dilenci Adam adlı bu öykü, BEKSAV bünyesinde yayımlanan Sanat ve Hayat dergisinin düzenlediği “Hapishaneler Arası Öykü Yarışması”nda ikincilik ödülü aldı.
 
 
 

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Hapishane Dergisinin 51. Sayı...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Nisan-Mayıs-Haziran 2024 tarihli 51. sayısı...
TEK KİŞİLİK HÜCREDE YAZILAN BİR ÖYKÜ: DE...
               Mahallenin kimi çocukları ondan hem korkar hem de onunla uğraşmaktan vazgeçmezdi kargalar...
Duvarları delen çizgiler
Balıkesir Burhaniye yakınlarında yaşayan arkadaşlara davet. 10 Aralık'ta Insan hakları haftasında, Burhaniye Yerel Demokrasi ve Insan Hakları Gündemi...

Konuk Yazarlar

Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
  Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...
Utanmak/ Sıdo için/ Sevda KURAN
  Fakiri, zengini, orta hallisi, Alevi’si, Sünni’si, Ermeni'si, hacısı, hocası, orospusu, delisi ve de pavyon kabadayıları, sarhoşlarıyla...
Girit Leblebisi
  Ben vakitlice davranmış, gün batımını da izlemek için kahvelerin gürültüsünden uzakça bir bankı gözüme kestirip oturmuştum. Bir süre sonra,...